23 Mart 2010 Salı

Mutfakta geçen ömürler


Nedir mutfak, neresidir?

"
Kadınlar için hem siper hem sığınaktır. Kimi kadınların morgudur aynı zamanda" diye tanımlanır Murathan Mungan tarafından. Bu söz, benim mutfağımda da asılıdır.

Bazen birçok şeyden kaçış yeri olabileceği düşünülür. Kapanılır buraya; çorbalar, etliler, zeytinyağlılarla düşünceler, sıkıntılar bir kapta pişirilir, kavrulur, tartılır, ölçülür, karıştırılır. Bazı dertler pembeleşinceye kadar kavrulur; bazı fedakarlıklar kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğrulur... Bir kısmı da sonrası için biraz çiğ bırakılır. Tortulansın istenir. Keyifler bekletilir mesela, zeytinyağlılar gibi. Durdukça güzelleşsin, tadı yerine gelsin istenir. Ha bazı itiraflar da sıcağı sıcağına servis edilir ki börek gibi, sonra kuruyup soğuyunca bir şeye benzemez. Ya da hınç alırcasına bulaşık yıkanır, bardaklarla tabaklar öyle bir gıcırdatılır ki, istenir ki dertler tasalar da böyle köpüklerle yok olsun gitsin, içimiz ışıldasın, ferahlasın, yüreğimiz mis gibi olsun.

Siperdir... Patateslerle havuçları doğrarken bir yandan da "Neden öyle yaptım ki, e ama şöyle oldu, böyle oldu" düşünce balonları arasında takırdatılır bıçak tahtada. Yeni savunma planları hazırlatır o et doğrama tahtası. Tehlikelidir bazen.

Sığınaktır... Kaçabileceğiniz bir alan yaratır size. Ağlamak da şarkı söylemek de kolaydır bu alanda. Bahane de hazırdır: "Hayatım noldu?", "Hı, yok bir şey, soğan doğradım!" Kimse dinlemezse, anlamazsa, kabaklar var hayatım!

Morgdur... Orada geçer birçok kadının ömrü, orda noktalanır. Çoğu, kafası o ocağın/fırının içinden çıkmadan, tek görevi oymuşçasına geçirir yıllarını, bırakır hayatını orda. Dertlenir. Dertleşir. Kabak oyarken, soğan kavururken, domates doğrarken geçip gider ömrü. Hep pişirir, taşırır, kotarır... Ocak başından bir ayrılır ki, aa, hayat geçmiş, bir şeyler bitmiş. Taze gelinken girdiği daracık alanında, "Aman da dolapları şöyle olsun, tezgahı granit konsun, dur sen bulamazsın şimdi o tabağı ben vereyim" diye titizlendiği, elleriyle dizdiği kavanozlarıyla dolu özel alanındayken hayat geçmiş.

"Aman onu da yesin, bunu da içsin, güzel beslensin" dediği çocuklar büyümüş, yuvadan gitmiş; artık tencereler dolusu yemek yapacak kimse kalmamış. Porsiyonlar küçülmüş. Takdir gördüğü tek yerde, takdir edecek kimse kalmamış. Ne yani, bir "Eline sağlık" diyen yok mu şimdi, bir "Afiyet olsun, bir tabak daha koyayım mı?" diye sorulacak kimse?

"Sevdikleri tatlıdan yaptım, arasana çocukları","E işleri varmış, kim yiyecek şimdi hanım!", "Oğlum mantı yaptım, sen seversin. Akşama gelin"."Anne, biz kayağa gidiyorduk yaa!" Kocada desen kolesterol, şeker bilmem ne, "Aman hanım yağsız tuzsuz olsun"... Ee, bitti mi; bu kadar mıydı, mutfak robotu görevini tamamladı mı? Ömür biter, mutfak gitmez. Evin en önemli kısmıdır. Dedikodu yapılır, dertler tasalardan kaçılır, muhabbet edilir. Pişirmek, yedirmek, en birincil güdüyü gidermek; açlığı doyurmak... Kolay şey midir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder