13 Eylül 2010 Pazartesi

Lö gourmet, dö gourmand

Gündem, referandum ve basketboldaki dünya ikinciliğimiz biliyorum, ama derdim gırtlak :) Yok aslında değil, ama zaten her yerde bu mevzular fazlasıyla kurcuklanıyor, sıkıldım.

Gerçi tüm maçlarımızı kaçırmadan izledim, Sırbistan maçında kalbim duruyordu, Amerika maçının 3. çeyreğinde takımla birlikte ben de maçtan koptum; bence üçlüklerimiz isabetsiz, serbest atışlarımız fenaydı ve daha çok ribaunt almalıydık ama dünya ikinciliği de kötü değil şimdi, allasen, nankörlüğün lüzumu yok... Finale yükselmiş bir takımdan bahsediyoruz ama çocuklardan ricam şu ki; daha az top çevirin lütfen, 24 saniye kaç kez doldu öyle!

Referanduma gelince, sabahın köründe oyumu kullandım, amiyane tabirle görevimi yaptım, ama içim rahat mı değil; Türkiye genelinde sonuca şaşırmadım ama yine söylüyorum: Aslanım İzmir, kaplanım Ege!

Ehm, evet... Gündemi de parmakladıktan sonra konumuza dönebiliriz.

Efenim, yemek konusunda çok iddialı sayılmam. Yemesini gayet severim, çok süper aşçı olmasam da pişirmesini de... Ama damak tadı konusunda bir Vedat Milor ya da Artun Ünsal kategorisinde sayılmam. Ki şahsen ikincisini daha çok severim. "Süt Uyuyunca" kitabı, benim gibi bir peynir delisi için başucu kitabı sayılabilir. E zeytinyağı ve yoğurt delisi olan bana uygun başka kitapları da var kendisinin. Burada bir parantez açalım.

Artun Ünsal'ın yemekle ilgili diğer kitapları için:

Nimet Geldi Ekine: Türkiye Ekmeklerinin Öyküsü
Silivrim Kaymak: Türkiye'nin Yoğurtları
Süt Uyuyunca: Türkiye Peynirleri
Benim Lokantalarım: İstanbul'dan Anadolu'ya Göz ve Damak Anıları
Ölmez Ağacın Peşinde: Türkiye'de Zeytin ve Zeytinyağı

Nerede kalmıştık? Hah, şimdi burada, uzun uzun gurme nedir, gurman kimdir; ona  giremeyeceğim; zira üşendim. Merak eden araştırıp bulsun. Ama Prag'da Gourmand diye bir şarküteri var; oturup bir şeyler de yenebilen. Çorbaları da, tatlıları da nefis. Etimolojik açıdan olmasa da, böyle bir kıyağım olsun.

Ama tüm bunlar yemek programlarını severek izlememi engellemiyor. Özellikle İtalyan mutfağının hastası olduğumdan, National Geographic'te rastladıkça kilitlenip izlediğim, izlerken de salyalarımı avcuma dolduran birinden söz edesim var: David Rocco.



Kendisi bir İtalyan ve Toskana civarından bildirip nefis ekmekler, süper pizzalar, şahane soslar ve peynir tabakları hazırlıyor; benim gibi zeytinyağına ve peynire tapıyor... Akabinde de tüm pişirdiklerini zeytinyağı ve şarap eşliğinde afiyetle yiyor. Bir de kendisi diyor ki: "I'm not a chef, i'm Italian." Eli çabuk, sohbeti hoş, kendisi sevimli, Nina adında şeker bir karısı ve şirin bebekleri var. Programın yapımcısı da ikisi. Manzara (Toskana ve civarı) zaten muhteşem. En son gördüğümde biber reçeli yapıyordu, hayatta yemem ama akşama yapacakmışım gibi kaçırmadan izledim. Sitesi de bu.

Meraklısı için bu yemek blogu işi hakkaten eğlenceli. Millet gezip tadıyor, pişirip kotarıp bir de yazıyor. Gerçi çoğu mevzuyu profesyonelliğe dökmüş durumda.

Bunlardan üçünü not etmişim, isteyen kurcalayabilir:

http://stickyrice.typepad.com/

http://www.chezpim.com/blogs/

http://www.davidlebovitz.com/

Aylak der ki: Yemeksiz kalmayın, blogsuz tatmayın. Hadi bakim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder