15 Eylül 2010 Çarşamba

Mutluyum, mutlusun, mutlu... mu?

Hayatınız boyunca hayaller kurdunuz. Kararlar aldınız. Kendi kendinize verdikleriniz yetmedi, çevrenizdekilere de sözler verip durdunuz. Çoğunu tutamadınız. Tutamayacağınızı da biliyordunuz aslında. Sırf siz mi? Koş koş, durma; çalış, daha çok çalış... Eee? Elde kalan ne? N'oldu netice itibariyle? İş diye bir şey var hayatta bir yandan. İş, iştekiler, dengeler...
Orada mutlu olmak için de taktikler geliştirmek gerekiyor. Bir grafikle anlatmak gerekirse:



Elde kalan, biraz daha kırışmış bir yüz, biraz daha yorulmuş bir beden, üşengeç bir zihin... Bunu geçelim, nasılsa olacak. Kaçışı yok. Çok da mühim değil. Asıl, yarım bırakılıp oraya buraya tıkıştırılmış hayallerle, "Ama daha şunu yapacaktım, buraya gidecektim, sonra sonra deyip erteledim!" hayıflanmaları... Fena olan onlar. Zaman, bizim uydurduğumuz bir şey. Hızla geçişine acınırken, bir şekilde dilimleyip böldüğümüz bir kavramtrak. Acıması yok, durup beklemesi hiç yok. O yüzden bırakın somurtup durmayı, gülün ulan!


Evet çekirge, en fenası "keşke" demek. 17 yaş civarımdayken, Kordon'da yaşlı bir amcayla teyze gülümseyerek kolumdan tutup, (artık kim bilir neye) deli gibi gülen bana şunu demişti: "Bu yaşının ve neşenin kıymetini bil, olur mu?". Gülümsemişlerdi ama ben duralamıştım biraz. Bir de etek, mor tişört ve mor Converse'imi beğendiğini söyleyip "Çok yakışmış!" demek için beni durduran, tanımadığım yaşlı teyzeye afallamıştım böyle. Durduk yere mutlu olmuştum ama. Yine gülerek devam etmiştim yola. "Aa, deli mi ne?" gülüşünden çok, "Ay, ne tatlı kadın!" gülüşü...

İnsan hep öyle kalacakmış gibi bir yanılgıya kapılıyor, ne garip. Bu "Allaam, uiy, yaşlanıyoruuum!" yazısı değil, az çok mutlu geçirdiğim hayatımı, mutlu devam ettirme isteği konusunda kendime bir uyarı. "Unutma, bu günler de geçecek. Bu anın da kıymetini bil" hatırlatması... Herkes mutlu olma derdinde, kimse mutlu etmekten bahsetmiyor. Bana kalırsa mutlu olmak, mutlu etmeye bağlı. Bazen kedi gıdısı ya da patisi olur, bazen anne sarılışı, bazen sevdicek öpücüğü...

Aghh, çok geyiğim lanet olsun ki esteban, ah açeydim kollarımı da sus diyeydimm, içindeki çocuğun kafasına vureydiiim!


Ailem, dostlarım, sevdiceğim, kedilerim... İyi ki varsınız ve hayatımdasınız! Mutlu olma, mutlu etme sebeplerim. Size veda etmek zorunda kalacağım an'ı hep öteliyorum beynimde. Öteden beri dibe itiyorum, düşünmek bile istemiyorum... (Az kaldı, "Beni sizler var ettiniiz, aylağınız size kurbaaaan olsun!" dememe)

Ne bu be, erken vasiyet gibi olmuş. Ee olmuşken, tam olsun madem; kitaplarımla fotoğraflarımı aileme, defterlerimle Şarlo kuklamı sevdiceğime, CD'lerimle gümüşlerimi arkadaşlarıma bırakıyorum. Fularlarımla deri ceketlerimi de en eski can dostuma... Başka da kayda değer bir şeyim yok zaten. Ha, kedilerimle pikabım var bak. Onlar da sevdiceğin olsun.

Fonda Hothouse Flowers'dan "An Emotional Time" çalıyor, nedense aklıma Faith No More'dan "Easy" geldi. Mike Patton, adamım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder