9 Ekim 2013 Çarşamba

Günler günlerin ardından

İstanbul-İzmir hattında geçiyor hayatım bu ara… Şikayetçi değilim. Hafta içi 5 gün İstanbul’da çalışıp eşimle ve kedilerimle olmaya, hafta sonları da İzmir’e gidip annemle abimin yanında kalmaya çalışıyorum. Onları yalnız bırakmak istemiyorum. Yoda-Obi ve kocam beni, ben abimle annemi teselli etmeye çalışıyoruz. Yoda sürekli kucağıma gelip göğsüme yatıyor ve bir karış mesafeden gözlerime bakıyor. Daha önce gözyaşlarımı yalamışlığı da var. Hisli çocuk. Gır gırlarken o, sıcacık oluyor. Sarılıyorum ben de.

İş ve işteki her şey saçma ve boş geliyor bazen. Monitöre boş boş bakıyorum, bazen de iş yapıyorum. Kelimeler, sağımdan solumdan vızıldayarak geçiyor. İnsanlar, çevremde görünmez bir daire varmış gibi davranıyor sanki. Hüzünle gülümsüyorlar. Sanırım ne diyeceklerini, nasıl teselli edeceklerini bilememekten ötürü şaşkınlar. Normal. Haklılar. Bazen gülüp bazen ağlıyorum çünkü, kendi haline bırakmak en iyisidir diye düşünüyorlardır belki. Kelimelerin içi boşalıyor bazı durumlarda. Bir bakış, omza hafifçe dokunup göz kırpmak daha anlamlı geliyor bazen. Yazmak da öyle. Her yere yazmak istiyorum, yazıyorum da. Belki birazcık iyi gelir diye. Sanki babam da okuyor. Kim bilir....

İzmir ise ayrı bir gezegen sanki. Her köşesi acıtıyor. Gittiğimde, evden pek çıkmıyoruz. Babam olsa sıkılır, her gittiğimde dediği gibi “E hadi, nereye götüreyim sizi gülüm?” derdi. Foça? Urla? Hangisini istersek... Bu hafta sonu gittiğimde, sabahın erken bir saatinde indim şehre. Evdekileri uyandırmamak için sabahın köründe mezarlığa gittim. Güneşliydi hava; ben, bir de birkaç yavru köpek vardı; o kadar. Ağladım, konuştum, dua ettim. Bir şeyler karalayıp bıraktım toprağına. İlkokuldayken harçlığıma zam istediğim minik notları bile sakladığı geldi sonra aklıma. Yazdığım her şeye kıymet verirmiş meğer.

Çiçeklerini suladım, ben geldiğimde kapalı olan çiçekçi açtı sonra; ordan aldığım mor papatyayı diktim ayak ucuna. Minik pet şişeyle sulamaya çalıştığımı gören oradaki işçiler (yeni mezarları kazıp aradaki kaldırımları yapıyorlar) koşa koşa gelip, çeşmeden doldurdukları bidonu verdi. Papatyayı aldığım çiçekçi de çapasını ödünç verdi sağolsun. İyi insanlar. Umarım çiçek tutar… Bahçıvanlıkta pek becerikli değilim ne yazık ki.
Eve başsağlığına gelenler oluyor, o yüzden akşamları evdeyiz. Babamın bana verdiği eski fotoğraflara bakıyorum. Hala sesi kulağımda. Kuş cıvıltısıyla çalan cep telefonunu arasam, o açacakmış gibi geliyor. Beyin, kabullenmemekte direniyor sanırım. Ki babam cep telefonuyla konuşmayı da pek sevmezdi, memur telefonunu saat 17 gibi kapatırdı. Çünkü o saatte evde olduğundan, arayan evden arar diye düşünürdü. Hem şarj bitmesin :) 

Geçen bayram Foça'ya yüzmeye gitmiştik ikimiz. Gerçi tüm ısrarıma rağmen babam su soğuk diye girmemişti :) O, Sait Faik'in "Lüzumsuz Adam"ını okumuştu, ben de Cemal Süreya'nın "Onüç Günün Mektupları"nı. Çabucak bitmişti ikisi de. "Peri Gazozu"nu önerecektim ona ama olmadı. Okusa severdi bence.

Emekli orman mühendisiydi babam. Ama evde oturacak emeklilerden olmadığı için, tur rehberliği yapıyordu. GAP, Karadeniz, Çanakkale, Bozcaada... en sevdiği rotalardı. Ama en çok da Karadeniz; ne de olsa yeşil, orman... Üzerinde çalıştığı gezi notları hala balkon masasında duruyor, tozlandılar ama kıpırdatmadık. Bayramda gideceği rota üzerine çalışıyormuş. 


Yoğurdun kaymağını kimse yemiyor, annemden gizli sıyırıp sokak kedilerine veriyorum bazen. Bazen de bir kaseye koyup dolaba kaldırıyorum, sanki gelip yiyecekmiş gibi. Safranbolu lokumlarını yiyen olmadığı gibi, televizyonun sesini de kimse açmıyor. Babam televizyonu da pek izlemezdi; uzuun diyaloglu, uzuun bakışmalı o dizilerden sıkılırdı. Kaplanlı aslanlı belgesel izledim İzmir'deyken. O da bunları izlemeyi severdi, diye düşünerek. Ki ben de severim. Birçok şeyimle ona benzediğimi fark ediyorum çoğu zaman. Yazı-kartpostal-mektup-tatlı-kedi sevgisi ve daha birçok şey... Ofisteki fotoğrafını görenler "Aynısınız!" diyor şaşkınlıkla.
Takvime baktım; babamın 40’ı 29 Ekim’e, 52’si 10 Kasım’a denk geliyor. Şaşırdım, bir daha hesapladım; doğruydu. Gülümsedim, niyeyse. Evdeki sığınağım fotoğraflar... Babamın gençlik fotoğraflarının arkasındaki notlara gülüyorum, lakabı 'Somya Ayhan'mış :) Uyumayı sevdiğinden herhalde.

Annem fotoğraflara henüz pek bakamıyor, evden dışarı da pek çıkmıyor; abim deniz kıyısına hava almaya götürdü hafta sonu. İyi geldi hepimize. Hava güzeldi. Denize baktık uzun uzun, elimizdeki bayat ekmek ve poğaçaları verecek martı bekledik. Bir tane bile yoktu, balıklara verdik biz de. 

Yanlarında oluşum, annemle abime iyi geliyordur umarım. Yaralarına ne kadar merhem olabilirim, bilmiyorum. Bir şekilde hayata karışacağız yavaş yavaş. Ne yapacağımı bilemesem de, yanlarında olmak istiyorum. Güzel anılardan konuşmak istiyorum. Evet, hayat devam ediyor biliyorum ama ateş düştüğü yeri yakıyor... Ve evet, babamı özledim.

4 yorum:

  1. Çok gençmiş baban, Allah kimseyi sevdiklerinden ayırmasın. İnan seninle birlikte bende ağlıyorum. Başın sağ olsun...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hareketli ve neşeliydi Nugi, her yere yürüyerek giderdi; sabahları jimnastik yapardı. Anlayamıyor insan, ama bir şey sebep olacak elbette. Amin ama hepimizin başına gelecek bir şey bu ve insan buna asla kendini hazırlayamıyor... Dostlar sağolsun, oy ağlama kıyamam yav.

      Sil
  2. İyi gelmez mi, nasıl iyi geliyordur annenle abine senin yanlarında olman. Ailecek kenetlenmek işte, ölümün tek getirdiği iyi şey belki :/ O bile buruk, biliyorum. Dün canım bitanecik ananemin 40'ı vardı, acı geçer derler ama daha öyle taze ki. Ananem gibi senin baban da güzel bir insanmış, burda anlattıkların bile bunu söylüyor. Onların bizim babamız ananemiz olmaları bizim için ne büyük şansmış ve umarım biz de onlara layık yaşamlar süreriz..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umarım iyi geliyordur Ceren, bu ara becerebildiğim tek şey bu... Kenetlenmek evet, kalanlara sarılmak. Gidenlerin yerine de. Sizin de başınız sağolsun. Bu ritüeller (40'ı, 52'si...) zaman geçtikçe bir şeyin değişmediğini gösteriyor sanki insana. Özlem daha da büyüyor, o burun direğinin sızlaması hiç geçmiyor. İnsan inanamıyormuş bir türlü bir daha sesini duyamayacağına, sarılamayacağına. Bunları düşünmek çok fena. İyi yürekli insandı. Bir de zannettiğimden de hassas ve duygusalmış babam. Evet, böyle bir babam olduğu için şanslıymışım ben. Umarım onun sevgisine layık bir insan olabilirim ve görebilirse bunu bir yerlerden, mutlu olur...

      Sil