11 Eylül 2014 Perşembe

Burgaz'da Fincan


Dün, Eylül'le barışma çabamda ilk adımı attım galiba. Beyle 3. evlilik yıldönümümüzdü ve mutlu uyandım dün sabah. Öyle filmlerdeki gibi enerjiyle fırlayamadım tabii yataktan, göbeği yana döndürüp kendimi ittirmek suretiyle inebildim. Olsun. Yogada da öyle diyor hem; yana dön, elinden destek alarak yüksel. Hop hop... Ofiste fena bir gün değildi ya da bana daha çekilebilir geldi, bilmiyorum. İnsan zorlarsa kafasına takmayabiliyor galiba, yoksa insanlar da zırvalıklar da aynı. Peh...

Pazartesiden kalan nefis bir dolunay vardı, Burgazada'ya gitmeye karar verdik. Bostancı'da oturuyoruz, Karaköy'e gitmekle aynı şey. Püfür püfür bir yolculuk ve  Kınalıada'dan sonra güzelim Burgazada'ya vardık. En sevdiğim ada. Hedefimiz, Fincan Restoran. Onu seçmemizin sebebiyse, renkli pantolonlarına kurban Vedat Milor. O kadar güzel şeyler yazmış ki burası hakkında, bunca zaman durduğumuz kabahat.

Ama haklıymış. Müşterilerle Rasim Sofuoğlu ilgileniyor, çakır mavi gözlü, hoşsohbet ve esprili biri. Mutfak, eşi Canan Hanım'a emanet. Mezelere bakmak için onun yanına gittik. İkisiyle de balıklardan mezelerden sohbet ettik. Mezelerin hepsi birbirinden şahane gözüküyordu, ancak ben bu dönemde her türlü deniz mahsülünü yiyemediğimden, uygununu (doktorun yi dediklerini) seçmeye uğraştık. Rasim Bey'in elleriyle 4-5 metre dipten çıkardığı canım midyelerle yapılan midyeli pilavda gözüm kaldı misal.


Affınıza sığınarak yazıyorum, tamamen tavsiye maksatlı...
Milor'un da övdüğü kırmızı soğanlı favayı tatmasam olmaz, zaten hastasıyım, yasak da değil; mis. Fava dışında, terleten (kızartılmış acı biberli ve yoğurtlu bir meze), Girit (közlenmiş biber içinde patlıcan ezme, peynirli versiyonu sanırım fincanakiydi), Selanik (patlıcan ezme), otlu peynir (kendileri yapıyorlar) söylüyoruz. Hepsi şahane. Vedat abinin önerilerine göz gezdirip asma yaprağında sardalya, balık köftesi ve daha ızgaraya gelmeyecek kadar yağlanmasa da takoz palamut, ahtapot ızgara geliyor masaya. Aynı anda da etrafımızı kediler sarıyor.

Gurme sayılmam ama hepsi çok güzeldi. Favorim palamut ve iskorpitle hazırlanan, içinde tarçın ve dolmalık fıstık da olan balık köftesi. Peşinden, arka bahçedeki meyve vermeyen asmanın taze yapraklarıya hazırlanan sardalya (Canan Hanım incecik sarmış). Hesap da çok insafsız gelmedi, bi dünya balık yendi neticede. Sadece rakı fiyatı abartıydı.



Yemek güzel, dibimizde deniz, tepemizde de dolunay olunca suyla bile sarhoş olabileceğimi fark ettim. Sol yan masamızda, vapurda birlikte geldiğimiz iki çok tatlı kadınla sohbet ettik biraz. Dolunay keyfi yapmak için gelmişler adaya. Bebeğe koymayı düşündüğümüz isim, tatlı kadının kızıyla aynı çıkınca, sonra da mevzu ta Kaş'a uzanınca "Bu bir işaret" deyip kikirdedik. 

Arka masamızda kurabiye gibi bir kız bebek vardı, sürekli kendince konuşan, düğme burunlu bir minnak. Yan masadaki teyzeler onu alıp masa masa gezdirdi, herkes bir makas aldı yanağından. Bütün meyhanede bir kaynaşma. Kurabiyenin adı Pera'ymış, pek güler yüzlüydü. "Biz kızın adını Pera koysak sülale ne der ovvv, yoksa koysak mı?" deyip gülüştük.


Sağ yan masamızda ise adalı ve mekanın müdavimi oldukları belli Mari ve dostları vardı. Bütün ada ahalisi önlerinden geçerken selam verip hasbıhal etti. Masadaki kırık Türkçeli tatlı amcayla şahane teyze de 53. evlilik yıldönümlerini kutluyormuş meğer, karşılıklı tebrikleştik. 53'e 3. Arada 50 koca yıl. Hey gidi... "Oo, sizin de 50 yıllarınız olsun, sağlıkla mutlulukla" dediler, makara muhabbet, vedalaşıp kalktık. Uzun sofra keyfimiz bitti. Kalktık ama sanki her gece ordaymışız da, yarın da yine yemekte buluşacakmışız gibi bir hisle. Saatlerdir suratımızda çakılı kalmış sırıtışla...


Ve sonrası adada uzuun bir yürüyüş, her eve ayrı ayrı bakıp hayran olma, kedilerin hepsine ayrı sırnaşma ve adada yaşama hayalleri... Dönüşte yine aynı ekip; teyzeler, dolunay ve biz. Ek olarak arkada keman çalıp fasıl ortamı yaratan amca ve bütün vapurun kulaklarını tıkamasına sebep 3-4 sarhoş. Çok güzel bir akşamdı. Burgazada'ya kış olmadan yolunuzu düşürün derim. İstanbul'dan başka bir yer orası, herkesin birbirini tanıdığı ayrı bir gezegen...


11 yorum:

  1. Merhaba bloğunuzu merakla takip ediyorum :) Sizde benim bloğuma uğrarsanız çok sevinirim :) sanatinsaklisirlari.blogspot.com

    YanıtlaSil
  2. Vay! Benim memleketime komşu gitmişsiniz. Ben Kınalı'lıyım. Ne iyi yapmışsınız. Ben çocukken ara ara ellerinde naylon poşetler, iki üç kişinin kafa kafaya verip, bir kayanın yamacında, kollarını suya daldırıp daldırıp çıkardıkları olurdu. Midye çıkartıyorlar derdi biri. Bir de martılar vardır midye meraklısı. Yolda yürürken beş metre ötene çaaaat diye diye bir şey düşer yukardan. Martının teki yukardan yere dalış yapma süretiyle midye kırar asfaltta. Sonra da gelip yer onu. Sen de "ulan kafama gelse kafam kırılır" dersin.
    Midye benim için böyle bir şeydir. Elini atsan denizden çıkacak. Fincan'a hiç gitmedim ama.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocukken Kınalıada'ya giderdik, kuzenim oranın yüzme takımındaydı. Tek hatırladığım, havuzun dibinde onu beklerken yanıp çorap izleriyle kalışım ve büfeden yediğim kaşarlı tostlar. Bir de üniversiteydeyken bir arkadaşımızın ailesinin Kınalıada'nın tepesinde evi vardı, oraya çıkıp bahçede yemek yer eğlenirdik. Ama öyle dik yokuşu vardı ki, bir şey bitince bakkala inesi gelmiyordu kimsenin :)

      Midye meraklısı martının yaptığını bir karga yapmıştı bana. Koca bir cevizi, kırılır sanıp kafama attıktan sonra öylece bakıp beklemişti, e kırılmadı bu? Hürmetler abi... Karga olunca insan "Kim attı lan bunu kafama?" da diyemiyor, tırs tırs yola devam. Özetle midye dolma severim (regl olduklarını öğrendiğimde çok şaşırmıştım), pilavına bayılırım ve Fincan'ı da naçizane tavsiye ederim sevgili küçük Joe. Ben yiyemiyorum, sen ye bari :)

      Sil
  3. çok çok özendim..her sene adalara gitsek diye hayal ederiz eşimle..ve yine gidemedik..
    nice mutlu aşk dolu sğalık dolu senelere.....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay o ka özenilecek bir şey değil, valla karar vermek yetiyormuş :) Biz de koca yaz yok kalabalıktır, bilmem nedir diye gitmedik adalara; hafta sonu zaten adım atılacak yer yok ama hafta içi nefis oluyormuş. Dönüş de dert değil, gece 2'ye kadar da motor var; nefis. Eylül geçmeden yapın. Benden demesi bak, pişman olmayacağınız garanti. İyi geliyor insana, bir bahane yaratın; yıldönümü vs beklemeyin.

      Çok teşekkür ederim güzel dileklerin için :)

      Sil
  4. Biz de Bostancıda oturuyoruz,her sene burgazadaya Sait Faik in evine gidiyoruz, 6 yaşına kadar oğlum Sait Faik amcalarda yemek yesek, Sait Faik amca artık ortaya çıksa da misafirlerine hoş geldin dese , Sait Faik amca benimle oynar mı diye her sene söylenirdi...Biz de bu cumartesi Burgazada yolcusuyuz..
    Allah sağlıklı sıhhatlı bebeğinizi kucağınıza almayı nasip etsin..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oy, komşuymuşuz :) Sait Faik'in evinde, en üst katta (sanırım çalışma odasında) küçücük pencereden deniz manzarasına dalardım ben de gittiğimde, "Demek burada yazıyormuş, vay" diyerek. Oğlunuz iyice benimsemiş Sait Faik amcayı, ne güzel. Tadını çıkarın benim için de, Fincan için hsonu rezervasyon gerekebiliyormuş. İyi dilekleriniz için çok teşekkürler, oğlunuzun yanaktan bir makas alın benim için; Sait Faik hikayelerini severek okuyacak bence büyüdüğünde.

      Sil
  5. şu istanbul'da bir adalara gidemedim, böyle de yazıyorsunuz robinson kuruz olup çıkıcam sayenizde efenim :P

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen gel, ben götürürüm seni adalara. Robinson da yaşamak için Burgaz'ı seçerdi bence, en güzel ve medeni ada orası :)

      Sil
    2. sen otur artık... biz Kız Bebe'yle gezicez! pabucun dama atılır, kusura bakma... ehiii :P

      Sil
  6. Oovv, şimdiden atılmış bile :) Tamam siz adaları gezin, arada biz de beyle festivallere konserlere, efenine söyleyeyim seyahatlere gidelim :P

    YanıtlaSil