14 Nisan 2015 Salı

Okursan eksilmezsin

Günler günlerin ardından... Defne eşekli kumaş kitabını dişliyor, ben çamaşır asmak için makinenin durmasını bekliyorum. Dişlediği kedili kitabın hışırı çıktı, eşekli de benzer şekilde, yenilerini almak lazım. Ağzına sokarak özümsüyor hepsini! Eğer minnak hanım birazcık olsun uyursa, öğleden sonra parka gideriz belki yine. Hava güzel, bahar şakayı bırakıp geldi galiba.

Kıza büyüdükçe nasıl kitaplar almalı, nereden başlamalı diye düşündüm demin. Güzel çocuk kitapları görünce içim gidiyor. Okumayı benim gibi sever mi? En çok hangi yazarı sever acaba? Marquez ve Ursula Le Guin, benim gibi onu da heyecanladırır mı? Hangisinden başlamak ister? Ben babamın kitaplığından başlamıştım. Yaşar Kemal ve Aziz Nesin kitaplarıyla, Oliver Twist ilk hatırladıklarım. Oliver Twist'e içim çıkarak ağladığımı hatırlıyorum.




Yaşar Kemal'in ardından aynı gün iki büyük yazar, Eduardo Galeano ile Günter Grass da göçtü buralardan. Uruguaylı Galeano ne güzel demiş, "Ben her zaman boğanın tarafını tuttum, matadorun değil. Ve hala aynı taraftayım." Hep kitap okuyamayanlar, kitap alacak parası olmayanlar, ezilenler için yazmış, kaybedenlerin tarafında, sömürünün karşısında yer almış bir yazar

Onların kuşağı eksildikçe, insan okuyacak yeni iyi şeyler bulamamaktan korkuyor. En azından ben. Sanki edebiyat onların zamanındaymış, şimdi çıkan bir sürü kitap ve gözümüze sokulan tanıtım kampanyasının arasında gerçekten 'iyi' olanları kaçırıyormuşuz gibi. Elbette bir sürü iyi yeni yazar da vardır ama, yeni filmlerden emin olamayıp daha önce sevdiğim bir filmi izlemeyi tercih edip risk alamadığım gibi, bazen de emin olmadığım bir kitabı/yazarı okumak yerine sevdiğim ve bildiğim yazar/kitaplara sığındığım oluyor benim de.

Okuyan insana karşı acımasızlık, küçümseme var bir de. Bir tür güç gösterisi, dış görünüşe göre aşağılama merakı... Vicdansız, sevimsiz Yalova valisinin, öğrencilerinin önünde "Bu saç sakal ne, dilenci gibisin!"  diye azarladığı matematik öğretmeni kalp krizinden öldü.  Edebiyata düşkün o öğretmenin öğrencilerine önerdiği kitap listesine bakıyorum da, o kılık kıyafete pek meraklı vali içlerinden kaç tanesini okumuştur acaba?  Öğrencileri için vasiyet gibi bir şey şimdi o liste. Bize de eksiklerimizi tamamlamamızı hatırlatıyor.



Kitap okuyan insanla okumayanın farkı bu kadar basit işte. Biri vali olmuş ama "Sakallıysan anarşistsin" diyecek kadar cahil, diğeri  de öğrencilerine matematikten fazlasını veren iyi bir öğretmen. Çalıştığım eski reklam ajansının patronunun "Bu kadar okudunuz da n'oldu, ben hiç kitap okumadım ama patron oldum, haha, sizse benim yanımda çalışıyorsunuz!" deyişi gedi gözümün önüne. Odadaki diğer reklam yazarıyla bakışıp sıvışmıştık odadan.  "Biz sana patron olamazsın demedik, adam olamazsın dedik." diyemedik haliyle... Ama öyle dermiş gibi baktık. Sanki kitap para kazanmak için okunuyor!

Ayrımcılık ve önyargı, yaygın hastalıklar... İzmir'de de zavallının biri metroda karşısında kitap okuyan genç bir adamın fotoğrafını çekip Facebook'ta paylaşarak aklınca dalga geçmiş. Terlikleri var, keko diye pek eğlenmiş! 




“Entel olcam kız tavlıcam diye kendini yırtan izban kekosu, terliklerine bayıldım" sözleriyle dalga geçtiği çocuğun zavallıya cevabı nefis: 

"Çalmıyorum, çalışarak kazanıyor, param yettiğince kitap almaya, kütüphaneye gitmeye çalışıyorum, çok utanç duyuyorum böyle bir insan olduğum için… Elbisem kirli, terliğim bindiğim metroya uygun değil işte zihnimi kirletemiyorum, utanıyorum… Ama her ne olursa olsun bana kitaplar böyle olmayı öğretti, insan olmayı, hayvanlaşıp çevremi kirletemiyorum üzgünüm, utanıyorum…”

Güzel kardeşim, sen ne utanacaksın terliklerinden, asıl karşındaki terliksi kendinden utansın! Fotoğraf çeken akıllı telefon alabildiğine göre, birkaç kitap da alıp okuyabilirmiş pekala.

Bir sürü kişiden kitap hediye etme teklifi gelmiş fotoğraftaki çocuğa, reddetmiş: “Çünkü ben o kitaba ücret ödersem yazarı kazanacak, yayınevi kazanacak, matbaada çalışan insan kazanacak, stantta duran öğrenci arkadaşımız ve kitapçılar kazanacak ve çoğalacağız.”

Böyle insanlar da var, iyi ki varlar be.  

1 Nisan 2015 Çarşamba

Gündem Zaytung olmuş, şaka ne ki

Bazen, Twitter'dan filan gündemi takip edip dehşete kapılmak yerine, Defne'nin yanına kıvrılıp horhor uyumak ve gözlerimi hiiç açmamak istiyorum. Saçma sapan, şaka gibi bir gün yaşadık dün, altından çıkacakları düşündükçe tüylerim  ürperiyor. Üçüncü sınıf polisiye, dandik gerilim filmi gibi.Kimsenin kurtulmadığı 'kurtarma' operasyonları, bütün ülkede kesilen elektrik filan. 

Bu kadar aptal yerine konmak, insanların yok yere ölmesi hepsinden asap bozucu. Karanlık, bir günle sınırlı kalmayacak, o çok belli. Biz telefonla hiçbir yere ulaşamaz, internete filan giremezken nükleer yasası da geçivermiş meclisten. E tabii bakın böyle olunca elektrik kesiliyor, nükleer santral şahane bir şey! Reklamı bile var, çocuklar E.T. filmindeki gibi topluca, neşe içinde bisiklete binyor filan.  Patlıyor yalnız arada, orası biraz şey işte... Hoş değil. Karanlıkta uyumak gibisi var mı?! Az biraz ışık, biraz aydınlık olsun be. Karardı içimiz. 




Sürekli kandırılıyoruz. 'Komplo Teorileri' filmindeki taksi şoförü gibi, korktuğumuz başımıza geliyor. Absürd bir filmin ortasındayız sanki. İleride bugünleri nasıl hatırlayacağız acaba? Ziyan edilmeyip 'saray' temizliğinde kullanılan elma-limon kabukları mütevazılığıyla anarız belki, kim bilir...


Oy, içim şişti! Şöyle bir yan çevirdim de kafamı, yatağının kenarındaki örtünün altına kafasını sokmak ya da battaniyeyle yüzünü örtmek gibi şeyler yapıyor Defne. Yatağında öyle yakalıyorum bu ara. Yeni keşfettiği bir şey sanırım, pek eğleniyor. Belki o da gizlenmek ihtiyacındadır. Kafasına çektiği battaniyeyi açınca güldü. Ne güzel, hiçbir şeyin farkında değil. Hayat ona mı güzel? Belki de. En azından bu zamanlar. Kedili , ağzına sokup durduğu hışırdayan kitabıyla mutlu. 


Bu ara çevremdeki 'Ay çocuk yapmalı mı, yapmamalı mı? Sen niye yaptın, sen niye yapmadın?' tartışmalarından gına geldi. Bırakın milleti rahat, bir şeyi de irdelemeyiverin. Bir şeyin arkasından da derin tahliller yapmayıverin. Herkes doğurmak, anne olmak zorunda değil. Doğurmayanın kadınlığına halel gelmiyor, eksik kalmıyor. Kendi kararı, tercihi olamaz mı? Doğurmak gibi doğurmamak da bir seçim. Her doğuran anne olmayı becerebiliyor mu ki? Bi huzur verin yahu kadınlara. 


Herkes kocaman kocaman laflar etmeye ne meraklı. Ne anne olmak, ne de olmamak korkaklık ya da cesaret. İkisinin de kendince sebepleri var ve kimse de öbürünü küçük görme hakkına sahip değil. Nedense çocuk yapanlarda yapmayanları, yapmayanlarda da yapanları hakir görme eğilimi var. Ben kendi adıma, isteyerek ve bilerek çocuk sahibi oldum. Evet, çok da zor. Hiç kolay değil. Zaman zaman çok da korkuyorum, onu iyi yetiştirebilecek miyim diye. Ay çok kutsal filan deyip zorluğunu yadsıyamam ama, kızımın yüzüne baktığımda  çok mutlu oluyorum ben. Onun büyüdüğünü, birlikte yolculuklara çıktığımızı, güzel vakit geçirdiğimizi, nefis muhabbet ettiğimizi hayal ediyorum. Gülümsüyorum. 

Proje anneler gibi 'şahane' yetiştireceğimi, mükemmel olacağını filan da iddia edemem. Ben mükemmel değilim ki. İyi ve mutlu bir insan olsun yeter. 

Çocuk yapanın da yapmayanın da kınandığı tuhaf bir dünya bu. Ne 'Annelik ah çok kutsal, ondan önce eksikmişim' abartmaları tarafındayım, ne de 'Ayh, ne banal, niye çocuk getirilir ki bu dünyaya, hıh' burnu havadalıkları hoşuma gidiyor. Kızım hayatımda olduğu için mutluyum,  zorlandığım yerler de var. Yok değil. Kimse bunlardan nahsetmiyor gerçi, makyajlı, kurgu lohusa fotoğraflarında bu anlar yok. Ağlayıp da susmadığında, ateşlenip de ben n'apacağımı bilemediğimde ya da aşı olurken canı yandığında kendimi fena hissediyorum. Sonra birden, o komik suratının ortasında ışıyan bir gülümseme beliriyor ve sırıtıveriyorum. Uyurkenki o yüz ifadesine bakıyorum, belki de huzur böyle bir şeydir diyorum. 





Şaka bile yapamadan 1 Nisan da bitti. Zaten milletçe şaka kaldıracak halimiz de kalmadı. Beceremiyoruz öyle komiklikleri, hayatımız Zaytung olmuş. Ortaokuldayken Alman öğretmenimizin sandalyesine şaka olsun diye uhu sürmüş bir arkadaşımız vardı. Ne salakça. Kadın da gülmemiş, ortalığı ayağa kaldırmıştı zaten. Topluca sınav kağıdına balık çizelim dediydik (düşündüm de o da salakçaymış), onda da inekler çark edip kağıtlarını bilgilerle doldurdular. Şaka yine kaka oldu. Velhasıl, şaka bizim neyimize. 

Neyse, yatıyorum ben. Obi yanımda horluyor. Kızın süüüt diye ağlamasına da az kaldı. Ekşınsız bir güne uyanır mıyız acaba? Kısmet...