20 Kasım 2013 Çarşamba

Keşke...

Sabah sabah okuduğum ve içime oturan haberi aynen alıntılıyorum. "Keşke" dememek ne kadar mümkün olabilirse artık... Bunları bilmek, biraz olsun silkelenip kendimize gelmemizi sağlar mı acaba? Birçok insanın gurur, ego ve inadından kurtulabileceğini sanmıyorum gerçi.



Avusturyalı Bronnie Ware, 8 yıl boyunca İngiltere’nin güneydoğusundaki bir kentte, palyatif bakım hemşiresi olarak çalışmış. Yani ölmek üzere olan hastaların son birkaç haftasına refakat etmiş. Ware bir anlamda, birçok insanın hayatının son dönemine hangi duygu ve düşüncelerin damgasını vurduğuna uzun yıllar tanık olmuş. Bronnie Ware edindiği bu tecrübeleri, hastalarıyla dertleşmelerinden çıkardığı sonuçları, bir kitapta derlemiş.

Hemşire Ware “Inspiration and Chai” adlı blogunda, amacının ömrü önünde uzanan diğer insanlara ilham vermek olduğunu paylaşıyor. Şimdilik sadece İngilizce baskısı bulunan kitabın adı “The Top Five Regrets of Dying”. Ölmek üzere olanların en büyük beş pişmanlığı, sırasıyla şöyle:

1. “Keşke kendi hayatımı yaşama cesaretini gösterebilseydim”
“Hayatının noktalanmak üzere olduğunu anlayan insanın, birçok hayalinin gerçekleşmediğini görmesi kolaylaşıyor. Benim refakat ettiğim, ölmek üzere olan hastaların çoğu, hayallerinin yarısını bile gerçekleştirememişti ve hepsi bunun en büyük sorumlusunun kendisi olduğunun farkında olarak hayata veda etti. Çünkü her biri çeşitli nedenlerden ötürü, kendi istedikleri hayatı yaşayacakları yerde başkalarının onlardan beklediği hayatı yaşamıştı.”

2. “Keşke o kadar çok çalışmasaydım”
“Ölümüne refakat ettiğim bütün erkek hastalarımın pişman olduğu ortak bir şey vardı. Hepsi evlatlarının çocukluk dönemini kaçırdıkları ve karısına daha fazla zaman ayıramadığı için pişmanlık duyuyordu. Gerçi kadınlar da aynı pişmanlığı dile getiriyordu ama çoğu ileri yaşlarda olduğu için, bu kadınların çok azı hayatı boyunca tam mesaili bir işte çalışmıştı. Ama erkekler istisnasız, iş dünyasının tekdüzeliği içinde o kadar çok zaman geçirdiği için pişmandı.”

3. “Keşke duygularımı açıklama cesareti gösterebilseydim”
“İlgilendiğim birçok kişi, hayatı boyunca durup dururken ‘ortamın ahengini bozmamak’ adına duygularını bastırmış. O nedenle de ortalama bir mutluluk yakalayabilmişler ama hiçbir zaman olmak istedikleri kişi olamamışlardı. Ve bence yakalandıkları birçok hastalığa da işte bu hayata küskünlük ve memnuniyetsizlik sebep olmuştu.”

4. “Keşke arkadaşlarımla daha fazla görüşseydim”
“Hastalarımın büyük bir kısmı, hayatlarının son haftasında sahip oldukları arkadaşlıkların ne kadar değerli olduğunu anladılar. Ama hemen hepsinin hayatı o kadar yoğun bir tempoyla geçmişti ki arkadaşlarını yıllar boyunca ihmal etmiş ve çoğuyla iletişimi kaybetmişlerdi. Ve maalesef birçoğuna, hayatına nokta koymadan önce eski arkadaşlarına ulaşmak ve onları bir kez daha görmek kısmet olmadı. Tecrübelerime dayanarak şunu kesinlikle söyleyebilirim: Ölmek üzere olan her insan, eski arkadaşlarını özlüyor.”

5. “Keşke daha mutlu olmama izin verseydim”
“Birçok insan hayatının son evresinde aslında ‘mutluluk’un kişisel bir tercih olduğunun farkına varıyor. Oysa insanlar hayatları boyunca mutluluğu keşfetmek yerine, eski alışkanlık ve kalıpları devam ettirerek yaşıyor. Değişim korkusu, insanları kendi kendilerini aldatmaya kadar götürüyor ve birçok kişi, sürdürdüğü hayattan mutlu olduğuna hem çevresini hem de kendini inandırıyor. Hem de içlerinde bir yerlerde, bütün kalbiyle gülmek ve yeniden hayattan tat almak için büyük bir özlem duymalarına rağmen.”

Gerçekten üzücü...

19 Kasım 2013 Salı

Sığınma evlerine destek

Van'daki bebelere atkı-bere-eldiven örme ya da hazırından alıp gönderme kampanyasından bahsetmiştim şurada. Annemin, kayınvalidemin, ananemin öreceklerini beklemeden hazır alıp da göndermeye çalışacağım. Gelince onlar da eklenir.

Şimdi de sığınma evlerindeki kadınlarla çocuklarının desteğe ihtiyacı var. Leylak Dalı'nın blogunda gördüm. Bu da Facebook sayfası. Giysi ihtiyacı çok fazlaymış. Havalar birden soğudu, kış sert geçiyor. Adı üzerinde sığınma evi, insanların birçok şeye ihtiyacı var.

Yeni alabileceğiniz gibi, temiz kullanılmış ikinci el kadın, kız ve erkek çocuk giysilerinizi aşağıdaki adrese gönderirseniz ihtiyacı olan sığınma evlerine ulaştırılacak. 

Adres: 
Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM) İletişim Fakültesi
Cebeci/ANKARA

Desteğiniz önemli. "Benim göndereceğim 2-3 parça giysiden ne olur ki?" demeyin. Blog, Facebook, Twitter... Ne kadar çok yerde paylaşabilirseniz, o kadar fazla kişi haberdar olur ve çok insana ulaşabilir yardımlar.

Rupee

Rupee, Kuzey Hindistan’da açlıktan ölmek üzereyken şu anki sahibi Joanna Lefson tarafından bulunmuş. Lefson, Rupee’un kurtulması için gerekli tüm tedavileri yaptırıp onu sahiplenmiş. Kısa zamanda sağlığına kavuşan Rupee, sahibiyle 10 gün kamp yaparak 17.000 feet (yaklaşık 5200 metreye) tırmanmış ve Everest'e tırmanan ilk köpek olmuş.

Sevimli ve şanslı Rupee, iyi ki kurtulmuşsun sokaklardan :) Mutlu fotoğraflarına bakılırsa hayatından memnun görünüyorsun. Güne birazcık da olsa mutlu başlattın, umarım başkalarının da suratında minik bir gülümseme yaratırsın...

* Haber ve görseller, Hayvan Severler'in Facebook sayfasından.




Jonestown

Yaşarken Yazılan Tarih sayfasını takip ediyorum Facebook'ta, bir sürü şey öğreniyorum oradan. Mesela dün, 35 sene önce gerçekleşen; belki benim gibi sizin de bildiği o korkunç  olayın yıldönümüymüş. Okuyunca kan donduran cinsten. 

18 Kasım 1978'te Güney Amerika’da, Guyana ormanlarında vaiz Jim Jones önderliğinde komün hayatı yaşayan "Halkın Tapınağı" isimli tarikatın 276’sı çocuk 911 üyesi zehir içerek topluca intihar etmiş. Daha doğrusu, Jim Jones tarafından intihara ikna edilmiş.

Müridler siyanürlü kokteyl ve enjektörler vasıtasıyla intihar ederken, koltuğunda ölü bulunan Jones'un kendini silahla vurduğu görülmüş. Ölümlerinin son derece kutsal olacağını söyleyerek son konuşmasını yapan Jones'un, bu konuşmasının ses kaydı bulunmuş.



Jonestown toplu ölümü, tüm dünyayı ayağa kaldırmış ve 11 Eylül saldırısına kadar ABD tarihinin en büyük ölçekli doğal olmayan felaketi olarak kalmış. 911 insan... Benzer bir korkunç olay için bkz Charles Manson.

911 insanın aynı anda hayatının son bulduğu olayla ilgili İngilizce bir belgesel seyretmek isterseniz buraya, başka fotoğraflar içinse şuraya tıklayabilirsiniz. Videoda çocuk korosu filan var, insan başta bu kadar korkunç olacağını düşünemiyor. Toplu histeri hali. Evet ruhları, güçleri vardı; ne oldu onlara?

Bu konuyla ilgili yorum yapan bir profesörse şöyle demiş:

"Olay sayılabilecek olan intihar değildir, neredeyse mantığa uygundur o. Çünkü Halkın Tapınağı üyeleri tarikata girdikleri andan itibaren kişiliklerini şeyhleri  Jim Jones'un ellerine teslim ettikleri için, birey olarak zaten bir çeşit ölüydüler. Tarikatın içinde erimek yolunu seçmişlerdi, fiziksel olarak yok olmaları işin bir gereğiydi artık, hatta mantığa uygun sonucu..."

Onca insanın intihar etmesi ya da intihara zorlanması inanılacak şey değil; çok korkunç. Akıl yitirtecek ölçüde hem de. Geçenlerde Holywood yıldızlarının tarikatlardan kurtuluş hikayesi vardı gazetede. Onlarınki biraz da şımarıklıktan, çok ün-çok para-n'apacağını bilememe hali... Tarikat mevzuları ziyadesiyle ürkütücü. İnsanların beyninin böyle yıkanabilmesine, çaresizliklerinden ya da mutsuzluklarından böylesi acımasız şekilde faydalanılmasına inanamıyorum. Acayip bir hipnoz hali mi ne?


Guyana ormanlarında öldürülen insanların durumu Holywood yıldızlarınınkinden daha korkunç elbette. Sadece zihnini böylesine teslim edebilmek, kendini bir insana böyle adayabilmek ürkütücü. Durum bizde de yıllardır tartışılır. 

O yüzden kendini dünyanın en yakışıklısı ilan edip çevresindeki botokslu hilkat garibeleriyle inşallah'lı maşallah'lı "sohbet eden" malum şahsa bu kadar sempatiyle bakıp videolarını filan paylaşamıyorum. Çok mide bulandırıcı. Çocuklarını okumak için şehir dışına gönderip bunların kucağına bilmeden atan ailelerin durumu ise çok acıklı. Bu yurtlara ses çıkaran olmuyor nedense...

18 Kasım 2013 Pazartesi

Hişt hişt


"Ben bir acayip oldum. Gözüm kimseyi görmüyor, kimsenin kapımı çalmasını istemiyorum. Dünyanın en sevimli insanları olan posta müvezzilerinin bile... Mahallemden pek memnunum. Yedi senedir çıkmadım oradan desem yeri. Hiç bir dostum da nerede oturduğumu bilmiyor.
...
Sabahları kalktım mı, koşarım doğru bir kahveye. Bu kahve tertemiz, yedi, sekiz masadan ibarettir. Sessiz insanlar gelir, gider. Bir köşede bezik, kaptıkaçtı, satranç oynarlar. Sahibi Frenkle Yahudi kırması bir hatundur. Dünyalar kadar iyi bir kadındır. Kahvesine girer girmez:

'- Bonjur mösyö' der, 'komantalevu?'

Lazım gelen cevabı veririm. O, bu cevapla kanmaz. Bana Fransızca herhalde pek hoş lakırdılar eder. Kimini anlar, kimini anlamam. Ne kadar vıy demek lazımsa der, bu vıy'ların arasına bir iki tane de no yerleştiririm. Rahat rahat anlaşırız. Elime Fransızca bir mecmua sıkıştırır. Ben de resimlerine bakar, anlayamadığım kelimeleri bir yere yazar, eve gidip lugata baktıktan sonra da anlar, ertesi sabah gelip de mecmuayı yeniden okuduğum zaman, 'vay anasına' derim."
(Lüzumsuz Adam, Sait Faik Abasıyanık)

Ben de bazen anlamadığım ya da anlamak istemediğim şeyler konuşulurken yeri geldikçe aralara "vıy" ve "no" serpiştirmek istiyorum. Hatta şimdi moda olduğu üzere "tilililiilii" ya da "le le le" bile sıkıştırabilirim yerine göre. Ama daha çok gazeteleri elimden fırlattıracak şeyler okuduğum için "vay anasına" daha münasip kaçar sanırım. Bu toplu kandırmaca, koca koca adamların müsameresi ne zaman bitecek acaba?


Babamla Foça'daki son günümüzde, onun elinde bu kitap vardı. Fotoğrafını çekmiştim, gözünde yakın gözlüğü elinde Lüzumsuz Adam'la... Denize girmemiş, kitabı bitirmişti yattığı şezlongda. Bugün Sait Faik'in doğumgünüymüş; iyi ki doğmuş, iyi ki yazmış... O yazmasa dediği gibi çıldırırdı belki, bizse eksik kalırdık.

Bu da 'Dülger Balığının Ölümü'nden:  

"Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak (…) İlk çağlardaki canavar halini bulacak. Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiç bir firsatı kaçırmayacağız." 

Yazar Doris Lessing de göçmüş bugün... Hayatını ve yazdıklarını ilginç bulduğum yazarlardandı. Huzur içinde olsun ruhu.



 Kedilere Dair kitabından:

 "Bej renkli (...) Ön ayakların bitiminde gümüşe çalan patiler. Kenarları beyazla çerçevelenmiş olduğu için simli gibi duran kulaklar dikilip, öne arkaya oynardı; dinleyerek, algılayarak. (...) Kuyruğu, ucu sanki diğer organlarının alamadığı mesajları alıyormuş gibi, bir başka boyutta oynardı. Hava kadar hafif, pür dikkat oturur, tüyleriyle, bıyıklarıyla, kulaklarıyla, bütün varlığıyla, bakar, işitir, hisseder, koklar, içine çekerdi. Eğer balık sudaki hareketin somutlaşmış, şekillenmiş haliyse, endamına bakılırsa kedi de hissedilmeyen havanın çizgiye dökülmüş ve biçimlenmiş hali.

Ah kedi; derdim, daha doğrusu tapınırdım: Güzeeeel kedi! Nefis kedi! Zarif kedi! İpek kedi! Tüylü baykuş gibi yumuşacık kedi, kelebek patili kedi, süslü kedi, inanılmaz kedi! Kedi, kedi, kedi, kedi."

Son kaplan


Son Anadolu kaplanını vurmasalardı eğer, İstanbul'a bir tepeden bakıp bunları söylerdi bence...

Fotoğraf, Zeitgeist Türkiye'nin Facebook sayfasından...

15 Kasım 2013 Cuma

Eskiler

Eski eşyalar beni hep hüzünlendirir. Terk edilmiş evler de öyle... Fotoğraflar Dan-Marbaix'ye ait. Marbaix, 5 yıl boyunca dünyanın dört bir yanındaki terk edilmiş binaların içini fotoğraflamış.

Eşyaların yalnızlığı iç burkucu. Bir zamanlar o evlerde birileri yaşıyordu, gülüp ağlıyordu, yemek yiyordu, bir şeyler yazıyordu, piyano çalıyordu, eski fotoğraflarla mektuplara bakıp ağlıyordu; daha bir sürü şey... O insanlar gidince kalan eşyaların  boynu bükük sanki.

Via





















Via