gezelim görelim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezelim görelim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Vapur, Salt Robinson, Duvarların Dili, uzun Cuma

İstanbul'un Anadolu yakası sakini olarak, ne zamandır yolumu Beyoğlu tarafına düşürememiştim. Üşengeçlik, tembellik vs dışında tipik İstanbul zorlukları işte. Göbekli halde hıncahınç dolu metrobüse binmeyi gözüm kesmiyordu, arabayla da deli trafik ve bulunamayan boş otopark yüzünden hevesim kaçıyordu. 

Hem beton deryasına dönen Taksim değil de, Tünel-Asmalımescit'teydi gideceğim yerler. Çözüm basitmiş: Arabayı Kadıköy'de vapur iskelesinin oradaki büyük otoparka bırak, Karaköy vapuru + tünelle Asmalımescit'e ulaş. Mis! Püfür püfür vapur yolculuğunu özlemişim. Trafik yok, üst üste binmiş insanlar yok. Rüzgar var, martı var, manzara var...





















Bu Cuma, Uzun Cuma'ydı Pera Müzesi'nde. Yani hem sergi gece 22'ye kadar açık, hem de ücretsiz. "Duvarların Dili" sergisini görmek istiyordum ne zamandır. İş çıkışı düştük yola. Önce Salt Beyoğlu'ndaki Robinson Crusoe Kitabevi'ne uğradık. Eski gözağrımın yeni yerini görmemiştim. Aklım hep eski dükkandaydı, üzülmüştüm oradan ayrılmak zorunda bırakılmalarına. Salt Beyoğlu'nun 4. katındaki yerleri gayet güzel olmuş; geniş, ferah... Karşılıklı raflardaki kitaplara bakarken, toto totoya geldiğiniz insanlara sürekli "Pardon" demeniz gerekmiyor. Eski yer, güzeldi evet ama acık samimiydi. Burada yeşilliklerle dolu bir balkon-teras benzeri bir yerleri bile var nefes alımlık. 




Burada kitapları oturup da karıştırabileceğiniz bir koltuk, kocaman da bir masa var. Piyano? Onun işlevini çözemedim. Belki küçük dinletiler oluyordur. Raflar arasında rahat rahat geziniliyor. Aradığım kitapları buldum, dükkan kapanıyor olmasaydı (20:00'de kapanış) azıcık daha kalıp birkaç tane daha karıştırmak isterdim. En azından kasadaki kibar çocuktan jelatinini açmasını rica ettiğim 100 liroluk yemek kitabını, neyse... 

Hamilelikte gözler de bozuluyormuş hafiften, 3 kez bakıp hala göremeyince yerini sorduğum Deliduman için "E önünüzdeki 3. bölümde" deyip sayemde beyle beraber pek eğlendiler, n'apalım bir süre köstebek de olacağız artık. Ama bey dahil hepsinin kahkahalarını duydum yani, kulaklara bir şey olmamış demek ki. RobKart'ın içindeki paralar da bitmemiş, hepsini onunla ödeyip cepten bir şey harcamayınca pek nefis bir alışveriş oldu.


Sergiye gelince... Duvarların Dili, graffiti ve sokak resmi örneklerinden oluşan bir sergi. Duvarlar, metrolar, trenler... Her yerden örnekler var. Memleketimizde ilk defa bu konuda bir sergi açılıyor, bu sergi bittikte sonra üstü boyansa bile eserler duvarın altında kalmaya devam edecek. Eh, bir Banksy yok elbette ama Keith Haring gibi sevdiğimiz adamların işleri mevcut. Haring'in ünlü desenleri, zamanında hip-hop plak kapağında bile yer almış.


Amerika'da 70'lerde başlayan akımın  günümüze uzanan örnekleri, sahiplerinin fotoğrafları, benim yabancısı olduğum hip-hop ve kaykaycı alemleri de var. Bir de alttaki gibi bu sergi için yapılmış işler. Fesli, kaytan bıyıklı uzaylı iyiymiş.





















Benim ilgimi en çok, C215 mahlaslı Fransız'ın işleri çekti. Duvardaki resimlerini fırçayla değil de, karton kalıpları ince ince kesip dantel işler gibi spreyle boyadığına inanamadım. Deli işi, ciddi emek istiyor. 


Kendini anlattığı videoda, aşama aşama nasıl uğraştığı yer alıyor. İzlerken insanın ağzı açık kalıyor. Tek tek kesiyor. Önceleri utanıyor, yaptıklarının fotoğraflarını çekip internete koymakla yetiniyormuş. İnsanlar ilgilendikçe kabuğunu kırmış. Kızının resimlerini dünyanın dört bir yanına (İtalya, İspanya) çizmiş; ağzında emzikle başlamış, kafasında bereyle 10 yaşına kadar gelmiş. Kız büyüdüğünde, kendini bir sürü ülkenin sokaklarındaki duvarlarda görünce mutlu olur herhalde. Ben olurdum yani.




Bunlar da hoşuma giden işlerden bazıları. Duvarı kaplayan endamlı abla, Logan Hicks'e ailt. Serginin daimisi Osman Hamdi'nin yeni gözdesi diyorlar kendisi için. Robinson, Pera rotasından sonra Otto Asmalımescit'e uğrayıp bir şeyler de atıştırdınız mı, tamamdır. Beyoğlu'nun Taksim tarafı elden gitse de Asmalımescit, Galata tarafı hala umut vaat ediyor. Buna sevindim doğrusu, İstiklal'in çorapçı-doncu dolmayan ender yerleri.





20 Haziran 2014 Cuma

Dolu ve İstanbul haritaları

Dün ofise pırıl pırıl havada güneş gözlüğü ve sandaletle gelip, yine sandaletle ama bu kez sağanak yağmur ve şemsiyeyle çıktım. Beyle yemek için gittiğimiz yere adımımızı atmıştık ki sağanak coştu, peşinden dolu başladı. Yemek boyunca da dinmedi. Biraz sakinledi gibi oldu, çıksak mı artık derken bir daha dolu indirdi. Sokaklar şelale. Eh, adamlar bütün akşam çay ve fırında tahin helvası ikram etmez, eve gitmemiz lazım. Durur gibi olunca çıktık, ama gökgürültüleri susmadı. İstanbul havası dalga geçiyor insanla. Yok HES, yok 3. ama dünyanın eeen büyük havaalanı için katledilen Kuzey Ormanları, yok nükleer ısrarı, doğayı çıldırttı işte. Haziran'da hortum, dolu... Durmak yok, yola devam. Bravo.


Arada şu cimcimeyle mercimeğini gördüm, anne iyi yetiştirmiş; yavrular ayak sesi duyunca pıtır pıtır kaçtı; bir tane meraklı arkadan bakakaldı sadece. Çok güzellerdi. Ben kedilere hallenirken, yanımıza yanaşan bir amca "Alman kedisi bu, çok da iyi bakıyor yavrularına" dedi. Alman kedisi? Hmm, peki, iyi akşamlaaar...


Geçen gördüğüm şu haritaları yazacaktım asıl. Eh, İstanbul'da gezecek yer çok. Ama içinde yaşayanlar olarak, günlük koşturmaca yüzünden biz bile çoğu mekandan haberdar olamıyoruz. Mantar gibi yeni mekanlar bitiveriyor her yerde. Turist kafasıyla gezmek, sokaklarında kaybolmak istiyor insan. Ama trafik, ciddi bir engel. "Şuraya gitsek?" "Of, şimdi çok trafik vardır orda" Kendi kendine ket vurma hali... En güzeli vapur. Püfür püfür...

İllüstratör Murat Palta'nın çizdiği, Eda Demir ve Cansu Elter'in editörlüğünü yaptığı "İstanbul'un Haritaları", bu anlamda eğlenceli bir çözüm sunmuş. Sürekli güncellemek gerekse de...

Minyatür tarzında ayrı ayrı kahve, kebap, sanat, bira ve konser mekanları, parklar, bisiklet rotaları, metro, semt semt İstanbullu ve turistlerin gözünden İstanbul haritaları hazırlanmış. Nerede kahve-bira içelim, nerede leziz kebap yiyelim, hangi sanat galerisini gezelim, hangi parkta ağaç dibine yayılalım, nerede hangi konseri izleyelim... hepsinin cevabı bu nostaljik görünümlü haritalarda...

Via

27 Şubat 2014 Perşembe

Ege de, otu da candır

Hafta sonu annemin yanında, İzmir'deydik. Güneşli ve güzeldi hava. İlk önce babama uğradık, papatyalar gelmiş çiçekçiye; onlardan aldım. Sonra da Alaçatı ve Çeşme'ye yollandık.

Yola çıktığımızda fark ettim ki, insanın kendini evinde hissettiği yerler ona daha iyi geliyor. Bilmediği yerler şahane maceralar ve keşif vaat etse de, bilindik yerlerin huzuru ve anıların tadı başka. Daha önce babamla gittiğimiz yerlerdi gittiğimiz çoğu yer, dolu dolu gözlerimiz  onu andı hep. "Burda sakızlı dondurma yemiştik, burda bit pazarı vardı eskiden, oraya gitmiştik, burda kumru yemiştik, burdan deniz girmiştik" diye diye dolandım bir sürü yeri.




İzmir'e ve Çeşme'ye ilk geldiğimiz zamanları hatırladım. 1988-89... Alaçatı'da hakkaten hiçbir şey yoktu ve babam orada bir tesisin peyzajını yapıyordu. Toprakta doğru düzgün bir şey yetişmiyor ve Çinlilerle ortak proje, babamı hayli yoruyordu filan. Yabancı sörfçüler rüzgarı-dalgası iyi diye geliyor ama kalacakları doğru düzgün bir tesis yok, oralar hep boş... Eda Taşpınar henüz buraları meşhur etmemiş, Bodrum sendromu başlamamış daha. İnsan şimdi Euro ile müşteri kabul eden pansiyonlara inanamıyor. Gittiğimiz gün bir sürü yerde inşaat vardı, oteller yaza hazırlanıyor. Şubat ayı için yine de kalabalık sayılırdı.

Dolanırken, masa üstünde güneşlenen şu tekire rastladım. Epeyce gırlayıp poz verdi ama sevmek için hallendiğimde yan masadaki tonton amca "Pati yemek istersen buyur" dedi. Hmm deyip göbeğine hamle ediverdim yine de.

 



Sonra küçük bir antikacı gördüm, dışarı bir sürü rozet çıkarmışlar, neredeyse binlerce.  Güzel şeyler vardı ama saçma sapan paralar isteyince hap kadar yaka iğnesine, şu flu kurabiye adamı aldım kös kös. Koleksiyoncu bir arkadaşıma Coca Cola iğneleri alacaktım, adamın dediği fiyatları duyunca hepsini yavaşça bıraktım yerine.







Beni  en çok heyecanlandıran kısım, Alaçatı pazarındaki otlar oldu. Cibez, arapsaçı, rezene, ısırgan, nane, hardal, turp otu, labada, ebegümeci... Sevdiğim bir sürü otun yanında isimlerini hiç duymadıklarımı da gördüm. Bici bici, iğnelik, dikme... Hepsinden almak istiyor insan ama annemin aldığı cibez, enginar, ıspanak da ziyadesiyle yetti. Ege otlarına merakınız varsa, 13-14 Nisan'da Alaçatı Ot Festivali'ni takviminize not düşün derim. Bu yıl dördüncüsü düzenleniyormuş. Muhtemelen çok kalabalık olur.  



Pazardan otları yüklenip Çeşme'deki arkadaşlarımıza gittik. Elimizde, Alaçatı'daki anne kızın işlettiği fırından aldığımız sakızlı kurabiye kutularıyla. Biz çay içerken, bahçede poz verir gibi duran bir başka tekir geldi dibime. Ama ağır abi havası vardı sanki biraz.

 

Bahçede muhabbet, sonrasında şahane otlarla kurulmuş bir sofra, sahilde akşam yürüyüşü... Anneme de bize de çok iyi geldi. Bu mevsimde de güzelmiş buralar. Sakin...




Bir de Çeşme sahildeki şu binayı çok beğendim. Eskiden bir şey palas oteliymiş, çok heybetli görünüyor. "Büyük Umutlar" filmindeki Paradiso Perduto gibi. Kim bilir '50'lilerde '60'larda burada ne eğlenceler, danslar, dedikodular, uuuvv yaşanmıştır. Eskimiş, yaldızları dökülmüş, o şaşaalı günleri geride kalmış ama bence hala çok güzel. Keşke aynen eskisi gibi restore edip açsalar. Çirkinleştirip bayağılaştırmadan, o zarafeti bozmadan...


Pazar günü, Sığacık pazarını tavaf ettikten sonra hafta sonumuz son buldu. Ama bence Sığacık Pazarı'ndaki otlar daha çeşitli ve  hesaplı. Pazar, kale içinde kuruluyor. Sığacıklı teyzeler baklava, börek, enginar dolması, salça, reçel, kabak çiçeği dolması... aklınıza gelecek her şeyi tezgahlarında satışa sunuyor. Hangisinden alacağını şaşırıyor insan. Şahane!

Labadayı, radikayı anladık da... Siz helvacı çoban düdüğü diye bir ot duydunuz mu allasen?

17 Şubat 2014 Pazartesi

inn

                
Hafta sonu, Kartepe Maşukiye taraflarına gittik 7 arkadaş. 4 araba düştük yollara. inn'de kaldık, isteyen bahçesine çadır kurdu, bizse yağmurda uğraşmamak için sobalı yerde kaldık. Sıcak sıcak... Taş ve ahşaptan yapılmış 2 dağ evi, soba, şömine...

Soba kısmına bayıldım, çocukluğumu anımsattı. Ormanda dolaştığım her an da, sanki babam yanımdaydı. Öyle hissettim. Kars'ta da öyle olmuştu, gölde, ormanda hep aklımda babam vardı. Ona anlatmak isterdim ne kadar güzel yerler olduğunu. Bazı şeyleri sevdiğin birine anlatamadıktan, onunla paylaşamadıktan sonra tadı yokmuş gerçekten.


 

 
Her şey çok güzeldi, inn'deki arkadaşlar bizim için trekking turu hazırlamış. İki takıma ayrılıp dağıtılan haritaları takip ederek, ormana gizlenmiş şişelerdeki diğer haritaları bulduk. Harita okumada pek becerikli olmasam da eğlendim.

İyi geldi temiz havada ormanda, ağaçlar arasında dolaşmak. Nefes aldı bünye. Ertesi gün, göle kadar yayılmış parkurdaki son şişeyi de bulduktan sonra orman turu bitti.


inn'de sucuk ekmek, mantı, Çerkes kahvaltısı, gözleme... bir sürü şey var. Herşey çok lezzetli ve elde hazırlanıyor, fiyatlar da gayet ehven. Trekking dışında kayak yapabilirsiniz. Kayak-snowboard malzemesi de kiralayabiliyorsunuz. Ne yazık ki kar yoktu, bir gün yağmurlu, ertesi gün güneşliydi. Biz ormanda ve göl kıyısında yürümeyi tercih ettik. Akşam da tabu, karaoke, tavla vs var. Biz karaoke yapanları izleyip kafi derecede güldükten sonra tabu oynamayı seçtik. Kafanız ve de sesiniz güzel değilse banyo dışında şarkı söylemek fena bir şey. Mekanın nefis köpeği Bulut'la oynamaksa bedava. Bir kulağı havada, diğeri aşağıda Bulut Bey. Hastası olduk maaile.





Çok güzel 2 gün geçirdik burası sayesinde. Pazar hava açtı, göl kıyısına indik bu sefer. Sapanca Gölü'nde su çok çekilmiş, balçığa dönmüş. Durum fena  ama yetkililer "Sıkıntı yok" diyor. Allah allah?


İstanbul'da yaşıyorsanız, bir hafta sonu kendinize bir güzellik yapın. Bünyeyi doğaya salın...

Kerem ve Hakan adlı iki genç ve düzgün adamın işlettiği inn'in iletişim bilgileri şöyle:

masukiyeinn@gmail.com
+90 555 560 76 95 
Kartepe Yolu 1. km No: 90 Maşukiye / Kocaeli