30 Aralık 2014 Salı

Defne'ye ilk mektup

Canım kuzum Defne, bugün tam 1 ay oldu sen hayatımıza katılalı. Sana ilk mektubumu da anca şimdi yazabiliyorum, bundan sonra daha sık yazmaya çalışırım. Söz. Sen büyüdüğünde hala blog diye bir şey kalır mı bilmem ama olsun... Demode bulursun belki de. Göz kırparak blog yazılır, hapşırıkla müzik indirilir belki sizin zamanınızda.

Hoş geldin dünyamıza, ailemize, hayatımıza Defne'cim... Umarım seversin burayı. Sevmen için birçok neden var; bazıları tam önünde duruyor olacak, bazılarını da çabalayıp sen bulacaksın. Mesela baban ve benim gibi doğayı seveceksin bence. Karadeniz yaylalarına çıktığında sislerin arasındaki dağlar, bulutların arasından sıyrılıp çıkıveren güneş, yağmur sonrası beliren gökkuşağı, babanla gittiğimiz kamplardaki o manzaralar... İnan hepsi görmeye değer, "İyi ki yaşıyorum be!" dedirten şeyler. Göl kenarında durup da baktığında göreceğin o her tondaki yeşille mavi içini açacak. Karlı bir mevsimde Kars'a gideceğiz mesela, uçsuz bucaksız pamuk beyazlığı göreceksin; peynir müzesi peşinde adını bilmediğimiz köylere bile gideriz belki seninle de, kim bilir...



"Deniz" var bak sonra, annenin içinden hiç çıkmayacak kadar çok sevdiği o koskoca masmavi su birikintisi... Ege'ye gideceğiz beraber, anneanneni İzmir'de ziyaret edip Çeşme, Urla, Seferihisar gezeceğiz. Ege'nin o güzelim pazarlarında dolanacağız sonra; hiç bilmediğin bir sürü sebze görüp ananenin pişireceği nefis ot yemeklerinin tadına bakacaksın. Radika, turpotu, cibez... Doğayı tanıman önemli. Çileğin ağaçta yetişmediğini, ayçekirdeğinin aslının günebakan olduğunu bil, dalından meyve yemenin tadına var isterim.

"Hayvanlar" var bak, saf ve sevgi  dolu; onlarla iç içe büyüyeceksin. Karşılıksız sever onlar bilir misin? Hem sokakta, hem evde birlikte yaşadığımız, bu dünyada komşuluk ettiğimiz canlar, kıymetli hepsi. 4.5 yıldır bizimle yaşayan Obi ve Yoda var mesela, karapati abilerin. Onlar seni çok merak ediyor, eminim iyi anlaşacaksınız. Sen içerideyken varlığını hissedip heyecanlanıyorlardı, şimdi sesin ve kokunla seni tanımaya çalışıyorlar. Tırmalamayan, ısırmayan sakin kediler onlar. Sen de onları sevecek, kuyruklarını çekmeyecek, canlarını yakmayacaksın bir tanem. Sokaktakiler var sonra; kuşlar, kediler, köpekler... onlara beraber yemek, su vereceğiz. Onların da "canlı" olduğunu, yaşamaya bizim kadar hakları olduğunu öğreneceksin zamanla. 

Vicdanlı ol, kalbinin sesine kulak ver hep... Umudun hep içindw bir yerlerde olsun, içini karartma. Haksızlıklara duyarsız kalma; ezme sakın, ezilme de. Hakkını savun...

Neşeli bir insan olmanı dilerim. Gülümsemen, kahkahan eksik olmasın. Espriyle bakabil birçok şeye, bu hafifletir hayatın ağırlığını. Somurtkanlıkla çekilmez inan. Bil ki kimse pıtpıtlamasa bile sırtını, omzunda ağlayacağın kimse olmadığını da düşünsen, babanla ben buradayız. Sevincinde ve üzüntünde, başarında ve kaybında... Her zaman.




Ağaçlar ve çiçekler var sonra, doğada binbir çeşidini göreceğin. İstanbul'un güzelim çiçekleri mesela. Boğaz'da erguvanları göstereceğiz sana, adının kaynağı defne ağacının yapraklarını koklayacaksın... Baharda binbir renge bürünecek her taraf, için açılacak. Saksıda yetiştireceğin minicik bir bitkinin mucizesine, elinle beslediğin bir hayvanın minnetine tanık olacaksın. Bazıları hoyrat davransa da çiçeklere, ağaçlara,  hayvanlara; sen yapmayacaksın öyle...

Hayatı anlamlandıran, çekilir kılan "arkadaşlar" ve "dostlar" var bak bir de... Senin seçtiğin insanlar olacak onlar, iyisini seçtiğinde iyi gününde, kötü gününde yanında olacaklar. Derdini, mutluluğunu paylaşacaklar. Anlayacaklar seni. Bazen bize anlatmadığın bazı şeyleri onlara anlatacaksın, bu kadar yakın olmanıza şaşıracaksın bazen. Güvenmeyi, paylaşmayı öğreneceksin onlarla. "İyi ki varsınız" diyeceksin. Adı üstünde arkadaş, sırtını yaslayacağın; arkanı dönecek kadar güveneceğin insanlar olacak onlar... İyi seç onları, hep hayatında ve yanında olsunlar.

E bir de "aşk" var, onu anlamak için zaman var daha. Ama yaşadığında anlayacaksın nasılsa. Kafan karışacak, karnında kelebekler uçuşacak, sarsılacaksın, acı çekeceksin ama yine de hoşuna gidecek bu his. Umarım mutlu sonla bitenini yaşarsın, birini keşfetmek çok eğlenceli inan. Babanla benim hikayemi anlatacağız sonra. "Nee, 7 yıl mı?!" diye şaşıracaksın beklememize, ama umarım sen de bizim gibi mutlu olursun.



Geceleri uyandığında seni pışpışlayan kısa saçlı kadın var ya, bak o senin anneannen. Neler atlattı bir bilsen... Seni o kadar çok seviyor ki, ilaç gibi geldin ona. Dünyaya gelirken bile onu bekledin sen. O gelmeden gelmedin yanımıza. Seni "kurabiyem" diye seviyor, öpmelere doyamıyor. Dayın da öyle, seni görmek için her hafta sonu onca yol tepiyor. Kucağında sen olunca nasıl gülüyor yüzü bir bilsen... Deden var bir de. Ama o sana, sen ona yetişemediniz ne yazık ki. Erken gitti hayatımızdan ve bu dünyadan. Keşke tanışabilseydiniz... İçimi acıtan tek şey bu kuzum. Keşke kesişseydi yollarınız, keşke onun da hayatında olsaydın. Anlatacağım sana dedenin nasıl biri olduğunu, fotoğraflarını göstereceğim; bence seveceksin onu. Hayatta olsaydı o seni çok severdi; doğayı, ağaçları, hayvanları, çocukluk anılarını anlatırdı sana. Komik hikayeleriyle güldürürdü seni de. Yazmayı ve okumayı ben onun sayesinde sevdim. Fotoğraf çekmeyi de. Işıklarla olsun...

Büyüdüğünde, sen de bir şeyler üretmenin, çalışmanın, başarılı olmanın, okuyup yazmanın, eğlenmenin, hayatın ve yaşamanın tadına varacaksın. Amacın olacak, hayallerin... Ama önce iyi bir insan ol. Adil, vicdanlı... olur mu? Sonra? 

Sonra seni bambaşka yerlere götürecek bir sürü güzel kitap okuyacak, eğlendirip yerinden hoplatacak şahane konserlere, merakla gezeceğin nefis sergilere gideceksin. Seni bambaşka dünyalara götürecek nefes kesici filmler izleyecek, leziz sofralarda dostlarınla olacak, güzel müzikler dinleyeceksin. Güzel bir kahvaltının mutlulukla ilgisi olduğunu keşfedeceksin. 

Evdeki arşivlerle fark edeceksin önce "edebiyat" ve "müzik" denen şeyi. Biz her ne kadar yol göstersek de, çevrende görüp kulağına/gözüne takılanlarla başlasan da, kendi zevkine göre seçeceksin bir süre sonra. Şekillenecek zevkin yavaş yavaş. Dinleyecek, okuyacak, izleyecek o kadar çok şey var ki! Bak müzik ve sinema konusunda babana güvenebilirsin, ben de kitaplar konusunda elimden geleni yaparım. Kitaplıklarımız, müzik ve film arşivlerimiz emrine amade. Dilediğince karıştır... Merak iyidir. 




Gezeceksin bol bol. Değişik kentleri, ülkeleri keşfedeceksin. Alıp başını gitmek iyidir. Hafifletir. Farklı kültürlerle insanlar tanıyacaksın. Tanıdıkça hoşgörün artacak, ufkun genişleyecek. Farklılıklara saygı duyacaksın yadırgamadan. Siyah ya da beyazdan ibaret değil hayat, yelpaze o kadar geniş ki. Kendine güvenecek, kendini, seveceksin. Her ne kadar "kızım", "bizim mi bu minik şey" desek de, sen ne bana ne babana aitsin. Kimseye ait değilsin. Özgür, özgüvenli ve mutlu bir kız olacaksın umarım ileride. Seni mutlu edecek ne varsa, elde etmen için destek olmaya çalışacağız  biz. Sonra zaten kendi ayaklarının üstünde duracaksın. 



Hayatta acılar, üzüntüler, kayıplar, başarısızlıklar, hayalkırıklıkları da var elbette. Onlara da alışacak, her biriyle kendince baş etmeye çalışacaksın. Elimizden geldiğince yanında olacağız biz. Güçlü olman, ayakta durabilmen için çabalayacağız. Dostların ve arkadaşlarınla yükünü hafifletmeye uğraşacağız. Yeter ki paylaş bizimle, saklama; saklanma...

"Biz yapamadık sen yap" anlamında yazmıyorum bunları, keşfet istiyorum sadece. Dünyayı, hayatı... Roma'ya git mesela, o güzelim heykellerle meydanları gör. Floransa'yı hele mutlaka gez. Venüs tablosunu incele dikkatle, köprüdeki sokak çalgıcılarını dinle, Berlin'deki duvar kalıntılarını gör, sakura ağaçlarının yağmurunu izle Japonya'da.



Bunları sana yazdım, çünkü daha 1 aydır olduğun bu dünyayı ve yaşamayı sev istedim. Bu ülkede bazen çekilmez hala gelse de yaşamak, sen kendin için yaşamaya dair güzel sebepler bul/yarat istedim. Hayatta olmak bir şans, değerli. Bizim hayatımıza geldiğin için biz çok mutluyuz; umarız sen de mutlu olursun. Seni çok seviyoruz, hayatın tadını doyasıya çıkar minik bebeğim. Tüm iyi dileklerimiz seninle...




Bak, yarın yeni bir yıl geliyor. 2015'e seninle merhaba diyoruz. En anlamlı hediyesi sensin bu yılın. Dilerim senin ve bu satırları okuyan okumayan tüm sevdiklerimiz için sağlıklı, keyifli, umut dolu; mutlu, barış dolu ve neşeli birçok yıl vardır önümüzde. Güzel şeyler olsun artık...

Sevgiler

Annen


Not: Herkes için şahane bir yıl olsun :)

20 Aralık 2014 Cumartesi

20'lik :)

Tam 20 gündür 'küçük' bir maruzatımız, tatlı bir meşguliyetimiz var hayatımızın ortasında... Cimcime Defnaaanım, sonunda dünyamıza teşrif etti. Bloga son yazıyı yazmamdan 1 gün sonra, 28 Kasım Cuma gecesi hastaneye koşturduk. Kız, önden suyu yollayıp "Ben geliyorum"un ilk işaretini çaktı. Aynı günün sabahı kontrole gitmiştim zaten, her şey de normal görünüyordu ama, kuzu biraz aceleciymiş. Gecesine yine hastanedeydik. Bu sefer doğum çantamızla.

Aceleci diyorum ama aslında beklemesi gerekenleri bekledi benim kızım. "Ben gelene kadar sabretsin" diyen ananesini (annem Perşembe akşamı geldi İzmir'den, radyoterapisi anca bitmişti; kız da ertesi akşam koşturdu bizi hastaneye), 4-5 gündür yurtdışında olan ve o cuma sabahı işbaşı yapan kadın doğum doktorumu... Daha n'apsın?

Eh, su geldi ama ertesi gün (cumartesi) öğleden sonra olduğu halde, sudan başka bir işaret (sancı, rahimde açılma) gelmeyince bütün bir gün suni sancı çektim. Serum askısını kendime kavalye edip doğumhane koridorlarında saatlerce yürüdüm, NST'ten kızımın kuş gibi atan kalbinin sesini dinledim ve 25 saat süren normal doğumun ardından, 30 Kasım'da geceyarısı minik kuzuyu kucağıma verdikleri o an, her şey uçup gitti. Çok acayip! O kadar sancı, saatlerce ıkınma, ağrı, kan kaybı... Bitti! Minicik bir şeyi koydular göğsüme. Mordan kırmızıya dönen rengini gördüm önce, miniminnacık kafasını fark ettim sonra. Saatlerdir o dışarı çıkmaya uğraşıyor, bense onu itmeye çalışıyordum. Yorgun düşmüştük. Onu gördüğüm ilk an ağlamışım, doğuma giren eşim anlattı. Farkında bile değildim. Ağlamasını duyduğum andan itibaren, ilk kontrolü ve temizliği bitse de kavuşsak diye sabırsızlıkla bekliyordum. İçimde hissedip ultrasondan kime benziyor tahminleri yaptığımız şey, kucağımdaydı işte. Avaz avaz ağlaması bitmiş, uyukluyordu.  



Ve aradan 20 gün geçti işte. 20 gündür gecemiz gündüzümüze karıştı, 7/24 sütçülüğe başladım, bazen yemek yemeye ya da duş almaya bile vakit bulamadım, uyusun diye telefondan saç kurutma makinesi sesi dinlettim (hakkaten işe yarıyor) ama... hepsine değer! Suratına baktıkça benim kızım olduğuna inanamıyorum, sanki birkaç gün bir arkadaşımın bebeğine bakıyordum. Minik süt vampirim benim, meme ucun yara olunca soğanı ikiye kesip memeye bağlayacaksın deseler gülerdim. Şimdi öyle şeylere gülmediğim gibi işe yaramalarına da şaşırmıyorum. Doğal yöntemlere saygım daha da arttı. Gülmeyin rica ederim. 

Bana "Normal doğuramazsın" diyen müdürüme "Size inat çatır çatır doğuracağım" demiştim. Ona inattan ziyade, doğalı bu olduğu ve kızımı bir an önce emzirmek istediğim için normal doğumu istedim. Çatım dar mı geniş mi, o muayene bile olmamıştı daha. Zordu, acılıydı ama nedense normal doğum denince aklıma düşen, ahırda (yoksa tarlada mıydı) korkunç sesler çıkarıp deli çığlıklar atarak doğum yapan Türkan Şoray filmindeki kadar da fena değildi yani.




Ve şimdi mimikleri saniye saniye değişen, süt emerken suratı şekilden şekile giren (o anları sadece ben görüyorum diye üzülüyorum bazen), karnı acıktı mı etinden et koparılmış gibi çığıran, memeyi bulamayınca sinirlenip memeye kafa atan, hıçkıran, hapşıran, pırtlayan ve altını dolduran mis kokulu tontik bir minnak kızım var. İyi ki gelmiş. O dünyaya ve bize, biz de ona alışmaya çalışıyoruz. Bir yerde okudum, bu ilk zamanlarda annesinin ayrı bir varlık olduğunu algılamıyormuş zaten, aynıyız sanıyormuş; pek güldüm. 

Oğlanların pabucu biraz dama atılır gibi oldu ama olacak o kadar. Kızın önce sesiyle, sonra hastane battaniyesindeki kokusuyla tanıdılar zaten. Sallanan pusetteyken de çevresinde bir iki tur döndüler. Yakında iyice kaynaşırlar. Bence iyi geçinecekler. 

Unuttular bizi  la
Beni üzen tek şey, keşke babam da Defne'yi görebilseydi... Öpüp koklasaydı, o hep istediği kız torun geldi ama zamanlama olmadı. Babam çok erken gitti hayatımızdan ve bu dünyadan. Dostum Z "Baban Defne'ye ömür verdi, emin ol görüyordur" dedi. Bilmiyorum, belki de. İkisi, babam ve Defne, birbirini severdi bence. Bir şekilde aralarında bir bağ olduğunu düşünmeden edemiyorum. Belki bazı huyları ya da bir mimiği, hali, tavrı babama; hiç tanımadığı dedesine benzeyecek. Babam sağ olsaydı kesin biraz büyüdüğünde Defne bitkisinin Latince adını söyler, Daphne'nin mitolojik öyküsünü anlatırdı ona. Ama olmadı. Minik kuzum, deden seni izliyor bir yerlerden...

Bugün yarı kırkı olan minnağı ilk kez sokağa çıkardım. Fırından ekmek, çiçekçi abladan kokina alıp küçük bir mahalle turu attık. Çingene abla "Ay nazar değmesin, bizim  oralarda lohusa da bebesi de karanlığa kalmasın kırkı çıkmadan derler" dedi ve dualarla yolladı bizi. Söz dinledim ben de, döndüm eve.



Kuzu bu kadar yazabilecek kadar oturmama müsaade ettiği için kendisini öpmeye ve beslemeye gidiyorum şimdi. Arkadaşıma takılırken dediğim gibi (söyleme esnasında göğüs yumruklanacak yalnız) anayım ben ana :)

Görüşmek üzere!