31 Aralık 2012 Pazartesi

Mutlu yıllar :)



Sevdiklerimizle geçireceğimiz, mutlu olup mutlu edeceğimiz,
üzmeyip üzülmeyeceğimiz,
akıl-beden-ruh sağlığımızın yerinde olacağı,
 kırıp kırılsak da affedip affedileceğimiz,
hayatın tadını doyasıya çıkaracağımız;
bir sürü kitap okuyup güzel konserlere gideceğimiz, şahane yerlere seyahat edeceğimiz,
umut, sevgi, barış ve heyecan dolu nefis bir yıl geçirmek dileğiyle!

28 Aralık 2012 Cuma

Vee artık zamanıdır

Sonunda! Aile ve dostlarla buluşmak üzere İzmir'e gitme vakti  geldi.

Yaşanan birçok şey; İstanbul'da, Ankara'da, Uludere'de, Türkiye'de olanlar içimde birikip katılaşmaya başladı ne zamandır. Gazete okumak, televizyonda olanları(n bir kısmını bile) izlemek içime dert oldu. Gidişat hayli karanlık ve can sıkıcı. Ama böyle gitmeyecek; bazı şeyleri ezip yok etmek, bazı şeyleri yok sayıp bu derece fütursuzlaşmak o kadar da kolay değil. Güzel günler göreceğiz hep birlikte... İnanmak istiyorum buna.

Kısacık bir süreliğine şehir değiştirince bunlar da değişecek mi peki, hayır. Ama pes etmeyen, direnen insanları görmek; yaratılmaya çalışılan korku imparatorluğunun da bir gün yıkılacağına dair kocaman bir umut...

Ben bir süre annemle babamın yanında olacağım için mutluyum o kadar. Özlemiştim...

 

27 Aralık 2012 Perşembe

Sebastião Salgado'dan şiir gibi Sibirya


Salgado: The larger sledges are driven by the women











Salgado: Crossing the Ob River to enter the Arctic Circle
Salgado: North of the Ob River, about 100km - a sled dog

Kaynak ve devamı için

Salgado: The Nenets are the true cowboys of Siberia
Salgado: These caravans of sledges carry the belongings of the families in the group
Salgado: At the end of the day, after leading the herd north across

Salgado: The caravan of sledges prepares to cross the Ob River

Tonton teyze

Hayatta bazı komik, beklenmedik anlar var ve insanı neşelendiriyor. 

Dün akşam metrodan çıktım, evimin sokağına döndüm. Sokağın başında şık paltolu, beyaz küt saçlı, tatlı bir yaşlı teyze duruyor. Böyle hanım hanımcık ve fakat ikircikli bir hali var. Tam ben geçerken usulca "Siz de mi buradan gideceksiniz?" dedi. "Evet" dedim. "Beraber yürüyelim mi?" dedi, başımla onayladım ve birlikte yürümeye başladık. 

Teyze: Ben normalde karanlığa pek kalmam evladım, tiyatroya gitmiştim; ondan geciktim.
Ben: Aa, öyle mi? Hangi oyuna gittiniz? 
T: Valla adını unuttum ama güzeldi, beğendim. 
B: Ben ne zamandır gitmedim tiyatroya. (Utanıp söylemedim ama galiba üniversiteden beri)
T: Ben de geçen sene gitmiştim en son. Kolunuza girebilir miyim kızım, dengem pek yok da. 
B: Tabii tabii. (Bir yandan da aklımdan kısacık bir sürecik de olsa paranoyak şeyler geçti, ah bu büyük şehir fenalığı. Hemen sildim kafamdan. Tonton teyzeyle kol kola yürüyoruz...) 
T: Teşekkür ederim evladım. 5'te çıktım oyundan, kaç saattir yoldayım. Trafik fena. 
B: Metroya binseydiniz keşke, daha çabuk gelirdiniz. 
T: Ay, metro çok karanlık; hiç sevmiyorum. Çok da merdiven var.
B: Haklısınız... Asansör var ama ona da hemen doluşuyorlar. 

(Bu arada işten güçten, çocuklarından, hayattan filan söz ederken sokağın sonuna geldik; evinin önüne kadar bıraktım teyzeyi. "İşte burası da benim apartman" dedi gülümseyip.) 

T: Sağlık en mühim şey güzel kızım. Çok teşekkür ederim. Daha iyi günlerde görüşelim inşallah, olur mu?

Ben dumur halde gülümseyip "Tabii, iyi akşamlar; iyi yıllar teyzecim" dedim. Ve sırıta sırıta eve geldim. Sanırsın teyze ananem, biz beraber dolaşmaya çıkmışız. O kadar samimi ve tatlıydı. Sanki kırkı yıldır tanışıyormuşuz gibi, çekincesiz... Yanaklarını sıkasım geldi yav.

 

Çoluk Çocuk'un devamı

Radyo Eksen'in sitesinde,  sevindiğim şu haberi gördüm: 

"Patti Smith ödüllü biyografisi Just Kids‘in devamını yazacak.Şair, anne, müzisyen ve punk akımının itici gücü Smith, 2010′da Türkçe’ye Çoluk Çocuk olarak çevrilen, ailesinin yanından ayrılışından Robert Mapplethorpe ile ilişkisine, o dönem tanıştığı rock yıldızlarından parasız geçen günlerine kadar biz okuyucuları tanık olarak davet ettiği biyaografisi ile National Book Award’ı kucaklamış, birçok kitap evinin en çok satanları arasında yer almıştı. Bu defa, daha çok müziğin başrolde olacağı, henüz adı paylaşılmayan kitap 2013′ün bir zamanında raflardaki yerini alacak."

Just Kids'i beğenmiştim. Sürükleyiciydi ve samimi kaleme alındığın hissettiren bir kitaptı. Devamında Hayalperest'i de okudum o da güzeldi ama ilk kitabı daha çok sevdim. Patti abla yazsın, ben okurum.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Kibar hanım

Dün akşam sonunda Saçaklaanım'la buluşabildik. Obi ile Yoda kendisiyle tanışmak için sabırsızlanıyordu. Epeyce sohbet-muhabbet derken, nasıl olduğunu anlamadan geceyi bulduk. Bana kalsa yatağını hazırlar, kahvaltısını ettirip öyle yollardım ama arkadaşı bekliyormuş. Pek sevindim kendisiyle bizzat tanıştığıma, bir dahaki sefer daha uzun görüşürüz umarım. Rövanş pek yakında İzmir'de :)

Gece Saçaklı Hanım'ı minibüse bindirip eve dönerken, tek gözü kör bir tekir hanım takıldı peşime pıtır pıtır. Issız sokakta eve yalnız dönmekten korkacağımı düşündü herhalde, bizim apartmana kadar hoplaya zıplaya eşlik etti bana. Durdum sonra merdivenlerde, o da durdu. Mırıldadı. 

Bir telefonla bey evden mama getirdi, sonra da bir tas su... Bıraktım bahçeye, biraz yedi kibar kibar. Kucağıma atladı, sevdim biraz; vedalaştık. Nasıl tatlı bir hanımdın sen kibar tekir... Sabah baktım, mamanın da suyun da çoğu duruyor; kendi yok ortalıkta. Kıyamam yav...

Alttakinin sol gözü olmayan, tatlı bir benzeriydi kendisi. (Bkz. temsili resim) Yirim.

ı

25 Aralık 2012 Salı

Salı konseri

Geçen hafta bugün, hafta içi etkinliğimiz İKSV Salon'daki Dark Dark Dark konseriydi. İKSV'den daha iyi bir konser salonu bekliyordum açıkçası, biraz hayal kırıklığına uğradım. Ama konser güzeldi.

Sakin sakin yerlerine geçip en sevdiğim şarkıyla (Who Needs Who) başladılar. Ve hüzünlü, melankolik şarkılar birbirini izledi. Solist Nona'nın (Marie Invie) utangaç bir hali vardı. Başı öne eğik keyboard'unu çalıp usul usul şarkılarını söyledi. Bir ara ayağa kalktı ama onda da, dar sahneye pek sığamadı kızcağız. 

 

Belki  sınıfta en arkada oturan, hafif tombul, gözlüklü, kimse bana dokunmasın diyen, asosyal, pek arkadaşı olmayan biriydi. Kim bilir... Öte yandan albüm kapağına çırılçıplak poz veren de biri. Ne yapacağı belli olmayan hallerini ve dövmelerini sevdim. Rock yıldızı havaları ya da kocaman kocaman halleri yoktu, kendi halindeliği hoşuma gitti. Bir ara akordeon ile trompeti aynı anda çalan Walt ise gerçekten takdire şayandı. Arada seyirciye teşekkür edip sakin takılmayı sürdürdüler. 

Çıkışta da muhabbetşinas klarinetçi Marshall ve davulcu Mark'ın taze taze imzaladıkları iki CD (Who Needs Who ile double CD  Wild Go & Bright Bright Bright)'yi alarak mutlu mesut eve yollandık. Yine gelsinler, dinler söyleriz biz mırıl mırıl. 

Şu şarkıyı da bir daha dinlemeye kimsenin itirazı olmaz sanırım.

23 Aralık 2012 Pazar

Benim dengemi bozmayınız

Dikkat! Pazar akşamı huysuzluğu, pazartesiye sesleniyor... Neyse, bu hafta çabuk geçer. 5 gün sonra İzmir. Heleloy!


 

21 Aralık 2012 Cuma

Gripli kıyamet

Malum kıyamet gününü evde geçirmekten mesudum aslında. Dünkü eğitim bünyeye pek yaramadı. Bir otelde iş arkadaşları ve müdürlerle hoplayıp zıplayarak "eğitilemediğim" gibi, sonrasında karlı buzlu havaya çıkınca üstüne bir de üşüttüm. 

İnsanların egosunun oyunda bile değişmediğini, "Benim dediğim yapılsın!" tavrını,  hiçbir şey yapmadan, çaba bile göstermeden  sadece kenardan bık bık konuşmasını görmek açısından enteresan bir deneyim oldu.  Kimse kimseyi dinlemedi, herkes aynı anda bağırıp durdu. "Ben ben" demekten, "biz" olmayı asla beceremeyecekler. Eğitmen amcayla eşi de bunu fark etti bence. Eğitimin amacı olan şey, ofise yansımayacak özetle.

Bugünüm ise sevdiceğin pişirdiği çorba ve ıhlamuru içip  mandalina yemekle, kedi gırıltısı (daha çok omzuma tüneyen bana yapışık Yoda gırıltısı) dinlemekle, "To Rome With Love" filmini uyuklayarak izlemekle (ki pek hoşlanmadım), akabinde peluş sabahlık içinde yatay mayışmayla geçti. Kafamda keçiler tepişiyor hala.

"Bol su, bol ıhlamur" dedi arkadaşım. Sözünü dinliyorum. Öğlen buluşacaktık onunla da, pazartesiye kaldı. Ta Almanya'lardan geldi, görmem lazım. İşe gitmedim, akşamki şirket yemeği de hava muhalefeti nedeniyle iptal olmuş zaten. İsabet. Mayaların yapamadığını kar yaptı, megaköy İstanbul kendi kıyametini yaşadı yine. Gazetelere bakmak bile ülkedeki kıyameti anlatıyor, Şirince'deki şaşkınlara selam olsun!

Geriye, gelişiyle kar ve soğuğu da İstanbul'a getiren (ehehe) Saçaklı Hanım'la buluşma ve İzmir öncesinde alınacak hediyeler kaldı. Kara şövalyeler kendisini beklemekte. Yılbaşı ışıklarımı astım, eğlencesine ciyu ciyu yanıp sönüyorlar. 

Biraz önce ofiste  en çok sevdiğim insan arayıp "Geçmiş olsun" dedi, duygulandım. Sonra bir sürü şey anlatıp güldürdü. Peynir'in annesi, sen bi tanesin!

Alttaki fotoğrafı da Fascinating Places'a gördüm. İnsanın ömrü uzar burada. Pek güzelmiş. 


Aescher Hotel - Appenzellerland (İsviçre)

17 Aralık 2012 Pazartesi

Ya tutarsa?

Hava yağmurlu ve karanlık... Kıyamet muhabbeti sürüyor. Cuma akşamı mecburi şirket yemeğinde olacağımızdan içim rahat. Aslında o gün Büyük Ev Ablukada ve Yasemin Mori konserleri var. Böyle zorlama organizasyonlara katılması gerekmeyen ve Şirince'ye kapağı atmamış faniler değerlendirebilir. NTV Tarih dergisi Aralık sayısında mevzuyu özetlemiş: "Kıyamet Maya'landı. Ya tutarsa?"

Neyse, koparsa da şu hipopotamla yavrusu gibin kaçarız. Kıyıdan kıyıdan...

16 Aralık 2012 Pazar

24 Kitchen & Jamie

12 Aralık 2012 sürprizlerinden minik Emre dışındaki, artık Türkiye'deki kabloluda yayına başlayan ünlü yemek kanalı 24 Kitchen HD oldu. 24 saat yemek yayını yapan bir kanal, şahane! Jamie Oliver,  Mario Batali, Lorraine Pascale, Anthony Bourdain... Hepsi burada! Birkaç gündür, özellikle haftasonu gözümüzü ayıramadan izliyoruz. Gywneth Paltrow da İspanya gurme turuyla arzı endam eyledi. Ünlü aşçıların ekranda 5 dakikada pişirdiği nefis yemekleri bir an önce yapmak için  sabırsızlanıyor insan.

Bazılarını National Geographic'ten de takip ediyorduk ama hepsinin bir arada olması şahane oldu. Jamie’nin 15 Dakikalık Yemekleri, Jamie’nin İngilteresi, Jamie ile Evde, Anthony Bourdain ile Lezzet Durakları, Lorraine Pascale ile Pratik Yemekler, Lezzetli Bayan Dahl ve Rudolf van Beek ile Hayatın Tadı gibi süper programlar arasında favorim, Jamie Oliver'ninkiler oldu.  Bir de Donna Hay var; şahane tatlılar, makarnalar, sandviçler yaptı kısa bir süre içinde. Onun programının sloganı da "Hızlı, Taze, Basit".


Jamie Oliver'ye birazdan değineceğim. Çikolataya düşkünlüğümden dikkatimi çeken bir başka insan Lorraine Pascale, kaşla göz arasında şahane pastalar, ev yapımı çikolatalar yaparak beni benden aldı. 

Lorraine Pascale
Anthony Bourdain ise 24 saat geçirdiği New York sokaklarında hot dog'tan, Kore mutfağına yemediğini bırakmadı. İzlerken ben doydum çatladım. İstanbul'da da benzer bir pisboğaz performans sergilemişti.

Anthony Bourdain
 24 Kitchen mutfakta eğlendirip yemek konusunda değişik bakış açıları kazandırması yönünden güzel, ama dilerim obeze dönüştürmez bizi :) İnsan izlerken tükürükleri paçasına sızıyor. 

Gelelim Jamie'ye... Dağınık saçları, eğlenceli tavırları ve peltek konuşmasıyla çok komik bir adam Jamie Oliver. Mutfakta olmaktan, yemek pişirmekten zevk aldığı çok belli. Kitapları, TV programları, restoranı var. Yemek dünyasına, anne ve babasının Essex'te işlettiği bir pub'la girmiş.  Çok başarılı bir şef. 1975 doğumlu, 4 çocuk babası bir İngiliz.

Kitaplarından televizyon programlarına, dergicilikten kendi adıyla satışa sunduğu mutfak malzemelerine, farklı ülkelerde onlarca restorandan uluslarası organizasyon işlerine, vakıf yöneticiliğinden ulusal yemek hareketi önderliğine geniş bir yelpazede çalışıyor. İtalyan mutfağına olan ilgisi ve sosyal sorumluluk projelerine katkıları da ayrıca takdire şayan.

Jamie Oliver
Mutfakta çok rahat. Kasmıyor. Jamie ile Evde'de izledik, kendisinin organik tarım yaptığı şahane bir bahçesi var. Bütün otları, sebzeleri ordan topluyor. Böcek ilacı bile kullanmayıp yararlı böceklerden yararlandığı, doğal bir bahçe bu. Dün, bezelye ve bakla ekiminin inceliklerini anlatıyordu. 15 dakikada pişirdikleri, gerçekten inanılmaz. 

İşleri ve projeleriyle ilgili siteler:

Odun ateşinde pişmiş yassı ekmeği, Britanya lezzetleriyle buluşturduğu mekanı.
http://www.unionjacksrestaurants.com/

Adam Pery Lang ile ortak olduğu, steak house tarzı barbekü restoranı. http://www.barbecoa.com/
 
Birçok ülkede toplam 33 restorandan oluşan,  şık, basit, lezzetli yemekler sunan zincir.
 www.jamieoliver.com/italian

Kraliçenin davetleri, prens-prenseslerin düğünleriyle partilerine catering servisi veren şirketi.
www.jamieoliver.com/fabulousfeasts

Holigan, serseri, uyuşturucu bağımlısı vb tutunamayanları toplayıp kurduğu vakıfta onları eğittiği ve içlerinden onbeşine vakıfla aynı adı taşıyan restoranını (Fifteen) 1 yıllığına emanet ettiği mekanı. (Büyüksün Jamie!)
 http://www.fifteen.net/

Öğren ve öğret esasına dayanan yemek okulu.
www.jamieoliver.com/recipease

14 Aralık 2012 Cuma

Brave

Dün akşam kuzenin yeni doğan, minik şeftali oğlunu görmeye hastaneye gittik. O kadar küçük ki... Bir sürü arkadaşımın bebeği oldu, hala yeni doğan bebeklerin avuç içim kadar kafalarını görünce şaşırıyorum. Anneden süt emmeye çalışırken yorulup uyuyakalmalarına da gülüyorum. Neyse, "Darısı başınıza"lar eşliğinde, cebimizde bebe çikolatasıyla çıktık hastaneden.

"Brave" filminin DVD'sini almıştık, onu izleyelim akşam dedik. Senaryo şahane olmasa da, teknik enfes idi. Kızın saçları at üstündeyken, tek tek dalgalanıyordu resmen. Beğendim ben filmi. Müziklerini özellikle, bir çizgi film için hakkaten iyilerdi. İskoç aksanı hele, oy oy.

Kelt müziği, İskoç diyarı, kızıl kıvırcık saç-yeşil göz kombinasyonuna sahip esas kız, ayılar, cadılar... hoşuma gitti. Teknoloji hayli ilerlemiş. Çizgi film diye yarım göz izlerken gözümü ayıramadım. Sonra Pixar'ın yaptığı her işi (özellikle Wall-E, Nemo) sevdiğimi fark ettim. Animasyon kaliteniz aşmış, evet. Filmin sonunda Steve Jobs'u da anmayı unutmamışlar. İnsanı iyi hissettiren filmlerden. Bu da trailer. 



13 Aralık 2012 Perşembe

13 Aralık

"Bu ülkede çocuklara yer yok. Başka ülkelerde varmış, her tarafı yeşil ülkelerde. Biz, büyük bir sabırsızlıkla çocukların büyümelerini bekliyoruz. Onların kafalarına vuruyoruz, adam olmaları için. Seniyezitseni olarak görüyoruz onları. Kafalarını tıraş ediyoruz çabuk büyüsünler diye. Benim içimdeki çocuk büyümedi. (Yirmiüçnisanda onu da bir saatlik başbakan yapsalardı belki büyürdü. Hayır, büyümezdi.)

Yıllardır taşıyorum içimdeki çocuğu; yaşamadığı için büyümedi hiç, amcası. Öğretmenim! Efendim? Ben evlendim. Ağzınıza biber koyarım, susun bakalım. Evlilikten ağzım çok yandı, öğretmenim. Biz çocuk gibiyiz, değil mi Sevgi? Evet canım, çocuk gibiyiz. Çocukluk ettim, öğretmenim: Ülkemizin sorunlarını çözdüğüm gibi, evliliğin içinden de kolayca çıkacağımı düşündüm. Oysa, heykelbüyükadamlar bile, evlerinde, kim bilir ne zorluklarla karşılaşmışlardır, değil mi? ‘Bu-akşam-ona-evlenme-teklif-edeceğim-nasıl-olur-daha-elini-bile-tutmadım’ sorunu nasıl çözülür öğretmenim?

Daha önce vatandaş olarak sorumluluklarımızı bilmeliyiz çocuklar; büyüklerimize karşı ödevlerimizi öğrenmeliyiz. Öğretmenim! Ben, başbakan oldum; ülkemizi yataktan idare ediyorum. Sonra, yataktan kalktım, öğretmenim; Sevgi’ye giderek teklifimi ona bildirmeğe karar verdim: Ben, aşağıdaki sözleri, aklım başımda(pek değildi galiba) ve hiçbir etki altında… Sonra, tozlu yollarda dolaştım, öğretmenim; hemen gidemedim. Güneşi hatırlıyorum, öğretmenim. Çünkü, ülkemizde güneş olmasaydı, toz olmazdı. (Batı ülkeleri temiz olmalarını güneşsizliklerine borçludurlar.) Yolda, bir vitrinin önünden geçerken gözüm camdaki görüntüme takıldı öğretmenim: Gömleğimin arkası, pantalonumun üstünden sarkıyordu, pantalonum da boru gibi olmuştu. Ayaklarıma baktım: Bütün gün tozlu yollarda dolaştığımı anladım.”

(1977'de alıp başını giden Oğuz Atay'ın "Tehlikeli Oyunlar"ından)


13 Aralık da böyle bir günmüş işte. 35 yıl önce göçüp giden bir yazarın yazdıkları ölümünden sonra anlaşılırken, 32 yıl önce taze bir fidan daha 17 yaşında söküp alınmış hayattan... Bu son mektubu yollayıp anacığına.



"Hissiyatımızın tarihçisi"

"Önce kendini tanıtmalısın, yaptıklarınla ispat etmelisin kendini. Başkaları nasıl yapmışsa, nasıl yapıyorsa öyle davranmalısın. Kendini önce başkalarına kabul ettirmelisin ki biz de öyle kabul edebilelim. Bunun için de belki ölmelisin. Unutulmalısın. Unutulan herkesin hatırlanması için ne kadar zaman geçiyorsa, o kadar zaman geçirmelisin mezarda. Orda bile acele etmemelisin. Senden önce ölüp, senden önce unutulanlar ve hatırlanmayanlar var. Dur bakalım, dur hele. Sıranı bekle."

(Tutunamayanlar'dan)
   
"Benden gerçek bir söz  istiyorsan şunu derim. Başkalarının yaptığı kötü şeyler değil, senin yaptıkların ilgilendirsin seni. Gençliğimden beri bilirim ki, insan başkalarındaki kötülükleri görerek iyi olmaz. 'Sen herkesi kötülemez misin' diyeceksin. Bana da bakma. Benden de 'varsa' iyi şeyler öğren."

(Bülent Korman'a yazdığı son mektuplardan)

35 yıl önce bugün göçüp gitmiş Oğuz Atay'dan kalan birkaç satır...

12 Aralık 2012 Çarşamba

12.12.12 ve 21.12.2012

Fotoğraf: Hobbiton, New Zealand

Movie named The Hobbit: An Unexpected Journey (2012) is shot here.
Hobbiton, Yeni Zelanda
"The Hobbit: An Unexpected Journey" filmi yukarıdaki şahane yerde çekilmiş. 21 Aralık'ta kıyamet kopacak madem, ofistekilerle iş yemeğinde olmak yerine şöyle huzurlu bir yerde olsaydık bari.  İş yemeğindeyken mi batacak dünya, ne fena...



Öte yandan millet 12.12.12 kafasındayken, ben rüyamda üstteki gibi uçan evler, uçan evimize pencereden giren meraklı komşu teyzeler filan görüyorum. Aşure kaselerini soruyorlar durmadan. 
 
P.S.
2-3 hafta sonra beklenirken, dünyamıza teşrif etmek için tam da bugünü seçen minik Emre! Hoş geldin :) Dilerim çok mutlu bir hayatın olur. Sağlıkla, neşeyle, şanslı ve umut dolu günlerle geçirirsin ömrünü. Bak kuzenim diye demiyorum, baban çok iyi bir adam. Annen de öyle. Benden sana tüyo, seni çok seviyorlar.  :)

11 Aralık 2012 Salı

Binalar

Cumartesi gecesi etkinliği Borusan Müzik'te, Gunnar Halle ile beraber çalan 123'ün konseriydi. Fıccın'da mantı ve çerkeztavuğu yiyerek hazırlandığımız konserden, müziklerini sevsem de bu kadar iyi bir performans beklemiyordum ne yalan söyleyeyim... Konser sonrası koşturduğumuz Jadore ise çikolatalı tatlı haneme yıldızlı pekiyiyle eklendi. Çikolata cenneti.

123'ün şarkılarını, nefis sesli insan Dilara Sakpınar'ın sahnedeki eğlenceli hallerini pek beğendik. İlhan Erşahin'in yeğeni, orkestra şefi bir babanın (Ender Sakpınar) kızı olunca insan, böyle şahane sesli ve cool olabiliyormuş demek. İmreniyor insan doğrusu. Grubun geri kalanına da haksızlık etmeyelim ayıptır, hepsi iyiydi. Ama solist ön plandadır hep, yapacak bir şey yok.

Dilara Sakpınar'ın bir de oyuncaklı elbisesi vardı. Göğüsten kuşakla sarılı, kısa, siyah ve güzel bir elbise. Konserin ortasında arkada fiyonk olan kuşağı açıp ce-ee yapınca, elbisenin göğüs kısmındaki kırmızı dudak ortaya açıktı. Aslı Filinta tasarımıymış. Beğendik. Konserdeki tek falso, en öndeki masalarda Türk Sanat Musikisi dinler bir edayla oturan suratsız ve de donuk insanlardı. Dilara ne kadar uğraşsa da, beton dökülmüş arkadaşları hareketlendiremedi. Biz üst katta ayakta pek eğlendik halbuki.

Fotoğraf

10 Aralık 2012 Pazartesi

Big brother is watching you

Stéphane Massa-Bidal, sosyal medya sitelerini retro kitap kapaklarıyla anlatmış. Kapaklardaki sözler ise George Orwell, Shakespeare gibi isimlerin ünlü sözlerine atıfta bulunuyor. 
 






8 Aralık 2012 Cumartesi

Love Street

Jim Morrison'ın doğum günüymüş bugün. Yaşasaydı 69 yaşında olacaktı. Nasıl birine benzeyeceğini asla öğrenemeyeceğiz. Rock star olmak böyle bir şey sanırım, hızlı yaşa genç öl.  Sıradışı bir müzisyenmiş JimMorrison. Duyarlı bir adam, şahane bir söz yazarı...



The Doors şarkıları bana hep İzmir Kordon'daki gençlik günlerimi hatırlatıyor. Daha umursamaz, daha neşeli, daha uzun saçlı ve daha zayıf olduğum zamanları... Güzel günlerdi. Her şey çok daha başka görünüyor gerçekten o günleri düşününce. 

En sevdiğim The Doors parçalarından biri olan Love Street'i şuracığa iliştiriyor ve herkese şahane bir hafta sonu diliyorum...


Take five

Hafta sonu müziği, 3 gün önce hayatını kaybeden Amerikalı caz piyanisti Dave (David Warren) Brubeck için gelsin. Aşağıda videosu olan caz bestesi, herkesin kulağına aşina gelecektir eminim. Filmlerde de kullanılmış bir şarkı. "Take Five", Brubeck bestesi değil ama onunla ünlenmiş. (Parçanın bestecisi, çok yakın arkadaşı Paul Desmond)  

"İyi caz müziğini siyahlar yapar" klişesine verilmiş bembeyaz bir yanıt Dave Brubeck. "Cazı beyaza boyayan adam" sözü onun için söylenmiş. Hepsi profesyonel müzisyen olan 6 çocuğundan biri, İstanbul'da yaşayan oğlu Darius; bir süre Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğretim görevlisiymiş."Time Out" albümündeki aksak ritimleri, İzmir'de kültür elçisi olarak bulunduğu dönemde izlediği zeybek oyunu ve ayakkabı boyacılarının temposundan aldığına dair bir bilgi de var hakkında. Türkiye'ye hiç yabancı bir müzisyen değilmiş. Söylendiğine göre ileri derecede bozuk gözleri yüzünden nota okuyamadığı için okuldan mezun olurken, müzik  öğretmeni olmayacağına dair imza almışlar kendisinden.

Cumartesimin bir kısmını yiyen doktor macerası esnasında, MR içinde uyuklarken kulaklıktan "Knockin' on Heaven's Door"un caz versiyonuyla "Take Five"ı dinletmeleri de ilginç bir tesadüf oldu. 

Veteriner olmaya niyetlenmişken müzisyen olan Brubeck'in ölüm ve doğum günleri arasındaki yakınlık  acayipmiş. 6 Aralık 1920'de doğup 5 Aralık 2012'de göçmüş. Aralık'ta başlayıp Aralık'ta biten 92 yıllık bir ömür...

"Take Five" dinlerken bir yandan da kedi kumu değiştirmek, evi toparlamak gibi işlere girişeyim. Bir ara da yılbaşı kartlarımı yazarım. İstanbul'da hava güneşli, dünkü dinmeyen yağmurdan sonra açık hava pek güzel geldi. Akşamın etkinliği ise 123 ve Gunnar Halle konseri. Yaşasın cumartesi!

7 Aralık 2012 Cuma

İnci'ye veda

İnci Pastanesi ile ilgili endişeler ta ne zamadır ortadaydı. Ve sonunda protestolara rağmen, "kentleşme" adıyla yutturulan maval, İnci Pastanesi'ni de aldı. Koca dev, onu da yuttu. Yılların İnci Pastanesi, bugün boşaltılıyor! Hem de polis zoruyla, zorla! Yağmurlu bir günde eşyaları, kapısına yanaşmış kamyonete dolduruluyor. Haber bile verilmeden, yangından mal kaçırır gibi! Yalan da değil aslında, bu bazı anılar için bir yangın.



Haydarpaşa Garı, Emek Sineması, İnci Pastanesi... Geçmişten günümüze hiçbir güzellik direnemiyor. Hepsi AVM denen karman çorman dükkanlara dönüştürülüyor. Bu dönüştürme de değil, yok etme. Kültür mirası denen şey, sadece camiden saraydan mı ibaret sanıyorsunuz?

İleride çocuklarımıza anlatacağımız hiçbir mekan kalmayacak neredeyse. "Babanla eskiden burada Uludağ pastası ve profiterol yerdik. Bu gardan trene binip Ankara'ya giderdik. Festival filmlerinin çoğunu da bu güzel sinemada izledik" demek mümkün olmayacak. Beyoğlu'nun, İstanbul'un hafızası siliniyor. Titizlikle, yavaş yavaş... Bir kent yavaş yavaş kimliksizleştiriliyor. Her taraf sevimsiz, soğuk binalarla dolduruluyor, ne yazık...

Fotoğraf: Bundan tam 68 yıl önce, 1944'te bir atölyede pişirdiği efsane profiterolleri Beyoğlu pastanelerine dağıtan Luka Zigoris, İstiklal Caddesi No:124'deki dükkânı kiralayarak İnci Pastanesi'ni açar. O gün bugündür pastane masalarında sayısız hikâye yaşanır. Kimbilir ne aşklar doğar, bugün özlem ve hayranlıkla andığımız kimler oturur... 2012 yılında İnci Pastanesi direnişe rağmen tahliye edilir. Özlemle anacağımız tarihî mekânlarımıza böylece bir yenisi eklenmiş olur. Biz Avrupa seyahatlerinde Hemingway'in müdavimi olduğu kafeyi, Kafka'nın evini ziyaret ededuralım, burnumuzun dibinde sayısız hikâyenin şahidi masalar varlığı üç gün sonra unutulmak üzere önümüzden alınır, kaldırılır, gider.
Alttaki satırlara katılmamak elde değil.

"Bundan tam 68 yıl önce, 1944'te bir atölyede pişirdiği efsane profiterolleri Beyoğlu pastanelerine dağıtan Luka Zigoris, İstiklal Caddesi No:124'deki dükkanı kiralayarak İnci Pastanesi'ni açar. O gün bugündür pastane masalarında sayısız hikaye yaşanır. Kimbilir ne aşklar doğar, bugün özlem ve hayranlıkla andığımız kimler oturur masalarında... 2012 yılında İnci Pastanesi direnişe rağmen tahliye edilir. Özlemle anacağımız tarihî mekanlarımıza böylece bir yenisi eklenmiş olur. Biz Avrupa seyahatlerinde Hemingway'in müdavimi olduğu kafeyi, Kafka'nın evini ziyaret ededuralım, burnumuzun dibinde sayısız hikayenin şahidi masalar varlığı üç gün sonra unutulmak üzere önümüzden alınır, kaldırılır, gider..."

Kuzulu yol

Dün gece beyin doğum günü kutlaması için sevdiğimiz meyhaneye yollandık. Arkadaşlar da sürprizimi bozmayıp peşpeşe masaya damlayınca, gece daha nefis oldu. Muhabbet geç saate kadar sürdü. Özetle kafam kazan, alnımın orta yerinde ise eşşekler koşuyor.

Tam enerji toplamak lazım diyordum ki, ofisten bir arkadaş aşure ikram etti. Kayınvalidesi yapmış. Ne ka iyi bir insan! Öğlene kadar epeyce idare eder beni bu. Aklıma bize aşure ikram eden komşunun kasesini neyle doldurup geri vereceğim geldi bu arada. Neyse...  Hafta sonu, ne iyi ettin de geldin... Senin için güzel planlarımız var.

Sabah internette dolanırken, İrlanda'daki şu manzaralı koyun yolunu gördüm. Pamuklaırn nizam ve intizam içinde yürüyüşlerine bayıldım. Bugün çabuk geçer di mi?

Fotoğraf: Sheep Highway, Ireland
Kaynak: Fascinating Places

6 Aralık 2012 Perşembe

Ağlama değmez hayat...

Zeki Müren'in doğumgünüymüş bugün. Rahmetli sanat güneşimiz yaşasaymış 79 yaşında olacakmış. Zamansız göçenlerdendi o da. 

Ben eski şarkılarını daha çok severim, zira rahmetlinin gençliği pek jantiymiş, sesi tam billurmuş. O topuklu çizmeli, mini etekli hallerini hatırlamıyorum pek. Küçükken de kendisini Hikmet Teyze'me benzetirdim. Hikmet Teyzem sevinir miydi buna yoksa bozulur muydu, bilemedim. 

Sönmeyen sanat güneşi mumunu da beğendim. Yine Tasarım Alaturka'dan...



İyi ki doğmuş ve yaşamış da bu şahane şarkıları kulağımızda, içimizde bırakmış. Sanat güneşimizi bu nadide pastoral klibiyle analım o halde... Sevdiğimiz eserlerinden, Ağlama Değmez Hayat... Değer mi? Cık.

Alaturka haller

Pelin Kırca'nın tasarımlarıyla 123 sayesinde tanıştım. 123'ün bu cumartesi Borusan Müzik Evi'ndeki konserlerinde satışa sunulacak, alttaki şahane tişörtü tasarlamış. İyi bir grafik tasarımcı. Albüm kapakları (Yasemin Mori-Dünya) tasarlıyor, müzik videoları çekiyor (Bkz. Nil Karaibrahimgil) Bu da web sitesi.

 

Alttakiler de Rafineri reklam ajansı ekibiyle tasarladığı 'Tasarım Alaturka' sergisinden işler. Kelime oyunlu işleri severim, bunlar da hoşuma gitti. Esprili. Devamı şurada.



 





5 Aralık 2012 Çarşamba

Ne iyi etmiş de doğmuşsun


Bugün eşimin doğum günü. Hayat arkadaşımın. Çok seviyorum bu lafı: Hayat arkadaşı... 

Birlikte kutlayacağımız nice doğum günleri olsun, birlikte yaşlanalım istiyorum. 

Ona mutlu, sağlıklı, neşeli, şanslı, keyifli, sevgi dolu uzuun bir hayat diliyorum. Birlikte gezelim, gülelim, hayatı hep böyle paylaşalım istiyorum. 

Ağlarken gözyaşımı silen, bazen beni benden çok düşünen doğumgünü çocuğu... İyi ki doğdun!

4 Aralık 2012 Salı

Yazarların okuma halleri

Kitap okurken şekilden şekle girer bazıları. Ben mesela, küçükken gövdem koltukta kitabım halıda, baş aşağı okurdum. Şimdi arkama yaslanıp kitabı kucağıma koymayı ya da sırtüstü uzanarak okumayı seviyorum. Hem bu halde okurken Yoda da kafasını, dirseğimle göbeğimin arasından sokup koluma koyabiliyor. Beraber bakıyoruz sayfalara... 

Yazarların  okuma halleri de böyleymiş.
William S. Burroughs

William Faulkner

Nick Hornby
J.D. Salinger
Patti Smith
Ezra Paund


Kaynak bura

3 Aralık 2012 Pazartesi

en-gel

onları genelleyen tabirlere değil de (kelimeleri farklı kullanmaya kasıp özürlü, sakat diyenler de mevcut) yaşadıklarına odaklanmak gerekirse, türkiye'de en çok zorluk yaşayan, yok sayılan insanlar topluluğu... 

toplu taşıma araçları, her seçimde sökülüp yeniden yapılan ama yüksekliği azalmayan kaldırımlar, delik deşik ve engebeli yollar, tekerlekli sandalyeye uygun olmayan apartman girişleri, yüksek basamaklar, metro giriş/çıkışları, onlardan çok ihtiyacı olmayanların kullandığı asansörler... ondan da ötesi; ısrarlı bakışlar, küçümseyen tavırlar...

1-2 ay koltuk değneği kullanmam gerektiğinde daha iyi anlamıştım onları. benimkisi geçiciydi, onlarsa bu gerçekle, bu vurdumduymazlıkla yaşamak zorundaydılar. kısa bir süre görmemek için gözlerinizi, duymamak için kulaklarınızı, konuşmamak için ağzınızı kapatsanız siz de anlarsınız onları belki. ama genelde onları anlamak, 'onlar gibi olmak nasılmış'ı öğrenmek için değil de; onları yok saymak için kapatıyoruz gözlerimizi, kulaklarımızı. görmüyoruz onların yaşadıklarını, duymuyoruz çığlıklarını; işimize gelmiyor.

bizden olmayana hep oynadığımız "üç maymun" oyunu gibi... görme, konuşma, duyma. başını öte yana çevir. hiç başınıza bir kaza gelip de onlara katılabileceğinizi düşünmüyor, bunun bir an meselesi olduğunu aklınıza getirmiyor, asla onlardan biri olmayacağınızı sanıyorsunuz belki; ne büyük yanılgı! sayılarını dikkate değmeyecek kadar az sanıyorsunuz, ne büyük cehalet! onları umursamıyorsunuz, ne büyük vicdansızlık! altyapı sorunlarından önce, insanların beyin ve vicdan yapısında iyileştirme gerekiyor. az-biraz izan...

sokağa çıkmaları bile gözünüze batıyor, canınızı sıkıyor. hiç çıkmasınlar evlerinden değil mi efendim, çalışmasınlar, gezmesinler. ne işleri var sokakta! nasıl para kazanacak, nasıl geçinecekler peki? bilmezsiniz! bunlar sadece sizin hakkınız çünkü. çıkmasınlar sokağa ki görmeyin onları, keyfiniz kaçmasın. ama görmezden gelerek görünmez yapamazsınız onları!


Fotoğraf: 3 Aralık Dünya Engelliler Günü Kutlu Olsun!