4 Nisan 2017 Salı

Kitaplar kurabiyeler

Hop diye Nisan geldi, ne çabuk geldi yahu. Ülker dışında doğru düzgün 1 Nisan şakası bile yapılmadı galiba, ki genelde pek de komik olmuyor zaten. Olmuş ayın 4'ü. Ofiste nispeten sakin bir gün. Defne'ye ve kendime kitap siparişi verdim biraz önce idefix'ten, dört gözle bekliyorum. Kıza torpil geçtim biraz. 

Kendime Özge Samancı'nın "Bırak Üzülsünler-Türkiye'de Büyümek" ve Seray Şahiner'in "Kul"unu; Defnoş'a "Masal Yolu", "Babam Uyumak Bilmiyor" ve "Meşe Palamudunun Sırrı"nı aldım. 



Masal Yolu'nun güzelliği, hayal gücünü ve kitaptaki ipuçlarını kullanıp yönlendirmelerle kendi masalını uydurabilme şansı sunması. Mekanları, karakterleri, olay örgüsünü seçip oluşturmak bize kalıyor. Yani her gün bu çocuğa ne okuyayım/anlatayım sıkıntısından bir nebze olsun kurtarıyor gibime geliyor. 

Babam Uyumak Bilmiyor ise uyumamak için bin takla atan cimcim ya da cimcimeleri ters köşeye yatırarak rolleri değiştirmiş. Uyumayan babayı uyutma taktikleri. Defne her akşam aynı öyküyü/masalı defalarca anlatarak ya da "Sen de pijamanı giy, çorabını çıkar" diye zaman kazan kazanmaya çalışarak uykuya direniyor. Arada ben sızmaya, bey horlamaya başlıyoruz. Bu kitaptan umutluyum. 

Meşe Palamudunun Sırrı ise orman mühendisi bir babanın kızı olarak bitkilerin adını merak etmeye aşina biri olarak beni pek bi sevindirdi. Babam, ne zaman ormana/pikniğe bir yere gitsek ağaçları/çiçekleri inceler, isimlerini Latince ve Türkçe olarak bana söylerdi. Latincelerini aklımda tutamasam da çoğunun Türkçe adını öğrenmişim. Kızım da çiçeği böceği tanısın istiyorum. Tohumdan başlayıp ağacın/ormanın yolculuğunu bilsin. Benim ona okumam dışında, odasına çekilip kendi kendine kitap sayfalarını karıştırması, yüksek sesle anlatması hoşuma gidiyor. Bir arkadaşımın oğlu "neşe palamudu" diyordu meşe palamuduna, böyle çocuklar olsun yahu etrafta.




Vapurda kızına kuşları anlatan bir adam görmüştüm; kara mekeleri, karabatakları "Bak kızım bunlar ördek" diye anlatıyordu çocuğa. Zincirleme gidiyor demek ki, baba bilmezse çocuk ne bilsin.

Kendi kitaplarıma gelince, önce "Bırak Üzülsünler"'i okuyacağım. 80'lerde orta sınıftan bir kız çocuğun yaşadıkları çok tanıdık geldi. O zamanlardan kim bilir neler iz kaldı içinde. Küçük güvensizlikler, suskun haller, içe atıp patlatmalar, çekingen tavırlar... ve daha başka ne arazlar. Anlam veremediğimiz bir sürü sıkışmışlık hissiyatı, o zamanlardan miras sanki.

Evde bu aralar gittikçe dillenen bir cimcime ve anane olunca, hamarat faaliyetler başladı. Ikea'nın şu güzel teneke kutularda satılan zencefilli tarçınlı kurabiyesini pek sevdiydi Defne. Gidip gelip kemiriyordu. Dün gidip bakmış, teneke boş (ben de tırtıklamıştım bir miktar). Ananesi de kıyamamış, işten eve geldiğimde birlikte kurabiye yapıyorlardı. Adam kalıbı, minik oyun hamuru tahtası ve minnak merdanesi elinde, kedi enciği gibi her yere taşıdığı sandalyesiyle boyu mutfak masasına yetişiyordu artık. İkisini öyle görünce bi tuhaf oldum. Hisleniyor insan be. Annemle pek kurabiye pişirdiğimizi hatırlamıyorum, Defne bu anlamda daha şanslı. Toruna gösterilen sabır daha fazla, kabul edelim :)