26 Ocak 2016 Salı

Yaş 70, yolun yarısı rakısı

26 Ocak. Babamın doğum günü. Eğer yaşasaydı  tam 70 yaşına basacaktı bugün. Düşündüm de insan ailesindekilerin, özellikle de daha kendisi bu dünyada yokken hayatta olan anne babasının hep orada, yanıbaşında olacağını zannediyor. 

Ama öyle değil işte. Pat diye gidiveriyor insanlar. Bir akşam telefonda konuşmuşken, ertesi gün bir bakıyorsun yok. Gitmiş. Aman şöyle gençmiş, böyle sağlıklıymış, her yere yürürmüş... Hepsi boş. Yapacağın çok şey kalsa da, hepsini bitirsen de ömür bitince gerisi tırı vırı.

Babam yaşasaydı 70 yaşında olacaktı bugün dedim ya, yaşasaydı "Yaş 70, yolun yarısı eder" esprisi de yapardı bugün kesin. "Kala kala 30-40 yılım kaldı şurda yaşayacak" derdi peşinden. Belki karşılıklı bi duble rakı yuvarlardık 70. yaşının, yolun yarısının şerefine. Hafiften çakırkeyf olurdu babam, yanakları kızarıp gülerdi, belki Defne'nin yanağından bir makas alırdı. Olmadı.


Babama dair içimi acıtan bir sürü şeyden biri de, onunla istediğim gibi rakı içememiş olmak. Şöyle karşılıklı, keyifle... Ne kötü. Bugün öğlen yağan kara, taksi bulur muyuz, yolda kalır mıyız'a bakmadan Beylerbeyi'ne gittim bir arkadaşımla. Ne diyor şurada Nejat İşler, "Babanı özler gidersin". Babamın doğum günü bugündü, illa bugün gidesim vardı. Özledim, gittim.

Öğle vakti bizden başka kimsenin olmadığı İnciraltı Meyhanesi'nde inceden bir müzik, beyaz  peynir, lakerda, patlıcan ezme, bi duble rakı. Yanında bol muhabbet, acık gözyaşı... 

İyi ki doğmuşsun be babam, 70. yaşının şerefine içtim bugün sensiz. 

Karlı ve buz gibi havada, küçük bir meyhanede, ucundan da olsa Boğaz'ı gören bir pencerenin kenarında öğle rakısı, elimden sadece bu geldi. Gördün mü bilmem, ama oradaydın gibi hissettim.

7 Ocak 2016 Perşembe

"Kedi olduğumuz başka bir hayatta görüşürüz"

*Vanilla Sky'dan

Dün, yazın kızımı hastanede ziyaretinden beri görüşemediğimiz, kitaplarını okudukça içimi havalandıran Melisa'yla birlikte babasını kaybeden arkadaşımıza gittik. Hani bazı insanlar vardır, konuşmasan da yanında öylece susup oturmak ya da sarılmak bile iyi gelir ya... Hah, ikisi de öyle işte benim için. Ümitvar olmamın sebepleri. Ki tanışmamıza sebep olan insan hayatımızdan çıkalı bin sene oldu.

Öğle paydosum vardı sadece, kısıtlı bir zaman yani. Koşturarak gittim. Çağrı sanki babasını dün toprağa veren o değilmiş gibi, çay demledi bize. Hatta ben acıkmışımdır diye tost yaptı. Karşımıza oturup bir de sigara tellendirdi. Oturduk. Hayattan, ölümden, bazı insanların tuhaflıklarından bahsettik. Babalarımızın aynı yaşta, aynı sebepten göçtüğünden söz ettik. Bazı şeylere alışılamadığından... Konuştuk, acık hüzünlendik, birazcık güldük. İlaç gibi geldiler bana. Yine. Ceren de İzmir'den geldi uçakla, günübirlik. Çağrı'yı görmek için. Defne'ye teşhis konduğunda benden çok araştıran, bulduğu en ufak bilgiyi benimle paylaşan, teselli etmek için deli gibi uğraşan can...
Sefa şeysi kedi (Beylerbeyi)
İkisi, (Melisa ve Çağrı) babam için başsağlığı ziyaretine geldiklerinde birinin elinde bir torba mandalina, diğerinde ise çömlek tencere vardı. O halimde bile beni gülümsetmeyi başarmışlardı. Böyle insanlar lazım bize. Bizi hafifletecek, yük olmayacak insanlar. Ben de öyle bir insan olmaya daha çok çabalayacağım. Akrabalardan söz ettik biraz. Ölüm ve benzeri durumlarda zırvalayıp insanlıktan uzaklaşarak 'akbaba'ya dönüşen o tuhaf 'akraba'lardan... 

İnsanı çok üzgünken, o yıkık haldeyken bile öfkelendirmeyi başaran insanlar var şu hayatta. Gözleri kızarmış Çağrı'ya "Akraban, arkadaşın vs diye kimseye katlanmak zorunda değilsin" dedim. Sana ağır gelen herkesi bırak gitsinler. Gereksiz yük. Büyüdükçe, yaş aldıkça dertlerimiz büyüyor, bazı şeyler daha da zorlaşıyor zaten; ekstra yüke hiç gerek yok. Bunları hep o söylerdi bana. Şimdi kararlı bir şekilde uygulayacak gibi görünüyor. Canını sıkmışlar.

Ne zaman daralsam, sıkışsam içimi ferahlatan, mantıklı açıklamalarla gözümdeki perdeyi kaldıran oydu, şimdi benim elimden gelen sadece konuşmak ve dinlemekti. Babamın cenazesi için koşturduğumuz zaman, onları (çok mühim insanlar ya onlar) beklemeyip cenazeyi kaldırdık diye anneme (o üzgün, o perişan haldeki anneme) çıkışan saçma kadını anlattım. Sonra babam için "Kurtuldu" diyen ve 7'si bile olmadan Rodos'a tatile gidip fotoğraflarını utanmadan Facebook'ta paylaşan amcamı. Bu insanların hiçbirisiyle artık görüşmediğimi ve hiçbir eksiklik de hissetmediğimi... Evlendiğimde, babamı kaybettiğimde, kızım doğduğunda bile yanımda olmayanları, halının altına itinayla süpürdüğümü anlattım.

Yogi kedi (Bostancı)
Evet, hepimizin içinde iyilik olduğu kadar kötülük de var, hiçbirimiz melek değiliz ama bazı durumlarda biraz olsun içimizdeki şeytanı dizginleyebilmek de imkansız değil. İnsan olmanın gereği. Cenaze evinde çeneni tut bari. Düşünsen bile sus. İnan, açıksözlü olmakla patavatsızlık/hödüklük arasında çizgi, zannettiğinden de ince.

Katlanmakta zorlandığım insanları yok saymak beceremediğim bir şeydi, artık uygulamaya başladım. Yeni yıl mı yeni hayat kararı mı bilemem, ama uğraşacağım. İşteki bazı tiplerden başladım mesela. Duyarsız, gıybet düşkünü, aklınca alay ettiğini zanneden; laf sokma, ima ve kinayeyi hayat biçimi haline getirmiş insanları ayıklıyorum. Ha ayıklayamıyorsam da, yok saymak/anlamazdan gelmek/duymamak/salağa yatmak gibi yöntemleri uyguluyorum. Varsın onlar o güdük hanelerine bir çentik daha atsınlar, lafları yağ tutmayan kumaş gibi kayıp gitsin zihnimden. Lekesi, kiri kalmasın.

Koltuk sahibi, kalantor kedi (Cihangir)
Aynı ofiste çalıştığımız ve sevdiğim bir okul arkadaşım, ona gönderdiğim güzel bir blog linki karşılığında tabağı boş yollamayıp kendine yaptığı playlist'i yollamış bana. Nasıl iyi geldi anlatamam. Gitar çalan yerli yabancı ablalar, bazılarını bilsem de birçoğunu duymamıştım. Ayaküstü güzel kitaplardan, güzel şarkılardan söz ettik biraz; seslenenkitap'ı hatırlattı bana. Yükledim telefona, metrobüste filan kitap okuyamadığım yerlerde kitap dinleme fikri hoşuma gitti.

"Robkart'ımda biraz para kalmış, Harper Lee'nin Bülbülü Öldürmek'ini alayım diyorum" deyince ben, "Dur dur, bende var, alma. Bitirince getireyim sana" dedi. Kitaplardan, şarkılardan söz edecek birinin iş ortamında olması ve ofis hayatının gıybetten ibaret olmadığını bilmek iyi geldi. Oh be.

Siz de dinlemek isterseniz diye ablalı linki şuracığa bırakıp gidiyorum.

5 Ocak 2016 Salı

Yeni yıl; güzel gel, huzur ver...

Yeni yıl kararları almaktan, listeler yapmaktan hep çekindim. Hayat genelde sana 'karar alma seçeneği' bırakmıyor. Elinde listeyle kalakalıyorsun...

Ben o kararları gerçekleştiremeyeceğimden ve sonra listeye bakıp da, 'hiçbir şey' yapamamış olduğumu fark etmekten korkuyorum belki de. Bir bakıyorsun, boşa geçmiş koskoca bir yıl. Gerçi neye göre, kime göre bomboş, bilemezsin. Bazen 'hayatta kalmak',  hayattan koparıldıysan da 'toprağa verilmek' bile mühim bir şey bu ülkede. 

Bu sene farklı bir şey yapıp dileklerimi/hayallerimi/hedeflerimi kağıda dökmeyi denesem mi diye düşündüm. Belki gerçekleşmeleri için biraz daha çabalamama yardımcı olur bu. Güç verir. Motive eder, ne bileyim. Ne de olsa yeni yılın ilk günleri kimi için karar alma, kimi için de aldıklarını yavaşça yerine bırakma zamanı...

Ben böyle 'eğlenilmesi zorunlu' günlerde ailemle gerilmesem yeter. Kocamla ve annemle yılbaşı akşamı tartışmayı başardık, içim ezildi sonra üzüntüden. Kavga üstü hediye de, kadayıf üstü kaymak gibi güzel olmuyor hem. Neyse yine de ferah kahveleri, neşeli rakıları olsun. Eyvallah, bilmukabele. Yemişim böyle yeni yıl ruhunu. Neyse ki Defne konuşamıyor da, onunla tartışmaya başlamadık henüz. Of, sinirim bozuldu.


Hayallerimden iki tanesi imkansız, biliyorum ama yine de yazıyorum. Elimde değil.

İlki, babamı kaybetmemiş olmayı dilerdim. Çok erken göçtü babam. 70'ine bile varamadı. Evet, hiçbirimiz sonsuza kadar yaşamayacağız ama, keşke bu kadar erken gitmeseydi. Keşke Defne'yi görebilseydi, onunla vakit geçirip oynayabilseydi. Onu öyle özlüyorum ki... Yüz yüze olan son konuşmamızın 'son' olduğunu bilseydim eğer, çok daha başka şeyler söylerdim babama. Ailevi meseleleri tartışmak yerine, onu çok sevdiğimi söylerdim mesela. Ona sarf ettiğim bazı sert sözler için çok pişman olduğumu, aklıma geldikçe vicdan azabından geceleri uyuyamadığımı... İçime dert, içime yara oldu o sözler. Hiç iyileşmeyecek, biliyorum.

İkincisi, kızımın kistik fibrozis hastası olmamasını dilerdim. O kadar süre hastanede yatmamasını, daha minicikken canının o kadar yanmamış olmasını... Doktora korkmadan, delice ağlamadan  muayene olabilmesini. Sağlıklı, mutlu ve iyi kalpli biri olması en büyük dileğim. 

Bazen o kadar şaşırıyorum ki bir çocuğum olduğuna. Defne, bir arkadaşımın kızıymış gibi geliyor bazen. İnanamıyorum. Sabahları kalkmamın bir sebebi varmış gibi geliyor. Kalk kalk, Defne acıkmıştır, uyanır şimdi; mamasını, ilacını hazırla. Ona mama yedirmek, gülüşünü görmek, onunla birazcık oynayıp işe öyle gidebilmek. Sabah rutinim bu. Sayısal yine bana çıkmadı, piyangoda ise sadece iki amorti; o yüzden çalışmaya devam. 

Şaşırıyorum evet, onun karnımda büyümesini izledik. Aylarca gelmesini heyecanla bekledik, kime benzeyecek, nasıl biri olacak acaba diye diye... Sonra doğum vakti geldi, acayip bir şeymiş; artık karnımda değil kucağımdaydı. Emzirdim, uyuttum, gazıydı tuzuydu derken 13 aylık oldu bile kuzu. Dilerim uzun, sağlıklı bir ömrü olur. 

Nasıl bir anneyim bilmiyorum ama beni sevmesini, annesi ben olduğum için mutlu olmasını istiyorum için için. Çünkü ben, kızım o olduğu için çok mutluyum. Hayat ona güzel şeyler yaşatsın; şansı açık olsun, iyi insan olsun; iyi insanlarla karşılaşsın hep.


Deli bir yağmur var bugün. Gökyüzü içini boşaltıyor. Yıkanıyor her yer. Keşke memleket de biraz olsun temizlense. Ofis arkadaşlarım internetten bağır çağır pudra-fondöten-ruj seçerken, kulağımda 'City of Angels' soundtrack'i, bunları yazıyorum. Hayat acayip, kimine düğün bayram, kimine gam keder... Kahkahaları kulaklığı delip geçiyor, ben de müziğin sesini yükselttikçe yükseltiyorum. Bazen iş hayatı gerçekten katlanılmaz oluyor.

Onlar 2016 tatillerini, alacakları izinleri hesaplayıp akabinde "Bi kahve mi içsek?", "Ay sen gereksiz bir şekilde fazla mı çalışıyorsun" diye akıllarınca benimle dalga geçerken 'An Angel Falls' çalıyor, galiba filmde Meg Ryan'ın bilmeden kamyona doğru yaklaştığı ve bisiklette kollarını kaldırarak gökyüzüne baktığı, ormanın muhteşem gün ışığıyla parladığı sahnede çalıyordu bu.

Gereksiz mevzularla vızıltılar yerine böyle şeyleri dinlemem normal bence. Şair "İyi niyletle gülümsüyorum hepinize" demiş ya hani, ben hepsine gülümsemiyorum valla. Her zaman iyi niyetle de gülümsemiyorum üstelik, kinaye ve müstehzi bir ifadeyle gülümsediklerim de var. Yalan yok, durum bu.

İllüstrasyon: Gürbüz Doğan Ekşioğlu
Dün gece yakın bir arkadaşımın babasının ölüm haberini aldım. Obi ile Yoda'yı aldığım, kara oğullarımın ananesi dostum, babasını kaybetmiş. Beyin kanamasından. Babam gibi. Küt diye. Aniden. Defne'ye yemek yedirmeye, sonra da onu uyutmaya çalışırken telefona bakamadım. Bir ara elime aldım, kısacık bir mesaj ekranda: "Babamı kaybettik canlar"

Off! İçim cız etti. Aradım hemen, açılmadı telefon. O an konuşmak zor, boğazına takılıyor sözcükler. Ben her arayana ağlamıştım galiba. Kendimi hatırladım sonra, babamı kaybettiğimizde hissettiklerimi. O an kimsenin canının acısını geçiremeyeceğini, ne söyleseler içinin kavrulmaya, yanmaya devam edeceğini... Yaşayan bilir derler ya, öyleymiş. Bugün ikindide babasının cenazesi var, yanında olup arkadaşıma sımsıkı sarılmaktan başka bir şey gelmeyecek elimden. Bazı acıların telafisi yok. Hayat...



Üzgünüm ama bir acı haber daha... Blogunu bildiğim ama çok da yakından tanımadığım Serrose (Sergül), minik kuzusu Efsun'u ne yazık ki kaybetmiş. Haberi aldığımdan beri durup durup ağlıyorum, evlat acısını düşünmek bile korkunç. Sabır ve dayanma gücü diliyorum Sergül'le eşine. Şimdi kızlarını bir ormanda yaşatmak için çabalıyorlar.


Facebook ve Instagram hesabımda paylaştım, ne kadar kişiye ulaşır bilmiyorum ama buradan da paylaşmak istedim. Melek olmuş Efsun'u doğada yaşatmak için desteğiniz lazım. TEMA'nın Efsun'un adını ağaçlarda yeşertebilmesi ve adına kocaman bir orman oluşturabilmesi için 2000 fidan gerekiyor. Yeri belli, Balıkesir Bayat. 1 fidan 6 TL. 

Eğer sadece birkaç dakikanızı ve en az 6, en çok gönlünüzden kopan kadar lirayı ayırıp TEMA'ya Efsun adına bağışta bulunursanız, minik kuzunun bir ormanı olacak. Ruhu ağaçlarda, o ağaçlarda yaşayan kuşlarda, böceklerde, sincaplarda hayat bulacak. 

Yeni yıla bir iyilikle başlamak istemez misiniz? Elinizden ne gelirse... Nefes aldıran, umut veren, minik bir meleğin kocaman ormanında katkınız olsun. Bağış yaptım ve Sergül'le eşinin minik kelebeklerini hissedeceği bir orman olması fikri, içimi biraz olsun huzurla doldurdu.

Bağışların 1-31 Ocak tarihleri arasında, TEMA'nın İş Bankası Levent Şubesi'ndeki TR56 0006 4000 0011 0351 2077 74 IBAN no'lu hesabına yatırılması gerekiyor.

Açıklama kısmına 'Efsun Ryouka Kato' yazmalısınız.


TEMA'nın başka hesaplarına yatırılmış bağışlar ne yazık ki
geçerli sayılmıyor.

Not: Saat 17:00 itibariyle iyi şeyler olmaya başlamış mı ne...


Hepimiz için yaşanılası, gülümseten, iyilik dolu bir yıl olsun. Biliyorum, torba gibi bütün iyi niyetler bir yıla sığmaz ama dileğim aydınlık, umut ve barış dolu; eksilmediğimiz, içimizin üzüntüden çürümediği, sağlıklı ve mutlu bir yıl... 

Hayat dolu bir yıl. Olabildiğince işte.