ofis hali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ofis hali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2015 Çarşamba

Motive olmak ya da olmamak

Bu aralar sabahın dördünde beşinde uyanıp bizi zombiye çeviren, kör karanlıkta evin içinde heyecanla paytak adımlar atıp oyun oynayan kızımın poğaça ayaklarını bırakıp kargalarla işe geldim. Kuzu, ananesine emanet.

Bense bir yandan bunları yazıp bir yandan da anne poğaçası eşliğinde su içiyorum, zira çay insanı değilim pek. Aslında kitap okuyasım var, belki onu da yaparım. Güneş gözüme giriyor bir yandan, böyle Aralık'a can kurban. Bütün bir yılı yemişiz, kalmış şurada bitmesine 1 hafta. Listeler, kırmızı donlar, süsler, ışıklar, kar küreleri zamanı gelmiş de geçiyor.

Ofisteki motivasyon yemeği geyiği, yerini yılbaşı heyecanına bıraktı. Topluca motivasyon yemeğine gidildi, göbekler atıldı; şirket parasıyla dandik mekanlarda eğleniliyormuş gibi yapıldı. Ben hariç.

Hep komik geliyor bana bu zorlama ofis icatları. Yani hafta içi, epeyce uzun zamanı -mecburen- birlikte geçirdiğim insanlara zor tahammül ediyorum zaten. Bunu itiraf ettiğim için üzgün olmalıyım belki de ama, dürüst olmak gerekirse maalesef durum bu. Bir de akşam onlarla dansöz eşliğinde yemek yemek, şarap/rakı olsa bile çekilmez geliyor. Beleş yemek-içki için o ka eziyet çekilmez. İş arkadaşlarıyla motive olur mu insan yahu?! Ben olmam misal. 


O saçma, arabesk mekanlarda, kişi başı 150-200 TL para ödeniyor yemek için. Normal zamanda önünden geçmeyeceğim yerlerde iş arkadaşınla göbek atma fikri bile midemi burdu şu an. Diyorlar ki  "Normal zamanda gidemeyeceğimiz pahalı bir yer olsun, nasılsa şirket ödüyor." Komik. Siz verin o parayı bana; ben kendim daha keyif alacağım bir yerde, daha can insanlarla motive olurum. Valla bak.

Herkesin "Ay motive olacağız akşam" diye, işe şıkır şıkır giyinip dolma fönlü saçlarla gelmesi bir tek beni güldürüyor galiba. İşte bunlar hep yabanilik. Yoksa ben bilmez miydim fönlü saçlarım ve en sahte gülümsememle "Ah çok eğleniyoruz ki biz" fotoğrafları çektirip 3 dakika arayla instagram'a koymayı? 

Ofis kankalığı diye bir şey var, ama aslında çoğunlukla çok ikiyüzlü bir şey, kabul edelim. Sigara arasında dedikodu yapıp güldüğün insana toplantıda iş yıkmaya, maille laf sokmaya ya da imalı laflar etmeye kasmanın nesi samimi? Bırakınız rica edicem.


Ofise benden sonra gelen stajer kız bile sabahları milletin masasına bakıp "Kaç kişi var sayacağım" diyor. Dedim bi sakin, herkes kendinden sorumlu; bu ne heyecan... Bütün gün uyuyorsun (gerçekten uyuyor) zaten, sana ne oluyor yahu?!

Bugünlük bu kadar çemkirmek yeter sanırım, o zaman bi su daha içeyim ben. Kulaklık en şahane icat bu arada, kimin eseriyse mübarek bir insanmış. Of, ne huysuzum bugün.





10 Ekim 2012 Çarşamba

18 Eylül 2012 Salı

Bi dağılın!


Bazen ofisteki herkese böyle dilimi çıkarmak istiyorum. Ama bu ka sevimli olmak niyetiyle değil. Daha başka şeyler de yapmak istiyorum kendilerine ama burada zikretmeyeyim şimdi.  

Neyse, az kaldı. Eve gidince yine bahtıma çıkan Rus'a kim bilir ne zaman ulaşacak (ya da ulaşmayacak) kartpostalı yazmam lazım. Postcrossing'e başka ülkelerden de Ruslar kadar yoğun katılım olsa negzel olurdu. Hevesim kırılıyor yeminle.

Bu arada ofiste AC/DC dinlemek iyi geldi, içimde patlayacağına kulağımda patladı bir sürü şey ahahaha!

Mehmet Tez'in yeni takıntım dediği aşağıdaki şarkıyı da beğendim.


8 Ağustos 2012 Çarşamba

Ya sonra?

Bu aralar akşamlarımı ofiste  geçirip asla mesai bitiminde çıkamadığımdan, daha bir sorgulayıcı oldum. Şöyle sorular geçiyor gün içinde aklımdan mütemadiyen:
"Buraya daha ne kadar dayanabilirim? Burası bana ne katıyor? Yoksa burası ömür törpüsü mü? Sinirimi bozmayıp sinir bozmak daha eğlenceli değil mi? Sayısal çıksa istifa etsem şakadanak, güzel olmaz mı? Etsem etsem ne zaman istifa ederim? Sakin olmak, akabinde katil olmamak için neler yapmalıyım?" vs vs... Son soru da "Yarın işe gitmesem ya la?" hatta "Çalışmayıp gezsek ya?"


Kaçma fırsatım olsa masamı bile toplamadan tüyerim, o derece. Ama panomdaki kedili daktilolu Marlon Brando ile kedi fotoğraflarını alırım. Bir de sevgilimin bana çizdiği karikatürü. Gerisi onların olsun. Bir sürü selüloz yığını, bok püsür. 

Düşünüyorum da, kariyer yapmayı cart curtu filan geçtim; para kazanmak, hayatı idame ettirmek için emek vermenin, iş yapmanın karşılığı bu kadar yıpratıcı olmamalı.  Evet iş yapıyorum, karşılığında maaşımı da alıyorum; ama bu kadar  da baskı altında, beyin hücrelerini öldürerek, sinir stresle çalışmak pek de adil olmuyor.

George Perec'in "Un Homme Qui Dort" (Uyuyan Adam) kitabında yazdıkları geliyor aklıma.

"Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! 

Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu"

Bunların üstüne bir de dolmuştaki gerizekalı filan gelince, sinirlendim sanırım. Neyse ki ipod ve müzik imdadıma yetişti. Cinnet halini çok daha iyi anladım  an. Ondan önce kızın salak suratına bakarken kafasını cama çarptığımı filan görüyordum, ahahaha!

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Office? Fun?

Bunu ofisteki panoma asmalıyım kesinlikle!

Cumartesi günüm kah deli yağmurlu kah güneşli havaya şaşırmakla, kartpostal yazmakla ve Animal Planet'te mirket belgeseli izlemekle geçiyor. Daha gazeteleri bile okumadım!


12 Temmuz 2012 Perşembe

Toplanmak ama nerde?

Günde 28 kez manasız toplantılara giriyoruz. Sevimsiz sevimsiz...

Şöyle bir toplantı odasında olsa mesela o toplantılar, valla sesimi çıkarmazdım.

27 Haziran 2012 Çarşamba

Çarşamba çarşafa dolanır

Ofis uğultulu. Herkes yüksek sesle konuşuyor. Daha doğrusu birbirinin sesini bastırmak için bağırıyor. Bağıranın haklı olduğunu düşünüyorlar galiba. Bense susuyorum. Ama belli de olmaz. İçimden yüzlerine karşı bağırıyor da olabilirim. Ki bu aralar genelde bunu  yapıyorum.

Bir de herkes işleri birbirine saplamaya çalışıyor. Kucaklarındaki kor gibi hop diye başkasının kucağına atmak istiyorlar. "Benden çıksın da..." Dedim ya, sıkıcı. Pazartesiyle başlıyor hafta ve ben hemen cuma olsun istiyorum.
Neden bu kadar hırslı olduklarını merak ediyorum sonra. Buradaki unvanları ya da yaptıkları işler mi onları "düzgün" biri yapıyor? Eğer öyle sanıyorlarsa komik.

Aklıma deniz geliyor sonra. "Keşke deniz kenarında olsaydım şu an" diyorum. Anneannem düşüyor o arada aklıma. "Arayayım" diyorum. Kafam karıştı sanırım.
Sıkılıyorum sonra işte olanları düşünmekten. "Boşver" diyorum. Açıyorum müziği. İyi geliyor...

26 Haziran 2012 Salı

Ofiste dinlenesi şarkılar_3

Şimdi de sıra, Kırmızı Başlıklı Kız'ın ofis şarkılarında:

Hastasıyız ablanın kızıl saçlarının...




Sonra kolları şöyle sallayaraktan Depeche Mode gelsin:






Ben burada "Acı yok Rocky" dedim daha çok kendi kendime:



Muse'u da özlemişim.



Skunk Anansie'den de Weak'i seçtim. Kafalara dikkat!

Ofiste dinlenesi şarkılar_2

Saçaklı ve Kırmızı Başlıklı Kız sağolsun, masa altında çalkalama rekorunu kıracağım bugün. Ofiste çok bunalıyorum, insanlardan çok sıkılıyorum. Burada geçen zamanımı hareketlendirmek/neşelendirmek için beni bunlara mecbur edenler utansın, uuuv!

Sırayla gidelim, Saçaklı'nınkiler:



Ofiste dinlenesi şarkılar_1

Böyle bir liste elzem oldu benim için. Ofiste dinlenecek şarkıların başına James  Brown'dan "I Feel Good"u yerleştiriyorum. Özellikle pazartesi sabahları 2-3 doz gider, olmadı loop'a alınız.

Şarkının başlamasıyla birlikte bünyede bir oynama/sallanma/çalkalama isteği hasıl oluyor. "Shake it baby" vaziyeti bir nevi...

Ben denedim, tekerlekli ofis koltuğunda çaktırmadan sallanabilir, göbeği sağa sola kıvırabilirsiniz. Kalça da az biraz oynayabilir. Omuzlar sabit durmalı ama. Malum ofisler ciddi yerlerdir. Bedenin masa üstündeki kısmı sabit, masa altında ise uu eğlence gırla.

Başka ofis şarkısı önerisi olan?

21 Haziran 2012 Perşembe

Teperim bilirsin

Düşünüyorum da, mesai bitimine 1 saat kala (17'de) verilen ve o gün bitirilmesi istenen bir iş mi daha sinir bozucu, yoksa saat 18'de (tam mesai bitiminde) yapılacağı söylenen toplantı mı? Yoksa bunların aynı gün içinde peşpeşe olması mı?

Toplantıyı muştulayan mailin sonundaki "Zaman ayırıp kalmanızı rica ediyorum" cümlesi için ise ayrıca sevgilerimi yolluyorum... Canlarım benim! Doymadınız toplantılara, toplanmalara!


Böyle kafayı gömü gömüvereceğim size, az kaldı...

4 Haziran 2012 Pazartesi

Kulaklığıma dokunma!

Mehmet Tez, Milliyet Pazar'da yazmış. Yazdıklarının neredeyse hepsine katılıyorum, özellikle kırmızı bölüme.

Ofise dayanmamı sağlayan tek şey kulaklık ve dinlediğim müzik... Elleşmeyin! 



"Efendim ABD’de bir dergi araştırmış, işyerinde kulaklık takanlar oradaki verimi düşürüyormuş. Şarkı sözleri içeren müzikler konsantrasyonu bozuyormuş. Falan filan... Haberi okudum ve dedim ki bu araştırma kesinlikle müzik zevki olmayan, olanları kıskanan, onların neden müzik dinlediklerini, bundan ne gibi bir tatmin ve keyif aldıklarını anlamayan, bunu bir türlü anlamadıkları için de sinirden çıldıranlar tarafından hazırlanmış olmalı.

Bir işyerinde kulaklık takmak bir kere konsantrasyonu artırır. Bir çalışan her gün ne kadar anlamsız geyik muhabbetine maruz kalıyor bunu hepimiz biliyoruz. İnsan kendini soyutlamak istediğinde kulaklık hayat kurtarıyor. Üstelik kendinizi kapana kısılmış, bıkmış, usanmış hissettiğinizde dinlediğiniz bir şarkı sizi hayata döndürebiliyor. Kulaklık size kalabalık ve kaotik bir ortamda paralel evrene bir kapı açıyor.

Bu araştırmaların sonucunda işyerinde kulaklık yasağı falan gelecekse kampanyamızı şimdiden başlatalım. Kulaklığımıza dokunmayın!"

24 Mayıs 2012 Perşembe

Gaç gaç

Ofise iki ay önce bir çocukcağız başlamıştı. Bizim departman içindeki bir bölüme. Pek sessiz sakin... Daha ben adını öğrenemeden istifa ettiğini duyduk dün.

Dedim buna yeterince eter vermemişler, çabuk ayıldı. Eğer tam etkisini gösterseydi ilaç, basireti bağlanırdı garibin; uyandığında çok geç olurdu. Oğlan uyandı hemen mevzuya, "N'aptım lan ben?" diye arkasına bakmadan kaçıyor. İsabet. Daha yaşı genç, kurtarsın kendini bir an önce.

Beni yine delirten, tepemi attıran, kafamdan dumanlar çıkaran şeyler oldu ama tuhaf bir şekilde yine sabrediyorum. Bilemiyorum neden... Sabır kotamı dolduramamışsınız demek daha. Ha gayret... Ne kadar iş yığarsanız yığın, sabrımı ne kadar test ederseniz edin; saat 18:01'de hala burada, masamdaysam eğer, beni eşşekler kovalasın! Hadi bakalım...

Bugün beni delirten sizler için seçtiğim görsel, hayvanlar aleminden...

10 Mayıs 2012 Perşembe

Wish

Source: etsy.com via Courtney on Pinterest

Ofis vecizeleri

İş hayatına dair iki veciz lakırdı:

"Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin"
                                                     
 "Filler tepişir, çimenler ezilir" 

Buyrunuz altta, google'ın konuya münasip gördüğü görseller.


Arada ezilen nadide ve de güzide çimen

Yüzsüzlüğü her halinden belli olan pişkin ayı

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bi gidin allasen

Tam demiştim ya, "Emaaan, işteki zırvalıklara değmez. Saçma sapan insan davranışlarına hele hiç" diye. Sanki biri dürttü de burdakileri, kanımı beynime sıçratacak bir şey oldu demin. Epeyce kallavi sayılabilecek bir şey...

Ama enteresan bir şekilde, kısa bir an beyin uyuşması ve ince ayar bir e-posta atmanın ardından kulaklıkları takıp müzik dinlemeye başladım; akabinde sakin sakin devam etti hayat. Çok şaşırdım bu sakin hale. Sırıttım böyle pis pis. Dışımdan söylediklerim kesmez diye, içimden yüzlerine karşı iki ters bir düz gittim.

Yani özetle, hey buradaki bazıları! Kasımpaşa'ya kadar yolunuz var canlar... Aşağıda olana. Anladınız siz onu. Hadi bakiim, selametle. Hah, böyle; büyük harflerle... Size anca.


19 Nisan 2012 Perşembe

Ofis ortamları

Bugün, bu işyerindeki 2. yılım. Arkadaş "E bi pasta alırsın artık bize" dedi. "Valla bu ka sabrettiğim için siz bana kesin pasta" dedim kendisine.

Ofis ortamları pek hoşlanılacak ortamlar olmaz genellikle. Hele kadınlar çoğunluktaysa... Feministler bozulmasın ama hemen gruplaşmalar, "Çay içelim" diye kenarda köşede toplaşıp fısıldaşmalar... Olan bu maalesef. Ben zaten çay da sevmem pek.

Ama en güzeli, umursamadan kulakta müzik takılmak; akşamları da eve, beye ve kedilere gitmenin hafifliğiyle ortamdan uzamaktır.

Alttaki de Einstein'in ofisiymiş. Yıl 1955.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Bi energy drink?

Hafta içi günde 3-4 kez olanları yetmezmiş gibi gece yarısına sarkan toplantılar, master üzerine ahkam kesen direktörler, "Çocuk da yaparım kariyer de" kasıntısıyla kendi pr'ını pompalayanlar, sidik yarışı gibi cv yarıştırmalar, akabinde bu yoğunluktan sonra koştura koştura eve gelip ağırladığımız misafirler, son darbe olarak cumartesi  tam gün süren toplantı ve sunumlar derken; bu hafta resmen üstümden kamyon geçti... Beynimde ölen hücrelerin sayısı milyara ulaştı.

İş yüzünden yorgunum. Çokça da bıkkın. Milletin kendini yeni direktöre göstermek için  girdiği komik yarışlar, pek zavallıca. Dışarıdan dehşetle izliyorum bu tür çırpınmaları. Bu aralar işte durgun, evde neşeli olmamın bir sebebi olmalı. Sebep basit aslında: Sevmiyorum!

Beynimin suyu çekilmiş sanki, böyle bir hal var bugün ofisteki çoğu kimsede. Gözler kaymış, kafa yorgun, beyin pelte.

Beyin demişken, şu bereler pek başarılı geldi. Alana Noritake tasarlamış. Arada giysem, ofis ortamında iyi hissettirir belki. Huni yerine bu, daha estetik! İçerideki pelte ama bakın bu pespembe!


22 Kasım 2011 Salı

Top... top... toplantı

Of... Yeni biri mi geldi üst düzey, hop, başlasın toplantılar, istensin raporlar; gelsin sunumlar, gitsin onaylar... Adam, kendini mi yoksa günümüzü mü bize gösteriyor belli değil. Raporu, toplantı tutanağını okumaktan çok, canımıza okuma kastı var gibi geldi bana.

İyi güzel de, günde 3-4 vakit toplantı yapınca, bazı toplantıların gece 11'lere kadar uzadığı dedikodusu (ki gerçek) şehir efsaneleri gibi ortalıkta dolaşınca, ne zaman iş yapılacak? Bir anlasam... 

Toplantı odasına kamp kurmaktan masamda oturamıyorum. 2 vakit daha ekleyin de tam olsun şu şenlikler. Her dakika toplantı, sürekli değişen bir şeyler, kımıl kımıl bir haller, sürekli, vır vır konuşma hali... Ayh!

Diyoruz diyoruz da, dinleyen mi var? Şşş, kime diyorum?