11 Ekim 2016 Salı

Fotoğraflar

Bugün annemle babamın 45. evlilik yıldönümü. Babam yaşasaydı 45. yıllarını kutlamak için arardım ikisini de. Annem belki babamın çiçek almaya üşendiğinden yakınırdı, babamsa gazetesini suratından indirip unuttuğunu söylerdi. Ama aslında unutmayıp da kendi kendine küstüğü bir şey yüzünden almadığı ortaya çıkardı belki sonra. Didişe didişe geçinip gittiler 40 küsur yıl. Ben bu 45 yılın, 35'inin bilinçli olarak 30-32 senesine tanıktım.

45 yılı düşünüyorum da... İnsan biriyle bu kadar uzun süre yaşar mı, birlikte yaşlanmak nasıl bir şey diye. Bazen insanın kendine tahammül edemediği düşünülürse, başka biriyle bir evi, hayatı paylaşmak... Yani ne bileyim, 5-10 sene neyse de 45 yıl bu. Biz 5'i devirdik, geç evlendiğimizden 45 teknik olarak zor. Ama tıp ilerliyor.

Eski fotoğraflara baktım durdum. İnsanlar ne kadar değişiyor. Onları tanımadığımız o eski zamanlarda, ne kadar da farklılar. Hiç bildiğimiz gibi değiller. Saçıma fön çektirince bile bir tuhaf geliyor, ben değilmişim gibi. Daha çok CHP kadın kolları başkanı ya da ana haber bülteni spikerine benziyorum. Görenler bu sen değilsin diyor. Ne acayip. Hepsi biziz işte, hayat ya da kuaförler bizi tuhaf hallere sokuyor. 


Annemin teyzesini kaybettik Eylül'de. Kıyamıyoruz ya hani bir sürü eşyayı kullanmaya, dolaplardan çıkarmaya; saklıyoruz hep daha iyi günler için. Yok, kullanmak lazım. Daha iyi gün yok, iyisi o an. İleride kullanırım diye saklamak anlamsız. Çünkü sen göçüp gidiyorsun ya, kullanmaya kıyamadığın eşyalarla dolu bir ev kalıyor geride. Sensiz  anlamı olmayan bir ev. Geride kalan insanlar da o eşyaları ne yapacaklarını bilemiyorlar. Atmaya kıyamıyorlar, ihtiyacı olana veriyorlar, bazılarını saklamak istiyorlar ama nereye kadar... Bizden geriye kalanların kıymetini/anlamını kimse bizim gibi bilemeyeceğinden, kullanalım gitsin. Hikmet teyzenin evini boşaltıyoruz. Bir sürü eşya. Ben sadece fotoğraf albümleriyle ilgileniyorum. Hiç görmediğim fotoğraflar. Bambaşka bir Hikmet Teyze. Bilmediğim, tanımadığım. Ne de güzel gülümsemiş bazılarında, çoğunda da en yakın arkadaşı, ilkokuldan ölüme dek ayrılmadıkları Mükerrem Teyze var. Yıllardır hiç kopmadılar. Hastayken birbirlerine baktılar, kardeşten yakındılar. 


Babam gideli 3 yıl oldu. Hala İzmir'deki eve girince, onu balkonda gazete ya da kitap okurken bulacakmışım gibi geliyor. Fotoğraflarına bakıyorum. Hayat bir şekilde geçiyor. Ama genel olarak tadı yok sanki. Kızımın yüzüne bakınca hissettiklerim dışında, kendimde bir şeyler yapmak için motivasyon bulamıyorum. Herkeste genel bir memnuniyetsizlik, bıkkınlık, dünyaya geldiğine pişmanlık... 

Eve koşarak gitme sebebi kızım. Bugün Kız Çocukları Günü'ymüş, bilmiyordum. Dilerim o bizden daha aydınlık, güzel günler görür. Barışı görsün en azından. Kendi tercihlerine göre özgürce yaşayabilsin. Dilediği eğitimi alabilsin, istediği işi yapabilsin ayrımcılık nedir bilmeden. Kendi kararlarını verebilsin, kimseye boyun eğmeden. 

Sabahları onu arkamda bırakarak işe gitmek öyle zor geliyor ki. Bugün 'paaaka' diye tutturup kucağıma atlarken, bi bakacağım koca kız olmuş, "Höf anne yaaaağ" diyor. Parkta üflenen köpüklerin peşinden koşarken bi bakacağız büyümüş de "Ben yurtdışına gitmek istiyorum" diyor. Olsun, hayat kıymetli. Fotoğraflar da. Benden geriye bir tek onlar kalsın isterdim. Mümkünse gıdısız çıktıklarım.