31 Mart 2013 Pazar

Panom, panon, panomuz

Yıllardır mantar panolara bir şeyler raptiyeledim durdum. Fotoğraflar, hoşuma giden sözler, resimler, gitmek istediğim ülkelerin haritaları, bir yerlerden aldığım ufak tefek  anılar  vb... Devir teknoloji devri, artık Pinterest çıktı ama yine de o mantar panoların yeri başka... Seviyorum ben. 

Ergenlikte odamda, bekar evimde duvarda, şimdi ise kitaplığımın üzerinde duran panomu bu aralar biraz ihmal etsem de ofisteki panomla idare ediyorum. Çünkü karşımda Marlon Brando'nun kedili fotoğrafı, tekir ana-kızın resmi vs olmasını seviyorum. Ofisi daha çekilir kılıyor! 

Tesadüfen ofis panomdaki fotoğrafları, Saçaklı'nın Facebook sayfasında da görmek hoşuma gitti. Geçen yine pişti olunca "Dur ben ek yapayım o panoya, dur sen duuur" deyip pek güzel bir fikirle çıktı ortaya :)



Fikir şu: Birbirimize, panolarımızı zenginleştirecek küçük ve hoş  şeyler yollamak. Artık hoşunuza giden kitaptan güzel bir cümleyi  mi, sevdiğiniz dergi yazıları ya da gazete kupürlerini mi kesip gönderirsiniz, güzel fotoğraflar mı yollarsınız; orası size kalmış. 

Ayrıntılar, Saçaklı'nın blogunda! Blog adresinizle normal posta adresinizi yollamanız yeterli. 5 Nisan'a kadar vaktiniz var.

29 Mart 2013 Cuma

BGD'ye destek

Herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Desteğimizle birkaç canlının hayatı kurtulabilir... İyilik bulaşıcıdır, inanıyorum ben...

28 Mart 2013 Perşembe

Hayat filan

Bu aralar sevdiklerimin varlığı ve sağlığı, onlarla geçirip geçirebileceğimiz zaman üzerine düşünüp duruyorum. Yaşlanıyorum düşündükçe. Görüp duyduklarım dışında iki gün önce annemin geçirdiği (çok şükür ki) ufak bir kaza, sevdiğim insanlardan kanser tedavisi gören ve durumları ne yazık ki pek de iyi olmayan ikisi... Oyh, düşündükçe kalbim sıkışıyor.

Ölümlü olduğunu bildiği halde bunu hiç umursamayan bir canlı insanoğlu. Aksi belki de akıl sağlığı için daha sakıncalı olurdı. Ama bazen bu gerçek dank etti mi de, fena ediyor. O yüzden hiçbir şeyi ertelememeye, sevdiğim insanlarla daha fazla zaman geçirmeye çalışıyorum. Hiçbir meşguliyet (işmiş, cartmış curtmuş) onları görmemek için bahane değil. Bugün varız, yarın yok...

Büyük teyzem mesela, her şeyin farkında. Son ne yazık ki yaklaşıyor. Ama yine de cebimize harçlık sıkıştırıyor, ben itiraz edince de "Hatırım için al bunu, kocanla benim için güzel bir yerde yemek yiyin" diyor. O yemeyi seven, iştahlı insan yemeyi artık canı istemese de, başkalarının yemesinden mutlu oluyor. O bizi, biz onu üzmemek için hiçbir şey yokmuş gibi davranıyoruz. Bir kandırmacadır gidiyor.

Önemli olan, elden geldiğince yanlarında olmak, hatırlarını sormak. O kadar mutlu oluyorlar ki arayınca, ziyaretlerine gidince... Var mı yarın sabaha nefesimiz? Bilmiyoruz. Gittiğinde de kimseyi tutamıyoruz.

Birsen Tezer dinlerken bunlar dolanıyor aklımda, BT de başka bir yazıya artık...

Zen bahçesinde sarman

27 Mart 2013 Çarşamba

Doğaya salınım



Düşünüyorum da, şöyle bir yerde yaşasam...

 

böyle bir masada yemek yedikten sonra da


                           şöyle havadar bir yerde içeceğimi alsam şahane olmaz mıydı?

Ruhlar ve masallar

"Knulp derdi ki, herkesin ruhu kendinindir. Kimse ruhunu bir başka ruhla karıştıramaz. İki kişi buluşabilir, birbiriyle konuşabilir, birlikte olabilir; ama ruhları çiçekler gibidir, her biri kendi bulunduğu yere kök salmıştır, hiçbiri öbürüne varamaz; varmak isterse kökünden kopması gerekir. Bunu da yapamaz.

Çiçekler kokularını ve tohumlarını çevreye saçarlar; çünkü birbirlerine ulaşmak isterler; ama bir tohumun konması gereken yere varması için çiçek bir şey yapamaz, bu rüzgarın işidir, o nasıl isterse, nereden isterse öylece gelir, eser, gider."

Böyle şeyler geçiyor aklımdan çarşamba çarşamba, bahar gelemedi ya ondan...

Mutluluk Adası'na giden SekizÖlümsüz'ün gökyüzündeki sandalını turnalar çeker. (Çin)

25 Mart 2013 Pazartesi

Kara cimcime isteyen?

Akşamüstü hava alma hakkımı, eczaneye gitmek için kullandım. Derdim, bıdığa süt içirmek üzere şırınga almaktı. Aldım, yandan yandan verdim sulu sütü minnak ağzına. Epeyce mücadele edip üstünü başını batırdı ama olsun, biraz bir şey girdi midesine. Çok az süt içti, ıslak mendille gözlerini temizledim biraz; açıldı çipil gözleri. Elyaf dolu yastığa sarınmıştı gittiğimde. Bir saat kadar yastığıyla bıraktım.

Akşam iş çıkışı içim rahat etmedi, hava soğumuştu; alıp bizim veterinere götüreyim dedim. Beyin "Götürelim Salih'e" demesi de içimi rahatlattı. Ufaklığı almak için otoparka gittiğimde ne kadar isabetli bir karar verdiğimi anladım. Şirket arabalarından birini nasıl öküzce park ettilerse, yaptığımız yuvayı tamponuyla ittirerek ters çevirmiş. Üstüne çıkıp dibine kadar girmiş, neredeyse eziyormuş. Dehşet içinde açtım kutunun kapağını, baktım bıdık en dibe sinmiş. İçteki kutuyu aldım kucağıma, hemen taksi çağırdım.

O arada beyi aradım, o da veterineri arayıp konuğumuzla bizi beklemesini rica etti. Taksici ise şansıma, gördüğüm en tatlı şoförlerden biriydi. Kısa süre önce sokaktan alıp büyüttüğü astım hastası kedisini kaybetmiş, onu anlattı. İnsanların acımazlığından girdi, cins hayvan merakının saçmalığından çıktı. "Hayvan sevgisi ailede başlar, hayvan sevmeyen insan sevemez"le noktaladı. Küçük hanım kutuda miyiklenince avcuma aldım, yarım saatlik yolculuktan sonra veterinere girdik. 


Önce damlayla gözleri temizlendi. Annesinin onu bırakmasına neden olacak bir hastalığı ya da biti-piresi olmadığı, göğsündeki çiziğin de eski ama iyileşmiş bir yara olduğu anlaşıldı. Muhtemelen kucaktan kucağa dolaşıp insan kokusuna bulandığı için terk etti annesi bıdığı. Hemen süttozlu özel maması da yedirildi. Eh, yiyebiliyorsa sorun yok. Dünyamıza 1 ay önce gelmiş cimcime hanımın durumunun 1 haftaya cillop gibi olacağını duyunca sevindik. 


Evdeki oğlanlar yüzünden bizde misafir olamayacağından, tümüyle iyileşip toparlanana kadar veterinerde kalacak; tüm bakımları ve parazit aşıları yapılacak. Ardından da süt anne ve kalıcı yuva bulmak üzere araştırmalara başlanacak. Süper veteriner bu konuda da yardımcı olacağını söyledi, şahane bir insan kendisi; ailecek seviyoruz. Şimdi içimiz rahat etti...

Tatlı bir kara cimcime isteyen olursa haber etsin lütfen, olur mu? Kendisi aşağıda. Merak etmeyin, o çipil gözleri de yakında tamamen düzelecek.


Öğle-kondu

Yemekteyken telefon çaldı, "Hemen koş, burada bir yavru var!" diyordu E. Kedisi olan anlar halden diyerek. Koşup çıktım, ofisin bahçesindeki tiz"miiyk miiyk"lerin kaynağı parmak kadar bir arap veletmiş meğer. Sürekli bahçede dolanan, her görüşte beslediğimiz annesi; yemekhanenin ordaki çimlere uzanmış, yavruyu reddetmekle meşguldü. Minnak kuyruğu dimdik, pıtı pıtı annesinin peşinden koşuyor; zar-zor gidip tam memeye tırmanıyor, annesi geri ittiriyor. Öbür taraftan 2 pati sarılıyor, bu sefer dengesini kaybedip sırtüstü düşüyor... Defalarca bu acıklı sahne tekrarlandı. Anne inatla süt vermedi çocuğa, sürekli bırakıp gitti.

Bütün öğle tatili bu aile dramına tanıklık edince anneyi besledik, yavruyu göbeğine koyduk; yine olmadı. Çare olarak ılık suyla karıştırdığımız sütü parmakla içirdik velede, bir de gecekondu yaptık kendisine. Kutu kutu içinde, tabanında pofuduk yastık, tepesinde patlangıçlı naylondan çatı... Sevdi gibi. Kafayı gömdü hemen kuytulara. En azından kuru ve sıcak. Titremesi kesilir. Hayat onun için zor başladı, akşamüstü biberon ya da damlalıkla şansımızı tekrar deneyeceğiz. O ka minik ve kara ki, ne olduğu pek de anlaşılmıyor fotoğraflardan. Sesi kendinden büyük.




Artistlik meselesi

Hayvanların sirklerde, filmlerde oynatılması konusunda karışık hisler içerisindeyim. Filmlerde izlemekten kendimi alamasam da o numaraları, oyunları yapmaları için aç  bırakıldıkları ya da canlarının yakıldığı fikri canımı sıkıyor. 

Bu şekilde "eğlence" aracı olmaları hoş mu yani? Hayvanları hayvanlıktan çıkarıp ilginç olacağım diye süs eşyasına dönüştürmek filan... Fotoğraflar hoş ama durum kesinlikle komplike. Kürk konusunda çok netim ama, hiç dayanamıyorum.

Via

Sessiz film yıldızı Phyllis Gordon, 4 yaşındaki çitasıyla Londra'da

Nisan 1932, film yıldızı Tibby'nin bıyıkları düzeltilirken
 
Haziran 1936
 
Kangrusuna daktilo öğreten kadın, 1955

Şubat 1933

Kedi maması reklamının yıldızı Arthur, 1980

1933
Eylül 1933

21 Mart 2013 Perşembe

Toy Stories

Oyuncaklar... Kimi çocukta sürüsüne bereket var, kiminde sadece bir tane. Ama her zaman kıymetli. Çocukların hazineleri, arkadaşları, eğlenceleri, dert ortakları...

Gabriele Galimberti'nin  fotoğrafları çocukların sadece oyuncaklarına değil; hayatlarına, ailelerine, hatta geleceklerine dair çok şey anlatıyor aslında.

Dünyanın bir sürü yerinden çocuklar ve oyuncaklarının hikayesi... Eşitsizliğin de hikayesi aslında. Projeden haberdar eden dostum E, teşekkürler...

Via

Botlhe - Maun, Botswana

Julia - Tirana, Albania

Alessia - Castiglion Fiorentino, Italy

Tyra - Stockholm, Sweden

Arafa & Aisha - Bububu, Zanzibar

Taha - Beirut, Lebanon

Chiwa - Mchinji, Malawi


Siyah beyaz


Mart 1945 / Photo via aluizbsilva on Flickr



 "Dr. No" setindeki Sean Connery, Jamaika, 1962

20 Mart 2013 Çarşamba

Zebra

Sevdiğim iki "Zebra" şarkısı gelsin, ilki sakin; ikincisi hareketli. Kim nasıl hissediyorsa, istediğini seçsin :)





Friends

 

Arkadaşlara gelsin :)

Shutter Island

Filmlere gömülmek istiyorum bazen ben. Hani böyle bir yere sığınmak; çimlere uzanıp üstüne kuru yapraklar serpmek filan ister insan. Bazen güzel bir kitap örter üstünü, bazen de güzel bir film ya da şarkı... Filmler, kitaplar ve şarkılar bana iyi hissettirir hep.

Ama bahar geliyor, bizzat çimin kendisine uzanmak en güzeli :)

'Shutter Island' (Film; 2010)
Via

19 Mart 2013 Salı

Bırak. Git.

Hafta sonu 20 derece birden soğuyan havayla, sağ gösterip sol vurarak geri gelen kışa rağmen çıktım dışarı... Kar da yağmış, görmedim ama yağmur ve fırtına da yetti. Çok sevdiğim 3 kadını görmek için metro, vapur, dolmuş yolculuğu yaparak ta Nişantaşı'na gittim. Bostancı'da yaşayan biri için Nişantaşı "ta" ile ifade edilir, evet. Bu havada sadece kıymet verdiğim insanlar için kedili ve sıcak evimden çıkmaya üşenmezdim zaten.

Vapur yolculuğu hoşuma gitti, gazetemle kitabıma gömülüp arada camdan dışarı bakmak da öyle. Camın dışında, yer yer mahvolsa da güzel bir İstanbul manzarası ve simit canlısı martılar vardı. Gittiğimiz yeri de sevdim. Kakara kikiri muhabbet eşliğinde güzel, uzuun bir kahvaltı ettik.

Özlemişim. Kahkahalarını, sohbetlerini... Her şeyden öte, beni dinleyip gerçekten "anladıklarını" bilmeyi... Aradan zaman geçse de kaprissiz bir şekilde kaldığın yerden devam ettirebilmeyi. İnsanoğlu şaşırtır, hayal kırıklığına uğratır bazen. Ama bazen de içini aydınlatır, gülümsetir, mutlu eder. Sevgili S, E ve S... iyi ki varsınız.

Akşamüstü vakti Nişantaşı yokuşundan Beşiktaş'a sallanmışken telefonum çaldı, kulağımda özlediğim bir ses: 17 yıllık dostum, nikah şahidim, nikah şahidi olduğum P. Her zor ve mutlu anımda yanımda olan, benim de elimden geldiğince yanında olduğum... Dedim kendi kendime, anneler insan sarrafı hakkaten.
Sonra Tezer Özlü düştü aklıma. Mutlu ve umutlu hissetmeme rağmen hüzünlü satırları içimi sızlattı.

"Bırak kentleri, bırak yapıların görkemini, yoksulluğunu. Bırak yolları, istasyonları, insanları, yabancıları, sevdiklerini, çocukluğunu, ölen uzaklardaki insanlarını, bırak, bırak, bırak içinde seni kemiren seni bırak. Bak nerelere varıyor gökyüzü. Hangi zamanlara. Hangi sonsuzluğa. Git."

Tezer Özlü / Yaşamın Ucuna Yolculuk


Görsel için kaynak


18 Mart 2013 Pazartesi

Binti Jua

Şaşırtıcı bir haberi paylaşmak istedim bugün. Nedense hayvanların sadece filmlerde böyle şeyler yapabileceğine inanırız.

Mevzu epeyce eskiymiş ama ben yeni haberdar oldum. Eh, geç olsun güç olmasın... Haberin sempatik kısmı tamam, ama dikkat çekmek istediği aslında başka bir nokta. Hayvanlara yapılan işkenceleri, deneyleri durdurmak bu kadar da zor olmamalı.

"16 Ağustos 1996'da, ABD'nin Chicago kentinde bulunan Brookfield Hayvanat Bahçesi'nde çok ilginç bir olay yaşandı. Üç yaşındaki bir çocuk gorillerin arasına düştü. Bunu gören 8 yaşındaki dişi bir goril hemen çocuğu kucağına alıp emniyetli bir yere götürdü. Bir kütüğün üstüne oturdu ve baygın haldeki çocuğu kucağında sallayarak kendine getirmeye çalıştı. Daha sonra çocuğu hayvanat bahçesinin bakıcılarına teslim ederken, hem sevgisini belli etmek hem de iyileşeceğini söylemek istercesine bir-iki kere sırtına vurdu.




Dişi gorilin adı Binti Jua idi. Kameralara çekilen olay bütün dünyada gösterildi. Onu doğadan kopartıp hayvanat bahçelerine hapseden insanlığa ders veren Binti, kahraman ilan edildi.

Peki, goril Binti'nin bu hareketi niye önemliydi? Çünkü Binti'nin davranışı, 'empatinin' yani 'kendini başkasının yerine koyarak onun durumunu anlama; ötekinin acısını hissetme' yeteneğinin sadece insanlarda değil, hayvanlarda da olduğunu gösteriyordu.
Empati kültürel bir şey değildir, nörolojik mekanizması olan bir gerçektir. Bu duruma ayna hücreler deniliyor ve bu hayvanlarda da var, ne eksik ne de fazla.


Bunun gibi pek çok olay var ama çok fazla gündeme gelmiyor, çünkü bu gerçekler bilinip tanınırsa hayvanlar üzerinde deney yapmak ve hayvanat bahçelerinin yanlışlığı gibi hayvanlara yapılan tüm zulümler ortaya serilmiş olur. Tıpkı gorillerin konuşmayı öğrenmesinin gizlenmesi gibi. Yasalar konuşan canlılar üzerinde deney yapılmamasını emreder, oysa genel kitle hala hayvanların zeki olup olmadığının tartışmasını yapar. Onları birer canlı, yaşam formu olarak görmek çok mu zor ?"

Via

15 Mart 2013 Cuma

Water

National Geographic fotoğraf serisinin 3. ve sonuncusuyla gelsin Cuma...

Şubat 1955

Ocak 1930
Nisan 1935
Via

14 Mart 2013 Perşembe

Cat

Üçünüz bir araya gelseniz de olmaz bu iş. Olmaaaz...

Florida, 1938
Via

Kiss


Günün fotoğrafı, National Geographic arşivinden... 
Fotoğraftakiler ise Alexander Graham Bell ve Mabel. (Ekim 1903)

12 Mart 2013 Salı

Rüya biriktiren

Rüyalar görürsünüz, sabahına unutursunuz. Rüyalar görürsünüz, yıllarca aklınızdan çıkmaz. Yakın bir arkadaşım mesela öyle rüyalar görür, öyle ayrıntılı hatırlar ki hepsini... Hep derim; yazsan roman, çeksen Tarantino filmi olur bunlardan. Öyle bir hayal gücü, bilinçaltı, zihin kıvrımı; adı her neyse artık...

Pek sevdiğim, yine bir başka sevdiğim yazar Auster'ın da kendisi için "Perec okumak için kişi kendini oyun ruhuna teslim etmek zorundadır. Perec’in kitapları entelektüel tuzaklarla, göndermelerle ve gizli sistemlerle bezelidir ve müthiş eğlencelidir" dediği Georges Perec de rüyalarını biriktiriyormuş meğer... The New York Review of Books’taki habere göre durum tam da bu. Şaşırdım mı? Hayır.



Bilmeceli bulmacalı kitaplardan rüyalar alemine hop diye geçivermek, tam da Perec'e yaraşır. Kafayı gerçekliğe takmış olsa da, ceplerinin bir köşeciğinde oyun misketi ya da çakıltaşları gibi gibi rüyalarını da saklamış. Yaşamı boyunca gördüğü (hepsi o kadar değildir değil mi, hatırladıklarıdır?) 124 rüyayı kaydetmiş.

“Gördüğüm rüyaları kaydettiğimi sanıyordum”, demiş rüya öykülerine ya da öykü rüyalarına  geçmeden önce.

“Fakat çok geçmeden fark ettim ki, bir süre sonra sadece onları yazmak için rüya görmeye başlamışım.” 

Son kitabı Paralı Asker'i almayı düşünürken, rüyaları aklımı çeldi şimdi. Sevgili Esra'nın (Esra Özdoğan) çevirisinden zerre şüphem yok, ama bir de şu rüyalara el atsanız?

11 Mart 2013 Pazartesi

Kedili kızlar

Bu, stüdyolarda fotoğraf çektirilen günlerin naifliği beni mestediyor. Kedilerle kızların fotoğrafları çok hoşuma gitti, bazısında kedilere zorla poz verdirilmiş gibi görünse de sevimli...

Elmyra albümünden beğendiklerimden bazıları aşağıda. Bu kızlardan hayatta olanlar var mı, yaşlı ve de tonton nineler oldularsa eğer hala dizlerinin dibinde ya da kucaklarında gırıldayan kediler var mı... Merak ediyor insan.

Kaynak ve diğerleri için: www.vintag.es