23 Temmuz 2014 Çarşamba

Kapılar...

Arka fonda Iggy Pop'tan The Passanger çalıyor. Bense şu en sondaki iki kapıdan çıkıp doğaya karışmak istiyorum. Dağlara, denizlere...

Funchal, Madeira, Portugal
Funchal, Madeira, Portugal
Jaipur, India
Miami, Florida, USA
Montmartre, Paris, France
Pollença, Balearic Islands, Spain
Beijing, China
Santa Fe, New Mexico, USA

Rabat, Morocco
Shanghai, China
Toronto, Ontario, Canada
Valloria, Italy
Valparaiso, Chile
German Alps
Büyükada_Bunu ben çektim :)

Via

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Hayat memat

Başak Buğday yazmış, Ot dergisi

Hayat bazen yorar, kendinizi öylece bırakmak istersiniz. Yumuşak bir koltuğa bırakır gibi... Ben hayata dokunmuyorum da sanki, o beni dürtüyor alttan alttan. Öyle hissediyorum bu ara. Gündemdekilerden gönlüm bulandı, iştekilerden yoruldum... Ünlü-ünsüz bir sürü cahil cühela insanın Gazze'de olanları protesto edeceğim derken, Hitler'i hayırla anması filan, sanırım topluca delirdik. Toplu histeri hali, ama en vandalından. Bu kudurukluğu anlamak mümkün değil. Ya da İsrail'i protesto edeceğim diye İlhan Koman'ın Akdeniz heykelini parçalamak nedir? Ne alakası var yahu? Siz kendinizi yırtarken "Höt zöt" etmekten öteye gidemeyen devlet büyüklerine baksanız biraz. Ehm, valla çok ayıp. Kınıyorum. Bak son kez uyarıyorum ha demekten başka ne yapıyorlar merak ediyorum. Para öyle bir şey ki, bebeklerin cesetlerinden daha mühim onlar için. Ama olsun, yine de söyleniyor gibi yapalım. Orayı burayı taşlayalım, tükürükler saçarak heykel parçalayalım, koka kolaları klozete dökelim, akıllı telefonlardan İsrail ürünlerini protesto edelim aklımızca. Oyh.

Annem buradaydı bir süredir. 1 ay önce yaşadıklarını (göğsünde tümör çıkması, ameliyatla aldırması, radyoterapi ve kemoterapi görecek olması) daha yeni, buraya geldiğinde öğrendim. Şok oldum, inanamadım ilk duyduğumda. Ama artık bu hastalığa çok sık rastlanıyor ve artık tedavi edilebiliyor, erken evrede hele daha da kolay çözülüyor. Kemoterapi çoğu zaman tedbir amaçlı.

Bebek beklediğim için üzülmeyeyim, oralara gitmeye kalkmayayım diye bana söylememiş. Bütün sülale biliyormuş, kimse bana çaktırmamış. Bu süreçlerde yanında olamadığım için, bunlarla tek başına uğraşmak zorunda kaldığı için üzüldüm. En azından, elimden geldiğince destek vermeye çalışırdım. Öyle bir zaman ki ben onu, o beni üzmemek için çabalıyoruz. Ama en yakınımız, canımız yine birbirimiziz. Biliyorum annem güçlüdür, bunu da atlatacak; son 10 ayda, babamı kaybettiğimizden bu yana yaşadıkları hiç kolay değildi ama biliyorum, yine eski sağlığına kavuşacak. Tüm dualarımız, iyi dileklerimiz, sevgimiz onunla...

Annem buradayken ben hastalandım bu sefer, feci ağrılar, 1 hafta rapor ve kanepe istirahati. Ne doğru düzgün bir şey yiyebildim, ne yataktan kıpırdayabildim... Kitap bile okuyamadım. Günlerce öylece tavana baktım ve düşündüm: "Ne zaman bitecek?"


Hayatın hepimize dair planları var ve biz bunları bilmiyoruz. Böylesi daha iyi belki. Ama artık güzel şeyler olmasını diliyorum. Sağlık her şeyin başı. Onu artık çok iyi biliyorum. Ve sağlıklı, huzurlu, neşeli günler diliyorum hepimize. 
Güzel günler görelim hep birlikte.



3 Temmuz 2014 Perşembe

Geç olsun güç olmasın mimi

Temmuz geldi, heyecanlıyım nedense. İncir yemeye daha çok yaklaştığım için mi, denize girme ihtimalim arttığı için mi bilmem :) Ama güneşten yanma ihtimali, benim gibi bir peynir için can sıkıcı. O yüzden kremlere bulanıp küççük hanfendi şapkaları takmam icap ediyor. Dondurma yiyebiliyorum hem. (Bostancı'daki Yaşar Usta'nın mor eriklisini, Şaşkınbakkal'daki Bitez'in Bodrum mandalinalı dondurmasını tavsiye ederim naçizane) Neyse...

Bayan Silvia  Yağmurlu Gün Mimi'nde mimlemiş, geç gördüm; affola. Havalar, deli yağmurlardan cehennem sıcağına döndü. Kasap havası olmasa da İzmir marşıyla cevaplamaya başlıyorum efenim...

1) Telefonun nerede?
Hemen sağımda, yamacımda. LG'nin en dandik modelini kabukları dökülene, içindeki numaralar silinene dek azimli bir teyze gibi kullandım. Acınası haldeydi. O gerzek telefondan sonra beyin hediyesi olan şimdiki şahane ve de akıllı şeyi seviyorum.

2) Partnerin?
Kuzum, kocam, esteban. İyi ki hayatımda. Ekşi sözlük sayesinde hayatımı paylaşacağım insanla tanışacağım hiç aklıma gelmezdi, 7 seneden sonra saadet :)

3) Saçların?
Yaz sıcağında enseme değmelerine bile tahammül edemediğimden kestirdim. Açık kumral ve kısa. Şöyle:


4) Annen?
Kıymetini bilmek için elimden geleni yaptığım, hep yanımda olsun istediğim... 60 olup da hiiç göstermeyen, yoga ve pilatese merak saran, hiçbir şeye üşenmeyen, herkesin yardımına koşan, becerikli ve güzel kadın. Günde 2-3 kez konuşmadan rahat etmediğim, 7/24 telefonun ucundaki yemek tarifçim. Bana ergenken söylediği ve delik deşik kulaklarımın ardına attığım her şeyi, sağlıkla kucağıma almayı umduğum cimcime için hatırlamaya çalışıyorum. Gerçi ne dense boş, ergen bildiğini okur. Annem zaten pek eğleniyor bu ara:

- Ho ho, bakalım senin gibi saçını yeşile boyayacak mı?
*Aman anne yaa, bi tutamdı o, hem de maviydi.
- Belki yeşil oje sürüp yırtık kot giyer, ehi!
*Ne güzel işte, efil efil.


5) Baban?
Canım, çok özlediğim... Okumayı, yazmayı, hayvanları sevmemi ona borçluyum. Çok erken bıraktı bizi. Ve ben eksikliğini her geçen gün daha çok hissediyorum. İçimde kocaman bir sızı babam. Yakma tablolar yapardı, fotoğraf çekerdi, sergi açardı, kitap yazardı, çok okurdu, tur rehberliği yaparak bir sürü dost biriktirdi... Gezmeyi, doğayı hep çok sevdi. Hep "genç"ti ve öyle kaldı benim için, hiç yaşlanmadı. Pıt diye de gitti. Huzur içinde yatsın, ışıklarla olsun.


6) En sevdiğin eşya?
Salondaki kırmızı koltuğum ve kitaplığım. Bir de defterlerimle kalem kutum.

7) En son gördüğün rüya?
Bitmeyen bir denizde yüzdüğüm rüya. Sudan hiç çıkmak istemiyordum ve kafamda Meksikalıların giydiği koca bir şapka vardı. Mayoyu filan hatırlamıyorum ama şapka net.

8) Hayalindeki araba?
Dünyayı gezmek için böyle bir şey iyi olur diye düşündüydük beyle. Ama benzini hüüp diye içtiğinden, bir de benzin istasyonu ya da Arap şeyhi lazım.


Ama ben İtalya'nın şahane yerlerinde (misal Portofino, Amalfi) dolanan, küçük, şirin Fiat 500'lere ve New Beetle'lara da bayılıyorum. Cabrio olacak ama.



9) İçinde bulunduğun oda?
Ofis odası. Ama eski açık ofise göre daha ferah, yanımda açılabilen bir pencere var. Bahçeye, ağaçlara ve avuç içi kadar, fışkiyeli bir havuza bakıyor. Bir de etrafımda 5 editör daha oturuyor. Sevdiğim birkaç resim, babamla annemin doğum günümde yolladığı çiçek, kedili sürahi ve yaşamasını umduğum bir kaktüs var bir de; iyi hissettiriyor.

10) Korkun?
Bir takım iğrenç böcekler, aklımı yitirmek, polis, sevdiklerime kötü bir şey olması.

11) On sene içinde ne olmak istiyorsun?
Daha mutlu, huzurlu ve keyfe keder yaşayan biri olmak istiyorum. Bahçesi, bahçesinde meyve ağaçları, köpekler, kediler olan ahşap bir kulübemiz olsun; arka tarafta da domates biber patlıcan... Huzurlu ve sakin bir hayat yaşayalım. Cimcime bahçedeki kedi köpekle oynasın, ağaçtan meyve filan toplasın... Şu klipteki gibi bir hayat hiç fena olmazdı: 



12) Sen ne değilsin?
Vicdansız, vurdumduymaz ve vefasız değilim. 3V.

13) En son yaptığın şey?
Her sabah yemem gereken haşlanmış yumurtayı yedim demin. Üstüne de ceviz yiyorum ayıptır yazması.

14) Üzerinde ne var?
Efil efil mavi bir elbise, rahat. Göbeciğin sıkışmaması mühim, o yüzden yazın elbise candır.

15) Senin hayatın?
Bu ara, bilmediğim bir döneme girmenin heyecanıyla dolu. "Acaba nasıl biri olacak, hayatımız çok değişecek mi, onu iyi biri olarak yetiştirebilecek miyiz?" gibi sorular var. Ama genel olarak fena değil; rahat ve keyifli.

16) Moralin?
Fena değil. Gündemden ne ka çok haberdar olursam, o ka bozuluyor lakin.

17) Şu an ne düşünüyorsun?
Bir ara evi toplamayı, hemen peşinden de tatile nereye gidebileceğimizi...

18) Senin bilgisayarın?
Gitti. Evdeki sizlere ömür, yenisini almak lazım. Ama beğendiğim macbook air, çok pahalı yahu! Verilmez o kadar para.

19) Bira?
(Bu ara) Alkolsüzse ve güzel bir manzaraya karşı içiliyorsa neden olmasın, Amstel misal...

20) Aşk?
İyi ki var. Akabinde kafamda şu dönmeye başladı, çaktırmadan masa altından dans edesim geldi.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Yangın yerinde yaşamak

'Sivas davası düştü' haberini, "Ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olsun" yorumuyla karşılayan 'biri'nin cumhurbaşkanlığı adaylığını tartışırken biz, yanan hayatların yarası kapanmıyor, acıları küllenmiyor ki...

"Yaşamak bu yangın yerinde,
Hergün yeniden ölerek.
Zalimin elinde tutsak,
Cahile kurban olara
k.
Yalanla kirlenmiş havada,
Güçlükle soluk alarak.
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek.
Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak.
Toplanır ölü arkadaşlar,
Her biri bir yerden gelerek.
Kiminin boynunda ilmeği,
Kimi kanını silerek.
Kucaklıyor beni Metin Altıok,
Aldırma diyor gülerek.
Yaşamak görevdir yangın yerinde
Yaşamak insan kalarak…"


2 Temmuz 93 Sivas Katliamı
Unutmadık...


Otelin merdivenlerinde oturmuş Behçet Aysan, önünde bir yangın söndürme tüpü, hemen arkasında güzeller güzeli Uğur Kaynar, onun hemen yanında ise elinde küçücük bir fırça ile kendini savunacak olan Metin Altıok...

O merdivenlerin, o duvarların dışında ağızlarından köpükler saça saça kudurmuş şeriatçı ortaçağcı bir kitle...

Bu adamlar o kadar insanlar ki, kendilerini birazdan ateşe verecek bu katillere karşı bile kendilerini küçücük bir yangın tüpü ve fırça ile savunmaya çalışacaklardı kimsenin canı yanmasın diye...

Bu fotoğrafın çekilmesinden yalnızca birkaç saat sonra aramızda değildi üç güzel insan. O eller bir daha kalem tutamadı, sazını çalamadı...

Ama o canları yakan eller yine yaktı, yine yıktı.
İnsanlık zaman aşımına uğradı!
2 Temmuz'u unutma, unutturma!
 (Nesteren Genç)

Sivas için yakılan ağıtlar...