29 Nisan 2011 Cuma

On the road


Yol yapmak iyidir. Gezmek dolanmak. Hele de yolun ucunda sevdikleriniz varsa ve de sevdiğinizle birlikte yapılıyorsa... Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diye boşuna dememişler. Ofiste sandalyene yapış, evde kanepeye... Ooolmaz! Yok öyle bizde!



3 günlük İzmir-Alaçatı-Ovacık rotamızda önce Balıkesir civarındaki benzinlik yavruları takıldı gözümüze. Annelerinin dibinden ayrılmayan veletler. Çayımızı içerken kendileriyle epeyce hasbıhal ettik. Ordan oraya yuvarlanıyordu topikler. Yol boyunca kafamıza estiğinde, yorulduğumuz yerde mola verdik. Bu yol, bizim için ayrıca önemliydi. Ailenin bir kısmıyla tanışan sevgilinin, geri kalanıyla kaynaşması ve tabii gezmekti amacımız. 

Söz konusu köpükler








İzmir'de güneşli nefis bir hava, aile sıcaklığı, leziz anne yemekleri tarafından karşılandık. Yemek-muhabbet... Ertesi gün rota, Kordon üzerinden Alaçatı-Çeşme idi. Burada ise ev sahibi, abim. Alaçatı'da şık bir balık lokantasında rezervasyon yaptırmış; denizin kenarında balık, meze, salatalı nefis bir sofra, güzel güneşli bir hava, leziz bir muhabbet... Yüzler gülüyor, şahane. Buranın tatlıları ayrıca takdire şayan, helva içindeki dondurmaya bayıldım. Yol kenarından kocaman papatyalar topladık annemle. Bir kucak... 

Alaçatı tekiri

Olmaz mıyız :)



Erken Hıdrellez

Çeşme marina



Alaçatı mimari açıdan epeyce gelişmiş, 20 sene önceki bomboş halini hatırlayınca şaşırıyor insan. Sörf okulu bile yoktu o zaman. Eda abla geldi ya, burası da Bodrum'a döner artık. Pansiyonlar fiyat olarak uçmuş, Çeşme'deki çadır ve karavan kampları kapanmış. Ama neyse ki evler çok estetik inşa edilmiş. 2 katlı, taş cepheli, Rum tarzı evler.

Gördüğümüz ilginç şeylerden biri de, bahçe duvarı akvaryum olan evdi. Abi tonlarca balığı, ahtapotu, müreni doldurmuş camların içine, sürekli bir volta halinde hayvanlar; gelen giden de meraktan cama yapışıyor haliyle. Çeşme'ye ise ne zamandır gidememiştim, özlemişim. Güzel yerler açılmış.



Dönüşte ise rotamız sevgilinin İzmir'deki arkadaşlarıyla tanışmak için Ovacık oldu. Güzel bir ova köyü. Yolda önümüzü keçiler kesti. Tepeye vardığımızda ise güler yüzle karşılandık, sofralar hazırlanmış, herkes bizi iyi ağırlamak için çırpındı durdu. Açık ve temiz havada güzel yemek, nefis muhabbet, bir arkadaşın güldüren Japonya anıları (ben olsam tapınak eğitimlerinden uzak dururdum, Katmandu gibi değil, bildiğin işkence kampı yahu), çam kokusu, kakara kikiri, dolunay manzarası derken bastıran uyku...






3 güne sığdırılmış güzel bir gezi-ziyaretin mutluluğu, herkesini birbirini sevmesinin verdiği huzurla dönüş yolu...

Hey gidi Kate


Kate Middleton ile Prens William evleniyormuş bugün. Saadetler diliyorum.

Yok gelin avammış, yok uyanıkmış, kasabı düğüne çağırmış, bunları geçelim. Güzel kız, hoş kız. Akıllı da. Gelinlik sır gibi saklanırken (zaten abartılı bir şey olacağı kesin), benim merakım Kate’len William da aile hekimine gitti mi, Verem Savaş Derneği’ne gidip ciğer filmi çektirdi mi (Malum, ciğerler mühim. Bizde işe alırken, evlendirirken önce ciğere bakılır), sonracııma Toplum Sağlığı Merkezi’ne onaylattı mı ciğerlerini?

Ya soyadı? Kızlık soyadı kalacak mı, direkt William’ınkini mi alacak? Lütfen kamuoyu aydınlatılsın, bunlar mühim hadiseler… Bak, baldız disko topu takmak istemiş, Kraliçe’nin tepesi atmış. Adap edep... Cık cık…


28 Nisan 2011 Perşembe

Cıss…sansür!



31, Adrianne, Animal, Hayvan, Baldız, Beat, Büyütücü, Çıplak, Çıtır, Escort, Etek, Fire, Girl (İngilizcede 'kız' demek), Ateşli, Frikik, Free, Gey, Gay, Gizli, Got (İngilizce ‘get’ fiilinin geçmiş zaman ya da geçişli hali), Hatun, Haydar, Hikaye, Homemade (ev yapımı demek), Hot (İngilizcede ‘sıcak’ anlamına geliyor), İtiraf, Liseli, Nefes, Nubile (?), Partner, Pic (İngilizcede 'picture'ın (resim, fotoğraf) kısaltması), Sarışın, Sıcak, Şişman, Teen (İngilizcede 13-19 yaş grubunda genç), Yasak, Yerli, Yetişkin,  Xn, XX...
Artık bu kelimeleri kullanmak da yasak, sakıncalı! Ağzımıza biber süreceklermiş yoksa. Değişip dönüşmüyoruz, geriye gitmiyoruz ha?! İlerliyoruz, gelişiyoruz demek?!


Kim kendini burada güvende hissediyor, bu nasıl bir kafa yapısı; anlamak mümkün değil. Kopyacıların, sansürcülerin eline kaldık. Gemi su alıyor, biri bağırıp çağıran kaptana söylesin. Ali Kaptan? Yok o değil. Padişahım çok yaşa!

Yalnız


Bahar gelemedi. Bu şarkı da duruma cuk oturdu. Her sabah uyanmakta ve işe gelmekte zorlanıyorum. Trafik canımı sıkıyor. Bu sabah da uyanamadım, zeytin gibi çizik gözlerle geldim işe. Ofiste paso müzik dinliyorum, kafamda koca kulaklıklarla soyutlanırsam ortamdan, belki biraz daha çekilir olur diye. Mesai vs. Ofis içi/dışı zorlama sosyalleşmelere gıcığım. Ama akşamları seviyorum eğer sevgilimi göreceksem. Kaçmalı yine bir yerlere birlikte, nefes almak lazım. Şarkıya geçeyim ben en iyisi. 




"Bu sabah yalnız uyandım,
Aynada kendime baktım,
Gitmek ne zor kararmış,
Acilen kaçmam lazım!

Yol var içimde,
Gitmek var hep dilimde,
Nefes alamam ben bu şehirde,
Acilen kaçmam lazım!

Son defa görmek için geleceğim yanına,
Sonra yol alır beni kalır her şey ardımda.
Sensizlik zor bilirim gitmeliyim sonunda,
Yol varsa içinde bakamazsın ardına"

Kaybedenler Kulübü


Geçen akşam “Kaybedenler Kulübü”ne gittik. Ne zamandır sinema etmiyorduk “Yav koltukta yayılıp DVD izlemek varken” diyerekten. Ama hep derim, yine diyeyim: Sinemanın keyfi başka yahuu!

Filmi Rexx’te izlemek daha bir tat kattı mevzuya, çünkü Kaybedenler Kulübü demek Kadıköy demek, Barlar Sokağı, Trip vs demek. Hele Mete’nin köşedeki plakçı dükkanı Vintage’ın, sonra yalnızlar partilerinin mekanı Trip’in önünden geçince film gibi gelmedi pek. AVM sinemalarına gıcık olduğumu fark ettim bir kez daha.  Bir uğultu, bir manasız kalabalık...

Ezcümle, film hoşuma gitti. Kaan’ı oynayan Nejat, Mete’yi susan Yiğit, koltuğa yapışan Rıza gayet iyi iş çıkarmış. Taklidi orijinalinden iyi denir ya, aynen öyle. Mete'nin annesiyle muhabbeti pek hoş. Kitaplar, plaklar gırla...

Programı dinlediğim günlerde, bazen geyikleri hakkaten bayardı. Saatlerce “Aaabi, off” vs vs. E sesleri de Nejat’la Yiğit kadar etkileyici olmadığından… Çoğu kimsenin gıcık olduğu adamlardı. Herkes sevmek zorunda değil elbet. E ama güzel lafları da yok değildi hani, harcamayalım şimdi hemen kendilerini. Sadece kaybeden geyiği yapıp her akşam çift tarifeden kız götürmeleri enteresan olsa da. Film sırasında yan koltuktaki sevgiliden aydınlatma notları geldi, güzel oldu. "O adam böyle değildi", "Dolmuşçu abiyi unutmuşlar" vs vs...

Evdeki belgesel delisi, koltuk koalası elaman da (Murat)  gayet nefis olmuş, üst konuşma balonlarıyla “çevrilen” kıvırcık abi de. Filmde radyodaki espriler/replikler de vardı elbet. Üsttekiler filmden, sonuncusu maziden. Dondurma istettiniz zati canımı.

- Üff, eski sevgilimi hatırladım ya
* Hangisini?
- Ya, işte onu hatırlayamadım...


- Nasılsın?
* Standart, iyidir işte
- Allah standarttan ayırmasın

"Ölümün olduğu bir yerde hiçbir şey ciddi olamaz..."

"İnsanın yeryüzünde kendisine en uzak olduğu nokta, kendi sırtıdır aslında"

- Çikolata?
* Sanmıyorum.
- Bırakiim mi?
* Evet.
- Sanmıyorum.

Filmde bir tek Ahu ablaya ısınamadım. Yani… bi şey olmuş, olmamış. Arhanlardan beri aynı yüz ifadesi yahu! Nasıl pizza üzerine mayonez olmazsa koala Murat, Nejat üstü Ahu da olmamış. Zeynep karakteri zaten ayrı bi gıcık, radyo programı ve yayınevini ilk duyduğunda “Aaa, ne güzel işler yapıyosuuuun” demeler, iş ciddiye biner gibi olunca “Kendini sağlama alacak bir iş bulsana!” E abi iyi etti orda hadi len, işine gelirse demekle.  

Motor, radyo, yayınevi… Hepsi kulağa gayet artistik, bohem geliyor; lakin kitaplar satmıyor, programı dinleyen yok gibiyken var aslında. Ama çat diye bitiyor işte. Neden? Çünkü popülerliğe doğru yürüyen iş “E az küfredin, içmeyin” vs derken özünden, eğlencesinden "Kafamıza göre muhabbet ediyoruz"dan kopuyor. Hadi eyvallah.

Müziklere ayrıca hasta oldum. Gülce Duru, Can Gox pek güzel yazıp söylemiş. Nefis. Tek itirazım, film müzikleri albümüne “Süleymaniye”yi aldınız da, “Sigaramın Dumanı”nı niye almadınız? Oldu mu şimdi? Olmadı.


Trip'teki parti sahnesindeki nefis şarkı, "Sigaramın Dumanı". Asu Maralman söylemiş.

Ve bu da yine Gülce Duru ve Can Gox'tan "My Woman"

Dinleyin bakalım...

11 Nisan 2011 Pazartesi

Kedüklü balkon

Yorgunum. Eve geldim. Dalgınmışım da. Oğlanları havalandırmak için balkona çıkardım. İkisi de girmişti içeri. Yemek yedim, bi 10-15 dakika sonra dışarıdan ama böyle sanki uzaktan miyavlama sesleri geliyor gibi geldi, sokak kedileri sandım. Kaçıvermiş meğer. Ama ne bileyim ben. Hiiç istifimi bozmadım haliyle.

Derinden gelen sesler arttı. Kafamı çevirip bir baktım, Obi balkonda kalmış, camı tırmalıyor. Fırladım hemen, sardım peluş sabahlığıma. Paticikleri kulacıkları donmuş, ısıttım kucağımda. Biraz sonra vicdan azabımla beraber tabağımda kalan yoğurdu da yaladı kendisi. Şimdi de dondurmama halleniyorlar.

9 Nisan 2011 Cumartesi

La Riva






Nihat Doğan vs Survivor

Kalktım, kahvaltıyı beklerken NTV izliyorum. Nihat Doğan'ın Survivor'a giderken ülkesine, yani sevgilisine iyi bakmamızı isteyip onu bize emanet etmesini izledim şimdi, sinirim bozuldu. Adam gözyaşları içinde "Yeni doğmuş bir bebek gibi bakın ona, kırmayın, incitmeyin, provakasyonlara gelmeyin, kavga etmeyin" filan dedi yahu! Hey allaam!

Kendisiyle ıssız bir adaya düşsem n'apardım bilemiyorum şahsen. Belki rakı tokuşturur bulurdum bir süre sonra kendimi. Bilemiyorum tabii. Akıl fikir diliyorum ama kendisine, üzmesin bizi. Madem kaşlarını aldırmış, cımbızını unutmasaydı bari. Adada fırça gibi olurlar sonra maazallah. (O değil de Yılmaz Morgül'ün dudaklar ne öyle yahu! Arı kovanını mı öpmüş ne!)


Dün de insanların enteresanlığı üzerine düşündüren bir şey geldi başıma, pek şaşırdım. Anahtarla dış kapıyı açmaya çalışıyordum, bir kadın da apartmandan çıkmaya çalışıyordu. Böyle gözlüklü, kızıl saçlı, donuk suratlı bir tip. Kapının orda burun buruna gelince gayriihtiyari, gülümseyerek "İyi akşamlar" dedim. Kadın suratıma mel mel bakıp "Sizi tanımıyorum!" demez mi? Eşşek tepse bu kadar dumur olurdum. "E isabet!" deyiverdim, suratıma biraz daha bön bön baktı, kıçını dönüp gitti. Ahaha! Şaka mısın sen be? Ben sanki seni tanımaya çok meraklıyım, ayı seni! Sevimsiz!

Neyse, nefis bir kahvaltı hazırlayayım bize. Malum, hafta sonu kahvaltıları kutsaldır.

Hepimize Nihat Doğan'dan ve ayılardan uzak güzel günler diliyorum ben.

2 Nisan 2011 Cumartesi

1 Nisan ertesi

Bir haftada hava 180 derece döndü. Yazdan kışa... Olsun. Geçen hafta sonu Burgaz'da rakı sofrası, bu hafta sonu Çengelköy'de kahvaltı masası... Suratı yakan güneşten, ince ince yağan yağmura... O da güzel, karartmamak lazım enseyi değil mi?

İş o kadar yoğun ki bu ara, dün kimsenin 1 Nisan şakası kaldıracak hali yoktu. Neyse ki yapan da olmadı. İsabet. Şaka gibi bir ülkede yaşıyoruz zaten, manyak mısınız? Zaytung okuyun, kafi. Ben pek beğeniyorum kendilerini.

Ayrıca iş yerindeki, motivasyon gecesi, kalmalı hafta sonu eğlencesi düzenlemek için yırtınan ve de herkes gelmeyince asabiyet yapan salaklara uyuz olduğumu buradan da belirtmek istiyorum. Yahu hafta içi size katlandığım yetmiyor, hafta sonumu da sizinle geçirmek zorunda mıyım?

Zorla motivasyon olur mu ulan?! Gıcığım hepinize işgüzar boklar! Hangi tarihi ayarlarsanız ayarlayın, gelmeyeceğim. Tüm şirkete cc'li maille çağırsanız da, reply all ile nope diyeceğim, düşün la yakamdan, çemkirseniz de boş! Yemişim kurumsal şirket ayaklarını. Bir hafta sonum var bana ve sevdiklerime ait, benim kalacak; tarafınızca "uyumsuz" addedilmek de zerrece umrumda değil. Yedirmem size arkadaş!

Bu da size kapak ola.

Neyse... Pek sevdiğim bir yemek pişiriyorum şimdi, bakalım zeytinyağlı enginarım nasıl olacak? Pattiz havuç yerine, iç bakla koydum enginarların yamacına .

Oğlanların keyfi yerinde, gazete okurken kucağımda mutlu mesut uyudular. Rüya bile gördüler, bıyıklarını titrete titrete... Şimdi de makinede dönüp duran çamaşırları izliyorlar. Yoda kendi başına takılıyor da, Obi patisini sağıma soluma atıp boynuma yürüme derdinde. Aha da zombi halleri aşağıda.


Yemeği yoklarken arada, "Copia Conforme" izleyebilirim sanırım. Juliette ablayı severiz. Sayarız. Zaten Mööörlin var, bıktım ondan da, cnbc-e, kusucaz be!

Peki "Kaybedenler Kulübü"nü sinemada izlemeli miyiz? Ben Tolga Örnek ve Nejat İşler hatırına bir şans verme taraftarıyım. He? 

Bu arada, hastası olduğum Behzat Ç.'deki tekila sahnesi beni benden aldı la :) Tekila maceramı sona erdirdiğim kendi sahnem geldi aklıma; 1 şişeden sonra Galata Kulesi ile Beyazıt Kulesi yer değiştirdiydi, ama limonla tuzu unutmayacan aga!