21 Temmuz 2016 Perşembe

"buraya umutlu günler koydum"


"sana buraya bazı şeyler koyuyorum. yol boyunca aklında olsun. lazım olursa açar okursun. olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.

şuraya bir cümle koydum. bırak, acımızı birileri duysun. hem zaten şiir niye var? dünyanın acısını başkaları da duysun!

acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. ortada dursun. olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. az unutursun.

buraya tabiatı koydum. ağaçları, suyu, ovayı, dağı. onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

buraya, küçük mutlu güneşler koydum. günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

buraya, bir inanç bir inat koydum. tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun.

buraya yolun yokuşunu koydum. bildiğim için yokuşu. zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklında bulunsun.

buraya umutlu günler koydum. şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. n’olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!

burada bir tutam sabır var. kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

burada güzel çaylar var. bu aralar senin için çok önemli. bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. demlersin, maksat midene dostluk olsun.

şuraya youtube’dan müzikler, bach dinle filan, koydum. ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

buraya bir silkintiotu koydum. kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun."

birhan keskin
kargo
(fakir kene)

12 Temmuz 2016 Salı

Normal mi, değil.


Günlerdir, hatta aylardır ne hissettiğimi bilmiyorum. Göğüs kafesime karamsar bir öküz oturdu. Okumak, izlemek, yazmak... bunlara dilediğim zamanı ayıramamak dışında, bunlardan eskisi kadar keyif almadığımı fark ediyorum. Zamanım, iş-ev ve Defne arasında sallanıp duruyor. Kendim? O nereye sıkışmış bilmiyorum. Pek kimseyi gördüğüm yok, pek kimseyle konuştuğum da. Konuşacak halim de yok.

Ülkede yaşananları okuyup dinledikçe/izledikçe, korkunç bir umutsuzluk ve sıkışmışlık hissi kaplıyor içimi. Defne'nin yaşayacağı gelecek beni ürkütüyor.Onu nasıl koruyabilirim bilmiyorum. Artık alışmaya zorlandığımız o gerçeklikten de, hoyrat ve açgözlü zalim insanlardan da, umursamayan o tuhaf güruhtan da yoruldum. Konuşacak bir şey bulmakta zorlanıyorum. Ezbere laflar ediyormuşum gibi yabancı geliyor sesim kulağıma. Tatile gidenlerin fotoğrafları, yanık tenleri ve enerjileri kaplamış her yeri. Kıskançlık mı? Değil.

Lafın gelişi sorulan "Nasılsın?"lara, ezbere söylenen "İyiyim"ler. İyi değilim. İyi değiliz. Evet, hayattayız, sağlıklıyız diye şükretmeliyiz, şükretmemiz bekleniyor; biliyorum. Hayat, acımasız yüzünü çok sık gösteriyor. Eskiden de böyle miydi? Sık sık babamı düşünürken buluyorum kendimi. Bir arkadaşımın dediği laf geliyor aklıma. Babamın, Defne'ye yer açmak için gittiği gibi bir şeydi. Bende ikisine de yetecek yer vardı oysa. Birbirlerini severlerdi.



Belki de Defne'nin hastalığını öğrendiğimde doktorun neredeyse zorla verdiği ilaçları bırakmasam daha kolay katlanabilirdim. Ama endişe ve kaygı, artık hep hayatımızda. Gazete okumak istemiyorum, içim büzüşüyor. Haberleri filan hiç izleyemiyorum, malum şahsın sesini duyunca midem kasılıyor. Açık oturumlar filan, saçma sapan; boş konuşmalar...

Bir sürü acının; Ali İsmail'in öldürülüşünün, Srebrenica katliamının yıldönümü geliyor, geçiyor. Her şey tarih olarak kalıyor sanki bir yerlerde. Sonra Ethem Sarısülük'ün abisinin, Ethem'in doğum gününde çocuğunun doğduğunu ve umudun bitmediğini yazdığını okuyorum bir yerlerde. İçim karmakarışık oluyor. 

Eşimin lise arkadaşını kaybettik hafta sonu. 3 çocuğu varmış, eşinden ayrıymış. Çocuklarının velayeti de ondaymış. Tek başınaymış evde. Sabah, kız arkadaşı bulmuş. Beyin kanaması. Günlerdir durgunuz. Çocuklarına ne olacak? Gencecik adam gitti. Lise arkadaşları çocuklar için bir şeyler yapmak istiyor ama giden gitti. Her göçüp gidende hayatı, ne için yaşadığını bir kez daha sorguluyor insan. 

Şu an yanımdaki iki kişi Avrupa'da tatil planları yapıyor, biri kına gecesi için internetten pudra rengi stiletto arıyor; diğerleri de öğlen dedikodusu yapmak için gittikleri AVM'den hala gelmedi. Kendimi hiç şimdiki kadar yalnız ve alakasız hissetmemiştim bu ofiste. Şu insanlarla Doğu'daki çocuklara giysi kitap bile yollamayı beceremediğim ve yılıp kendi başıma gönderdiğim geliyor aklıma. Sinirleniyorum. Çalışamıyorum, canım çalışmak istemiyor. Kafamı toplayamıyorum. Tatile gitmedim. Gitsem mesela, denizin üstünde öylece yatmak istiyorum. Kulaklarım suyun içinde, sadece suyun sesi. Defne için sıcak hava iyi olmayacağından Eylül'ü bekliyoruz. Terlememesi, su ve tuz kaybetmemesi lazım. Bekliyoruz. Sanırım hayat bazı şeyleri beklemekle geçiyor. 

İyi şeyler olsun istiyorum artık. Red Hot Chilli Peppers'in son albümünün kapağını gördüm bir yerlerde. Tablo gibi, alıp duvara asasım geldi. Bir de Patti Smith'in M Treni'ni okuyorum yeniden. Defne için bir defter tutmaya başladım, ona kendimce bir şeyler yazıyorum. Dün bez bebeğine su içirmeye uğraşıyordu. "Anni" diye diye. Kuzum. 

Son 24 saatte gülümseyebildiklerim bunlar. Bi silkinip kendime gelmem lazım. Du bakalım...