Neyse ki anane geldi, mesuduz cümleten :)
Hafta sonu eklerini anca okuyabildim. Geçen haftalardan birinin Milliyet Pazar'ında güzel bir röportaj vardı, belki görmüşsünüzdür. Grafik tasarımcı olan ve insanlara bir şeyler verebilmek için Kamboçya'da aşevi açan biriyle ilgiliydi. Cesur bir kadın, adını vermiyor, fotoğrafının yayınlanmasını istemiyor. Aynebilim diyelim kısaca kendisine. Zaten bir sürü yerde mahlası da o :) Yaptıklarını okumak iyi geldi bana. Bu dünya bunca kötülüğe hala niye batmıyor sorusunun cevabı gibi varlığı. Kitabı da varmış, 'Karın Tokluğuna Aşk'. Merak ettim, bulursam alayım. Sevgililerine yaptığı yemeklerin tarifleri, adamların hikayeleri. Hoşmuş :)
Büyükada'da denize yakın evi, şahane bir kedisi, gezmeli tozmalı bir hayatı varmış ama o bir yazı okuyup Kamboçya'ya gitmeye ve orada bir aşevi açmaya karar vermiş. Geçici bir süreliğine gezmeye de değil, yerleşmeye gitmiş. Macera peşinde değil yani, dediği gibi hayatını bir kenara bırakıp gitmiş oralara.
Kararında, o gün kedilerine aldığı mamaların parasından daha azıyla Kamboçya'daki insanların bir değil beş ay geçindiğini öğrenmesi de etkili olmuş. Çoğumuzun yaptığı gibi UNICEF kartpostallarını yollamak, LÖSEV'e bağış yapmaktan fazlasını yapmak istemiş. Röportajdaki en hoşuma giden cevaplarından biri de, 'Kesin arkasında bir şey vardır' diyenlere arkasında ne olduğuna dair verdiği cevap: 'Popom' :) Hayali, çok para kazanıp ihtiyacı olanlara yemek pişirmekmiş. İnsanın inanası gelmiyor ama böyle insanlar var ve iyi ki varlar. Mutluluk sebebi varlıkları.
Aynebilim'in ya da kısaca Ayn'ın planları arasında aşevinin bahçesine bir kelebek parkı açmak ve uçurtmalı fotoğrafına dayanamadığı, 11 Mart'ta öldürülüşünün birinci yılında anılan Berkin'in anısına, 7-8 Mart Berkin Elvan Uçurtma Günleri düzenleyip çocuklarla uçurtma uçurmak da varmış. Umarım yapmıştır.
Ona yardım etmek için bizim de yapabileceğimiz bir şey var, sitesi olan aynsoupkitchen'a yani şuracığa tıklayıp bağış yapmak. Çorbada bizim de tuzumuz olsun. Belki o bağışlarla aşevinin bulunduğu köye bir banyo ve tuvalet yaptırabilir. İster yemek ısmarla, ister çikolata. İstersen köydeki çocukların resimlerinden oluşan kartpostalları alıp yolla. Web sitesinde, yaptıklarını da ayrıntılarıyla anlatıyor. 11 maddede neden Kamboçya'ya gittiğini mesela. Blogunu da ordan okuyabilirsiniz. Röportajın tümü ise şurada.
Defne'yle baharı beklerken, arada çıkması için gün saydığımız bir kitabın imza gününe gittik. İlban Ertem'in illüstrasyonlarıyla çizgi romana dönüşen 'Puslu Kıtalar Atlası'nın imza günü vardı cumartesi. Kadıköy'deki çizgi roman dükkanı Büyülü Dükkan, tıklım tıklımdı. Sıra zor ilerliyordu, sağolsun 'Bi arkadaşa bakıp çıkacaktım' deyip sıradaki kankalarına eklenenler ve 10-15 kitap imzalatanlar sayesinde. Neyse ki bayılmadan imzalatabildik. Ustanın seveni, bekleyeni çok. Güler yüzüne, çizimlerine, o güzel sesine hastayız :)
İlban Ertem'in Gırgır'daki çizimlerini bilmiyordum ama yarattığı karakterlerden Vicdan'ı çok sevmiştim. Kedisever bir sürü arkadaşıma da hediye ettiğim Vicdan'ı, Defne adına imzaladı usta. 'Büyüyünce okursun' notuyla :) Kızımın ilk imzalı kitabı Vicdan oldu...
Bizim için de Puslu Kıtalar Atlası'nı imzaladı İlban Ertem, çizimler muhteşem; bir romanı olduğu gibi resimlemek hele, zor iş. İyi ki dönmüş illüstrasyona. Tamamlaması 5 yıl sürmüş, defalarca okuyup da pek sevdiği bu romanı çizgi romana çevirmeyi o teklif etmiş İhsan Oktay Anar'a. Pek de iyi etmiş :) Almadıysanız tavsiye ederim, İletişim'den çıktı; editörü de Levent Cantek.
Başka neler oluyor hayatta? Günden güne büyüyen Defne köftesi her gün bir şey keşfediyor, her gün başkalaşıp şaşırtıyor. Bir insanı adım adım keşfetmek böyle bir şey demek ki. Dün akşam ilk kez çıngırağı eline aldı, pek hoşuna gitti çıkardığı sesler. Saatlerce çaldı çaldı, o kadar ki Obi ile Yoda çiki çiki sesinden yılıp salondan kaçtı! Kendi de yoruldu sonra, elinde çıngırakla sızdı. Artık gülüp duruyor, şarkılar söylüyor ve bir de çıngırak konseri veriyor bize.
Pek gülüyorum bazı hallerine. Mesela koluma yattığında iki yanı birbirine yapışan kulağının pıt diye açılmasına, durup dururken gençliğini hatırlamış gibi hisli hisli iç çekişine, dünyanın en lezzetli şeyiymiş ve biz onu günlerdir aç bırakıyormuşuz gibi iştahla ellerini emmesine, gözlerini açıp şaşkın bakışına ve biz gülerken sanki mevzuya aşinaymış gibi gülmesine... Gaz sorunu azaldı, aramızda 'Noir Tozir' esprisi yapacak kadar geliştirdi kendini, ahaha!
Oturmaya mı geldik, hop hop! |
Yoda: Oh, sonunda sustu yav! |
Zaten ben dahil bir sürü insan tepki gösterdi, 'yarısı içilmiş çay var soğumadan alın', 'az kullanılmış peçete, önce gelen alır' geyikleri döndü ortalıkta. Kız hala saçmalayınca, altına da iyie iğrenç yorumlar yazılınca gruptan çıktım. Sayfadan ihtiyaç sahibi insanlar faydalanabilecekken böyle zırvalıklarla uğraşmak can sıkıcı. Doğal Anneyim'den de böyle çıkmıştım. Doğal ilaç ya da gıda tarifi yerine, kaynının arsa problemini yazan insanlar vardı orda da. Moderatör de atarlı bir abla, asarım keserim havaları... Eeeh yani!
Neyse, ben yine yazarım. Hem belki bir daha yazdığımda, bahar da iyiden iyiye gelmiş olur. Çiçeklenir etraf, içimizden salıncaklar havalanır filan... Yarın ücretsiz izin almak üzere ofise gideceğim, stresi sardı şimdiden. Çocuğuma bakmak için yasal hakkımı kullanacağım, ki o yasal hak da kuş kadar zaten! İçeriye seslendim 'Kahve mi içsek dışarı çıkıp, huu!' diye, ses gelmedi. Defne de ananesi de öğle uykusundaymış meğer, ben de mutfaktaki havuçlu keki tırtıklayayım madem :)