23 Ocak 2017 Pazartesi

Ah kalbim, sen benden ne çektin #2

Hafta sonları mutlu ve enerjik hissetsem de, daha çok yorulduğumu fark ettim. Daha hafta sonu sevincini idrak edemeden, pazar akşamı olmuş oluyor. Klasik... Banyo, çamaşır vs. Kendimi banyoya sokma kısmı dışında asıl eforu, Defne'yi yıkamak ve delice direnmesine rağmen saçlarını taramak için harcıyorum. İşe gelerek dinleneceğimi hiç düşünmezdim. 

Pazartesileri sevmiyorum, arkadaş olmaya çalışsam da olmuyor. Bugün de bi içime kapandım, gömüldüm. Hiçbir şey yapasım yok.


Yiğit Özgür
Neyse, sıra çelıncın 2. maddesinde. 6 gün geriden geldiğimden, fırsat bulmuşken yazdım. Kaldı 15 :)


Kalbimi kazanmanın beş yolu? İçinde ne olduğunu bilmediğim bir kavanozu kaşıklamak gibi hissettirdi bu. 

1. Bana değer verildiğini hissettiren ufacık şeyler için çabalanması. Ne bileyim, kendimi en yalnız, çaresiz hissettiğim anda hiç ummadığım birinden gelen bir mektup ya da telefon, ben seviyorum diye alıp gönderilmiş bir kitap, 'günün güzel geçsin' notuyla gönderilen bir şarkı, yazmayı seviyorum diye hediye edilen (ve yazmaya kıyamayacağım) defterler, 'Hadi gel iki lafın belini kıralım' diye hiç beklemediğim anda içilen bi dost kahvesi, kargoyla gelen ya da masamda bulduğum kedili bir şeyler, gözlerim çizgi olana dek gülebildiğim insanlar. İnatçı ve detaycı halimle beni kabul edenler.

2. Gerçekten anlaşıldığımı hissetmek. Bu çook büyük bir şey. Anlaşıldığımızı sandığımız o kadar çok anda, aslında yanlış anlaşılıyoruz ki. Birinin beni 'gerçekten' anladığını bilmek, paha biçilmez bir şey. Hazine bulmak gibi, 'Öf, bugün de yağmurlu' diye dertlenirken birden bulutların aralanıp güneşin kendini göstermesi gibi. Kimse kimseyi anlamak için uğraşmıyor gibi geliyor artık.

3. Samimi ve mütevazı olmak. Kendinden çok üstün biri gibi bahsetmeyen, kendini bir ürün gibi pazarlamayan insanlara daha çok ısınıyor içim haliyle. Altında herhangi bir iğneleme/ima olmadan kurulan her türlü iletişimin hastasıyım. Zaten bulmaca çözmek için vakit harcayacak kadar uzun yaşamıyoruz. Bari olduğumuz gibi görünsek ya da göründüğümüz gibi olsak. Zor, biliyorum. Ama imkansız da değildir herhalde. Ne bileyim, şişik egolardan kusazaam.

4. İncelikler. Evet, şairin dediği gibi "Ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya" ama minik incelikler, küçük nezaketler kurtarıyor hayatı zaten. Onlar çekilir kılıyor. Koca koca hödüklüklerin altında kalıyor, yeterince önemsenmiyorlar ama benim için önemli. "Ben böyleyim, tamam mıaaa?!" diye bağıran insanlardan gına geldi. "Lütfen, özür dilerim" vb de lugatımızda olsun hep, rica edicem.

5. Merhametli insanların varlığı. Yol kenarında gördüğü aç yavru kediye süt bulmak için uğraşan, otobüste filan ağlayan bir kadına mendil uzatan, düşeni kaldıran... ne bileyim, herhangi bir canlı için çaba gösterebilen herkesin başımın üstünde yeri var. Alttaki çocuklar gibileri çoğalsın dilerim.



Daha da ne yazayım bilemedim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder