27 Haziran 2011 Pazartesi

16 Haziran 2011 Perşembe

Ev alma komşu al

Ruh hastası komşu sadece bende yok tabii. Üst katta oturan manyak, klozetinin üstündeyken tepemize inmeden bu işe bir çözüm bulacağım elbet. Duvar çürüdü. Usta bulmuyorsa, kapısını açmıyorsa; vermek ben savcılığa dilekçe, gelmek bilirkişi, halletmek mevzuyu. Arama kurtarmaymış. Depremde bundan gelecek yardım Allah'tan gelsin!

Neyse, mevzumuz başka bir arkadaşımın manyak komşusu. Kendisi ünlü bir oyuncu ve egosantrik bir deli aslında. Yani yaptıklarını duyunca bu sonuca vardım. Apartmanda herkesin park yeri belliyken, efenim "Ben buraya park etmem, havalandırmaya kuşlar pisliyor, bununla ilgili olarak derhal genel kurul toplansın!" buyurmuş yöneticiye. Gürültüden ayrıca yakınmayı ihmal etmemiş. Şikayetlerini de apartman görevlisine verip arkadaşa iletmesini istemiş.

Arkadaşın eşi de bir cevap yazmış, ben göndermesi taraftarıyım:

"Sayın Yönetici,
Apartmanımıza yeni taşınan saygıdeğer komşumuzun şikayetlerini yazılı olarak almış bulunmaktayız. Bahsedilen konu şimdiye kadar tarafımızdan düşünülemediği için kendime kızıyorum. Bu kadar önemli meseleyi nasıl olmuş da düşünememişim. Her sabah arabamın yanına gelir, bu pisliklere nasıl mani olurum diye düşünüp dururdum. Allah razı olsun beyefendi gelir gelmez bizleri gaflet uykusundan uyandırdı. Bence bu konu sadece olağanüstü kurulda değil, tüm Kadıköy apartman temsilcileriyle bir araya gelerek çözülmeli. Sanırım herkes bu işin farkında ama bir çözüm geliştiremiyor.
Kuşlar… Vay alçaklar, demek suçlu onlarmış. Utanmadan her yere pisleyin. Bir yetkili yok mu bunlara dur diyecek! Ama gelişmemiş ülkelerde böyle. Avrupa’da böyle mi! Hele bir pislesin, kıçına mantar tıkarlar vallahi. Ama orada eğitim küçükten başlıyor. Daha kuş yumurtadan çıkar çıkmaz annesi ona çiş demesini öğretiyor.
Neyse, bunlar bizim kuşlarımızın görgüsüzlüğü. Adamcağız yeni taşınmış; yahu bizim arabaya bir senedir yapıyorsun sesimizi çıkarmıyoruz, devam et; yok efendim dedim ya görgüsüz işte, illa yeni arabaya yapacak. Yaptın da ne oldu bre gafil; boyun mu uzadı, sesin mi güzelleşti. Eğitim efendim bu işin başı. Neyse gürültüye de pek alışık olmayan bu komşumuzun derdine biraz da olsa çözüm bulabilmesi için aşağıda nacizane tekliflerim olacak.
 Apartmandaki arabalara dışkılarıyla zarar veren kuşlara karşı önlemler:
1.       Kuşlara belirli aralıklarla “Kışşşt!" denmesi. Ama bunu, her katın belirli aralıklarla 24 saat nöbetleşe yapması gerekiyor. Böylece şerefsiz kuşların huzuru kaçacağından onlar da başka apartmanlara gidip ihtiyaçlarını giderirler.
2.       Ünlü çocuk bezi firmalarından sponsorluk alarak gelen kuşların altlarını bağlayabiliriz. Apartman görevlimiz belli saatlerde onların altını değiştirebilir. Apartmana da sponsorluk anlaşması gereği “ Bu otoparkta kuşların altını ...... bezle bağlıyoruz” gibi bir ilan asabiliriz.
3.       Kadıköy Belediyesi’nden veteriner uzman talep ederek kuşlara belli saatlerde otoparkımızın onlara ayrılan bölümünde ihtiyaçlarını giderme kursu açabiliriz.
4.       Komşumuza bu işin doğal olduğunu psikolog eşliğinde anlatabiliriz; ikna olmazsa her sabah sırası gelen komşumuzun onun arabasını yıkamasını sağlayabiliriz.
5.       Her sabah onun arabasının üzerine biz pisleyebiliriz; böylece beterin de beteri varmış diye haline şükredebilir.
6.       Kuşlara kabız edici yiyecekler verebiliriz.
7.       Yakaladığımız her kuşun kıçına bir tıpa takabiliriz; bunun için bahçenin muhtelif yerlerine kapan kurmamız gerekiyor.
Cevabınızı en kısa sürede bekliyorum. Bu dert bizi bitirdi. En kısa zamanda genel kurulun yapılmasını rica ediyorum.
Saygılarımla, 

Bünye havalansın

Dün akşam, pek iyi geldi bünyeye. Önce veterinerdeki nefis, ekmek arası yapmalık yavrularla oynaşma, akabinde sevdicekle buluşup Amerika'dan tatile gelen arkadaşıma meyhane güzelliğini hatırlatma... Bol kahkaha, nefis muhabbet, şahane mezelerle paluhlar ve Yeni... Açık havada oturup keyifle gülüp sohbet etmeyi, sevdiğim insanlarla iki lakırdının, üç kahkahanın belini kırmayı seviyorum.

Kah seçimlerden bahsedip kederlenerek kaldırdık kadehlerimizi, kah gelecek güzel günlerimize gülümseyerek... Dışarıdan daha bir üzüntüyle takip ettiğini söyledi ülkenin ahvalini, sonra kısır yapmak için kazıklanarak ince bulgur aldığı Rizeli bakkalın memleket özlemiyle karışık halini anlattı. Hem giderim hem ağlarım hesabı.

- "Memleketi özledim, buralarda yapamıyorum"
 * "E dön amca memleketine"
- "E ama orda bakkallıkla bu kadar para kazanamam ki"
* "Hmm"

Sonra "Baklayı, patlıcan ezmesini bulamazsın sen oralarda" diye diye önüne ittirdim meze tabaklarını...

Kocası Oxford'da, kendisi Yale'de, ortada bir yerde buluşup hasret gideriyorlar. Ama mutlular. Hayatımda gördüğüm en güler yüzlü, neşeli, pozitif insanlardan biri. Neşesine hayranım. Muhabbet sürerken, ben durup "Yav abin napıyor?" diye sordum. Tatlı, hoşsohbet, esprili bir abisi vardı. "İyi, napsın; çalışıyor, sevgilisi var, mutlu" dedi. "Aa hadi ya, nasıl bir kız?" dedim. "Sevgilisi erkek" dedi.

O da bilmiyormuş, yeni öğrenmiş. Ama homofobik olmadığı gibi, normal ve hümanist bir insan olduğu için şaşırmamış. Önemli olan abisinin mutluluğu. Gerisi de kimseyi ilgilendirmez. Türkiye'de zorluklarla karşılaşması muhtemel, o kadar. Çünkü bizim ülkemizde her türlü farklılık (kime göre neye göre?), "öteki" olur; tuhaf karşılanır, tepkiyle karışık bir uzaklık nazarıyla süzülür. Abisi şanslı aslında, kendi çevresinde böyle düşünen örümcek kafalılar yok. Hele eşcinselliğin "hastalık" olduğunu düşünen hastalıklı zihin mahsülleri hiç yok. Onu kadın, erkek, eşcinsel, biseksüel olarak değil, "insan" olarak değerlendiren, seven insanlar var etrafında. Abisinin mutluluğuna kaldırdık kadehimizi. "Daim olsun" dedik.

Bu nefis rakılamanın üstüne çakırkeyf halde, gülüp eğlenerek kızları dolmuşa bıraktık, akabinde ayaklarımız dolanarak eve gittik. Hepsinin üstüne en güzeli de sabah baş ağrısız uyanmaktı. Her şeye koşturan, o kalabalıkta rezervasyonsuz geldiğimiz halde bize masa bulan, daimi müşterilerine hürmette kusur etmeyen süper abiler ayrıca takdire şayandı.

Dün akşamın fotoğrafları gelene kadar, şu dursun şurda bi yerlerde.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Tuska

Ortaçağ ezgilerinin üstünce Latince sözler yazan Alman abiler: Corvus Corax.
Bana Balkan kökenli gibi gelmişti oysa... Özellikle Tuska.

Bir de 13. yüzyılda kullanılan, sonra ortadan kalkan müzik aletlerini oradan buradan topladıklar tarihi yazılarla elle yeniden yapmışlar. Takdir ettim. Kostümleri de pek hoş.





Hey gidi kuzgunlar...




14 Haziran 2011 Salı

Biz hiç beceremedik...

Seçim sonuçlarını bu şarkı daha iyi ifade ediyor bence. Düşündüm de, evet.

Son dönemde çıkan, sevdiğim gruplardan Model. Bu şarkılarını da beğeniyorum bizzat.



Benim yorumum:
"Biz beceremedik seçmeyi de seçilmeyi de
Bu olan bitenlerin karşısında direnmeyi de..."

13 Haziran 2011 Pazartesi

Seçmek ya da seçmemek

Olanla ölene olmadığı gibi, seçenle seçilene de çare yok. Anlaşıldı...

Seçim sonuçlarını izleyesim, dinleyesim; bunlar üzerinde konuşasım yok. Şarkılarla ifade etmek istiyorum hislerimi müsaadenizle...

FNM'dan gelsin o halde: "Ashes to ashes"




Bu da Pazar günü için gelsin: "Fear of the dark" 



Akabinde de vaziyet gösteriyor ki: "Run to the hills"

10 Haziran 2011 Cuma

Kadın-erkek ilişkileri


Kadın-erkek ilişkileri, tuhaf mevzular... İnce dengeler barındırıyor içinde. Çünkü çoğu zaman mantık uçup gidiyor; ama akıl, birazcık zeka pırıltısı varsa eğer, her durumda lazım insana.

Aşıkken, birlikteyken her şey pek güzel, pek hoş, lay lay lom, tralalalaa; kuşlar, böcekler, kediler... Ama ilişki bittikten, yollar ayrıldıktan sonra edepli ve adaplı durabilmek zor. Bazıları içinse imkansız. Herkes beceremiyor bunu.

Ayrılık, bir ilişkiyi bitirmek, bazılarını acınacak hallere düşürebiliyor. Artık 'o' kişi tarafından sevilmediğini, o'nun hayatından çoktan çıktığını ve o'nun hayatına devam edip artık başka birisiyle mutlu olduğunu, bu başka birisinin 'o' kişinin hayatına bu bazılarından daha iyi geldiğini kabullenmek; her babayiğidin harcı değil. Olgun ve onurlu olmayı gerektiriyor. Ne yazık ki bu meziyetler de herkeste yok.

O kişiden ayrıldığını, ilişkilerinin bittiğini kabullenmeyip 'ara' verdiklerini sanmak, aldatıldığı sanrısına kapılmak, sürekli öfke, kin ve nefret kusmak, o kişinin medeni davranmaya çalışıp vicdanlı olmasını başka şeylere yormak, o yokken evine izinsizce, hırsız gibi girip eşyalarını parçalayarak sinir krizleri geçirmek, 'o' kişinin hayatındaki yeni insanı kendisine benzediği için seçtiğini düşünecek kadar zırvalamak, 'o' kişinin evleneceğini duyunca alay ederek kendini rahatlatmaya çalışmak, tacizi sanal yoldan sürdürmek, tuhaf psikolojik mastürbasyonlara girişmek, işle özel hayatı karıştırıp bu şekilde intikam almaya çalışmak...

En hafifinden zavallılık, daha da ötesi hastalık. Sözcükleri kifayetsiz bırakan cinsinden.

Bu durum devam ediyorsa eğer, sonrasında söz konusu bu kişilerin yapacağı tek şey tıbba güvenmek, hekimlerin güvenli ellerine kendini teslim etmek. Zira ciddi tedavi gerektiren bir duruma doğru dört nala koştuklarının farkında olmayabilirler.

Birinin evine izinsiz girip eşyalarına zarar vermek bile başlı başına bir adli vaka. Polise şikayet etme sebebi. 

Ayrıca "E madem bu kadar hakaret edecektin ayrılınca, bu kadar iğrenç bir insandı madem; bunca zaman neden beraber oldun, silah mı dayadılar başına?" derler insana. "O kişiye, ortak geçmişe ve paylaşılanlara biraz olsun saygın yok mu?" diye de eklerler.

Ama sabrın da bir sonu var. Hayatına normal insanlar gibi devam eden eski sevgili ses çıkarmıyorsa bu edebindendir, çirkefi üstüne sıçratmama derdindendir. Bazılarının artık istenmediklerini anlayarak ayrılığı kabullenip 'normal' insanlar gibi hayatlarına devam etmek yerine öfke, kin, nefret kusmalarını, çoktan kaybettikleri 'o' insanı ganimet ya da sürekli hakaret edilecek biri sanmalarını anlamak zor.

Zorla güzellik olmaz. Hiç olmamış ki. Az biraz edep, adap...


8 Haziran 2011 Çarşamba

Eylül akşamı

İki farklı müzisyenden, adı aynı, güzelliği başka şarkı: Eylül Akşamı
İkisini de ayrı ayrı severim.


İlki Bülent Ortaçgil'den:




İkincisi ise Pilli Bebek'ten:





Eylül, güzeldir...

Duruyor zaman

Behzat Ç.'den... (Pilli Bebek söylüyor, "Duruyor Zaman")

"Sadece ikimizin uyandığı saatlerde, duruyor zaman"


7 Haziran 2011 Salı

Anonymous

"Anonymous'tan Türkiye'ye uyarı

İnternet sansürüyle Türkiye'nin temel hakkı ihlal ettiğini söyleyen Anonymous (Anonim) "Sansür uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğiz" dedi

 


Tüm dünyadan isimsiz üyelerden oluşan siber protesto ekibi Anonymous, 22 Ağustos'ta Türkiye'de uygulanmaya başlayacak olan 'filtre' ile ilgili olarak hükümeti uyardı.

Filtenin kullanıcıların tüm aktivitelerini kayıt altına alacağını söyleyen grup, bunun sansürü üst seviyeye çıkaracağını öne sürerek bu duruma karşı tepkisiz kalmayacağını ve sansürü uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğini duyurdu.

Haber gruba ait anonnews.org sitesinde de yer aldı ve doğrulandı. Eylem şu anda Twitter'da da #operationturkey hashtagi (etiketi) altında konuşuluyor.

Grup internette yayınladığı "Merhaba Türkiye" diye başlayan ve İngilizce devam eden uyarısında şunları söylüyor:

Merhaba Türkiye,

Son yıllarda, Türkiye hükümetinin internet üzerindeki kontrolunun ne denli arttığına tanık olduk. binlerce websitesi ve blog engellenirken, aynı zamanda internet gazetecilerine karşı başlatılan yasal kovuşturmalar devam etmekte... Hükümet şimdi de 22 Ağustos’ta, internet kullanıcılarının tüm aktivitelerinin kayıt altına alınmasını mümkün haline getirecek olan yeni bir filtreleme sistemi uygulamaya koymak istiyor. Böylesi bir sistemin ne zaman ve nasıl uygulamaya konulacağı hâlâ muğlak olsa da, kesin olan şey hükümetin internet sansürünü bir üst seviyeye çıkardığıdır.

Bu sansür uygulamaları mazur görülemez. Serbest bilgi akışına erişim ve katılım temel bir insan hakkıdır. Türkiye hükümeti bu temel hakkı ihlal ederken, Anonymous eylemsiz kalmayacaktır. sansürü engellemek için desteğimizi verecek, sansür uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğiz.

Türkiye’de yüz binlerce insan internet sansürüne yönelik kararları protesto etti ancak AKP hükümeti insanların seslerini duymazlıktan geldi ve protestocuları polis şiddetiyle bastırdı.

Bizler tüm internet vatandaşlarını, Türkiye hükümetini bu absürd politikalardan vazgeçmeye iterek konuşma özgürlüğünü desteklemeye çağırıyoruz. Serbest bilgi akışı engellenemez. Bilgi paylaşımı durdurulamaz. Korku eşiklerini aşarak bu temel haklarımızı savunmanın zamanıdır.

Bizler ‘anonim’iz.

Bizler çoğunluğuz.

Bağışlamayız.

Unutmayız.

Bizi bekleyin."



ANONYMOUS KİMDİR?

Anonymous grubu, WikiLeaks belgelerinin yayını sırasında kendiliğinden oluşan bir ‘siber protesto” örgütü. Dünyanın pek çok yerinden demokrat hackerların katıldığı ağda belirgin bir hiyerarşi bulunmuyor. Gruba destek vermek isteyenler, ücretsiz bir botnet yazılımını indirerek bilgisayarlarını Anonymous saldırılarında birer nefer haline getirebiliyor. Şu anda Anonyomus botnetinde 50 bine yakın bilgisayar olduğu tahmin ediliyor.

Grup, ilk büyük eylemlerini WikiLeaks’i zor durumda bırakmaya çalışan PayPal, Visa ve MasterCard gibi ödeme ve kredi kartı firmalarına karşı yürütmüştü. Aynı gerekçeyle Amazon ve bakanlıklar gibi pek çok siteye de saldıran grup, Tom Cruise ve Jon Travolta’nın üye olduğu Scientology tarikatına da uzun süredir saldırılar düzenliyor.

Grup, internette dosya paylaşımını kısıtlayan ve pornografiyi engelleyen kişi ve kurumların internetteki tüm varlıklarını da sürekli bombalıyor.

Grup manifestosunda, internetin serbest ve açık bir platform olması için çalıştıklarını ancak son yıllarda hükümetlerin internetteki özgürlükleri kısıtlamak için yoğun kampanya başlattıklarını belirtiliyor.

Yüzlerini ve kimliklerini gizleyen Anonymous, son olarak Sony'ye yaptığı saldırıyla gündeme gelmişti."

Kaynak: Radikal gazetesi

Mavv

E bildiğin Mart kedisi bu.

5 Haziran 2011 Pazar

Bel ağrısı, konser şeysi

Ne zamandır ecnebi grupların konserlerine fermina daza dürtmesiyle gittiğimi fark ettim. "O ta Ankara'dan geliyor, biz burda kıçımızı kaldırmıyoruz, cık cık ayıp" psikolojisi... The Veils ve  Interpol'ü birlikte izledik. Bir de üşenmeyip gittiğimiz etkinliklerden, sevdiceğin hastası olduğu New Model Army konseri ve geçen sene arkadaşlarla izlediğim Sonisphere var. Eskiden Rock'n Coke, h2000 ve Efes Pilsen One Love ile bir sürü yabancı grubun konserini kaçırmazdım, sanırım yaşlılık böyle bir şey! Artık belim ağrıyor, çişim ve uykum peşpeşe geliyor.

Kızlar bende kalınca, Arap oğluşlarım da bayram etti "Yaşasın bizi mıncıracak 4 el daha, mihuuuu!" deyu.

Konsere dönecek olursak, evet Interpol The Editors'a benziyor ne yalan söyleyeyim. Bir de Maçka Küçükçiftlik Park'a da sataşacağım müsaadenizle. Evet, Faith No More'da gözümüz Mike Patton'dan başkasını görmedi ama Interpol için alana girdiğimizde, dükkanburger sayesinde içerisi duman altıydı. Koca bir mangal partisi sanki, neredeyse göz gözü görmeyecek. Mekanın çimen ya da toprak yerine beton olmasına ne kadar gıcık olduğumu belirtmiyorum bile. Tam kafa, kase kırmalık.

"Özel konuk" Mor ve Ötesi'nin bayık müziği parkın içinden gelirken bile kulak tırmalayıcıydı, gerçekten çok sıkıcılar. Aktivist numaraları neyse de, Coca Cola'ya bok atıp Fanta ile turneye çıkmaları ayrı bir enteresanlık. Bir de 'akıllarından çıkmayan' Metin Lokumcu'nun adını hatırlasalardı iyiydi... Alt grupsun işte, "özel konuk" filan, havan kime?

Neyse, sevdicekle konserin bir kısmını arkadaki piknik masalarından izledik, hem belim ağrımadı hem de sahne yine görünüyordu yani. Etraftaki çakma "marjinal"leri izlemek de pek eğlenceliydi. Konser için imaj yapmak diye bir şey var hayatta, çok acayip. Pek az insan müzik dinlemek için geliyor. Gerisi bira taşıyayım, etrafı keseyim, stiletto'larımla nasıl süzüldüğümü göstereyim vs vs... 

İşte böyleyken böyle...

Alttaki, Beşiktaş'ta gördüğüm dev karınca heykelinin konuşma balonlarından biri. Pek hoşuma gitti.



Bu da Moda'da gördüğümüz bir pet shop'taki köpek yavruları. Hayvanların satılmasından hoşlanmasam da, çok sevimliydi keratalar. 



1 Haziran 2011 Çarşamba

18 yaşından küçüklere mizah da yasak!

Bu gelen neyin ayak sesleri sizce?

Bilene bir sıkımlık muzır neşriyat bedava!

Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, karikatür ve dergilere 18 yaş sınırlaması getirdi.

 
Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, bazı karikatür ve dergilerde yer alan çizim ve resimlerin 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır (zararlı) tesir yapacak nitelikte olduğu gerekçesiyle dergilerin içeriğine sınırlama getirdi.
Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun dergilere sınırlama getiren kararı Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre Kurul, Mayıs 2011 tarihli ve 01 sayılı “Harakiri” isimli derginin incelenmesi sonucunda; dergide yer alan bazı yazı ve karikatürize fotoğrafların 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacak nitelikte olduğuna; bu sebeple söz konusu derginin 1117 sayılı Kanunun 3266 sayılı Kanunla değişik 4’üncü maddesindeki sınırlamalara tâbi olmasına oy çokluğu ile karar verdi.

Ayrıca, Kurul 3 sayılı “Size” isimli derginin incelenmesi sonucunda; dergide yer alan bazı fotoğrafların 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde zararlı tesirde bulunacağı gerekçesiyle derginin sınırlamalara tâbi olmasına oy birliği ile karar verdi.

Hopa, hope...

Hopa... Ölüm... Metin Lokumcu...



Umut etmek istiyoruz.

Ben buradayım sevgili okuyucu, sen neredesin?


Pınar Öğünç'ün haberini yazmıştım geçenlerde,  Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ı yazdığı evden balyoz sesleri yükseliyor, yoksa yıkılıyor mu, yazık, ayıp diye. Balyoz seslerinin nedeninin yıkım değil, onarım olduğu anlaşılmış. Belki de erken feryat edilmiş, araştırılıp yazılsaymış daha iyi olurmuş ama olsun. Yıkılmayacak olması, bina sahibinin bu konuda bilinçli olması bir teselli elbette.

Merak ettiğim, burası nasıl bir müze olur ve buraya kaç kişi gider? Umarım pompalanıp duran, yurtiçinde susup dışarıda coşan Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nden daha fazla kişi gider. Ama umudum yok. Ne de olsa popülerlik zor zanaat, di mi?

Oğuz Atay'ın dediği gibi: "Ben buradayım sevgili okuyucu, sen neredesin?" 

Haberin tamamı altta.
  
Oğuz Atay için ne yapmalı?

'Tutunamayanlar'ın yazıldığı binadan bir süredir balyoz sesleri geliyordu. Oğuz Atay severler haberle huzursuzlanıp ayaklanmışken bina sahibi ortaya çıktı. Tolga Sobacı, bilmeden yaptığı 'edebi' yatırımı anlatırken ikinci katın akıbetini 'sevgili okuyucuya' soruyor

"Köyde oturduğum sırada bir gün ‘ilginizi umarak’ diye imzalanmış bir kitap gelmişti bana: ‘Tutunamayanlar’. Çok beğendiğim halde bunu Oğuz Atay’a bildirmek gereği duymamıştım. Böylesine güzel bir roman yazan birinin başkalarını da yazacağını, benim yargıma gereksinmeyeceğimi düşünmüştüm. Yıllar sonra bir tanıdığına benim için ‘Romanımla ilgilenmedi’ demiş. Bunu duyduğuma üzüldüm. Ölmemiş olsaydı ne yapar eder, onu bulur konuşurdum.”

Yusuf Atılgan 1984’te Nokta dergisine Oğuz Atay için bunları söylemişti. Ben de ‘Oğuz Atay’a Armağan’ kitabından (İletişim Yay.) okuyorum.

Böyle bir talihsizliği vardı Oğuz Atay’ın. Yazdıklarına dair çevresinin yargısına, takdirine hâlâ ihtiyaç duyarken, 43 yaşında çok erken öldü. Gönlünden geçen kadar insana ulaşamamış, hayal ettiği kadar patırtı yaratmamıştı yazdığı. Zamanında suları, safraları benzer Yusuf Atılgan’ın hakkındaki fikrini kulaklarıyla duyamadığı ‘Tutunamayanlar’ çok sonradan tutundu; Oğuz Atay sonradan tutuldu. Üzerine onlarca tez yazıldı, ‘tutunamamak’ Turgut Özben’i, Selim Işık’ı aşar gibi bir halin adı oldu.

‘Küçük hesaplar’ peşinde

Çarşamba günü ‘Oğuz Atay’ın evi de tutunamadı’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Beyoğlu, Hayriye Caddesi’nin 9 numarasına denk düşen binadan, Oğuz Atay’ın 1968’de Sevin Seydi’yle birlikte oturduğu ve ‘Tutunamayanlar’ın doğduğu o apartmandan balyoz sesleri yükseliyordu çünkü.
Birkaç nedenden iç burkucuydu bu sesler. Öncelikle sevdiğimiz yazarlarla kurduğumuz edebi ilişkinin romantizmiyle, Atay’ın daktilosundan kalkıp da önünde sigara yaktığı o ikinci kat penceresi bir başka görünmüştü gözüme. ıçimdeki Olric ‘Dursa ne olacaktı ki, mum mu dikecektin’ diye bu nevi hassaslıklarla dalga geçse de, oraya gıpgıcır bir bina dikilmesi ihtimali içimi bulandırmıştı.

Bunun ötesinde, inşaat mühendisi bir yazarın mahsulleri üzerinden bir şehirleşme modelinin altını çizmek istiyordum. ılla geçen yüzyıl başından tescilli tarihi eser olması gerekmiyor; son yıllarda bilhassa revaçta mahallelerde 60’larda, 70’lerde yapılmış bir sürü sapasağlam bina yıkılıyor. Neden? Kat sahipleri ortaklaşa karar verip diyorlar ki, dairemiz büyür, üzerine bir ebeveyn banyomuz olur, bir de ankastre mutfak taktırırız. Verelim bir müteahhite, çıkabildiği iki katı da kendi alsın... ış hesap kitapsa, öyle bir daire verip iki tane almak bile yok yani yekûnde. ‘Tutunamayanlar’ zaten bu ‘küçük hesapların’, bu yetinmez küçük burjuva muhayyilesinin romanı değil midir?

‘Kendimizi zincirlesek mi?’
Bu yazıya dair sosyal ve de bireysel iletişim metodlarıyla o kadar çok fikir beyan eden oldu ki inanamadım. Orhan Pamuk iki tür Oğuz Atay okurundan söz eder. 1. ‘Ah canım Selim!’ duyarlığına ilgi duyan kültür ve melodram düşkünü okur. 2. ‘Bat dünya bat’ sinizmini seven alaycı okur. Bir de buna ‘ıstanbul nereye gidiyor?’ kitlesini ekleyin. Hüzünden esef duymaya, imza toplamaktan apartman önüne kendilerini zincirlemeye varan çeşitlilikte tepki geldi. Bilmem Oğuz Atay nasıl bakardı bu işe?

Gelen mail’lerden biri ise biraz farklıydı. şöyle başlıyordu: “Merhaba Pınar Hanım. ismim Tolga Sobacı. Oğuz Atay’ın yaşamış olduğu binanın sahibiyim.”

Sobacı, fikren yazılanlara katılsa da bir düzeltme yapmak istiyordu. Bu muhtemelen birçok insanı da sevindirecek, yaklaşık bir buçuk ay önce başlayan inşaatta bir yıkım söz konusu olmadığını, sadece restorasyon yaptıklarından bahsediyordu:

‘Biz de sonradan öğrendik’
“Çatı tamamen işlevini yitirmiş, en üst katın tavanı çökmeye başlamış ve merdivenlerde de bina statiğini riske sokan çatlaklar oluşmuştu. Bina mevcut durumu muhafaza edilecek şekilde restore ediliyor ve yazınızda endişe ettiğiniz gibi binanın yıkılması veya iki kat eklenmesi gibi bir durum söz konusu değil. Tadilat belediyeden gerekli izinler alınarak yapılıyor. Binanın statik olarak güçlendirilebilmesi için belli noktalara güçlendirme yapılması gerekiyor. Bu esnada maalesef biraz balyoz sesi eşlik ediyor bu duruma. Yani Oğuz Atay’ın evinin tutunabilmesi için yapılıyor aslında şu anda yapılanlar.”
Üstelik restorasyon sonrası ikinci katı sıradan bir konut olarak değerlendirmek istemiyor ve soruyordu: Oğuz Atay için ne yapılabilir?

Ertesi sabah buluştuk. Bir iş toplantısından koşturarak gelmiş, 1973 doğumlu bir genç profesyonel... Ankara’da Mülkiye’yi bitirdikten sonra sekiz yıl ABD’de yaşamış, akademik kariyer yapmış. Dönünce de birtakım çokuluslu büyük şirketlerde iş hayatı başlamış.

Bundan iki-üç sene önce kardeşiyle birlikte yatırım amacıyla bu binayı satın aldıklarını anlatıyor. ımzaları attıklarında Oğuz Atay’ın bir dönem burada ikamet ettiğini bilmiyormuş. Hemen bitişikteki Apel Galeri’nin sahibi Nuran Terzioğlu anlatmış ikinci katın hikâyesini. Duyunca çok mutlu olduğunu itiraf ediyor.

Tutunamayanlar Apartmanı
Sobacı’nın bir okur olarak Oğuz Atay’la ilişkisi ‘Tutunamayanlar’ üzerinden sadece. ABD’de yaşadığı dönemde, yaz tatili için geldiği sırada, 1996’da okumaya başlamış. Dünyasının karanlığı biraz ürkütmüş onu. Sayfalarca noktasız malum cümle kalmış aklında. Dışarıdan heybetli görünse de bu apartmanın daireleri 50 metrekareden bile küçük. ‘Tutunamayanlar’a yakışacak bir büyüklük olarak tarif ediyor.

Bir süredir kullanılmadığı için içerisi harap halde olan apartmanda, esnaftan alınan malumata göre bir süre tinerciler yaşamış. Bir de kulağına gelen şehir efsanesine göre binada 30 küsur yıl yaşayan bir adamdan söz ediliyor; ‘eski kulağı kesiklerden’... Beyoğlu’ndaki her kavgaya koşar, yaralanana bir de pansuman yaparmış.
Tuhaf bir karakter...

Restorasyondan sonra diğer katları konut olarak kiralamayı düşünürken, bu ikinci katı sıradan bir daire gibi kullanmak istemediğini söylüyor Sobacı. Bir ara apartmanın adını ‘Tutunamayanlar’ koyma fikri gelmiş aklına, ama yaşayanlar için fazla depresif olabileceği ihtimalini de ekliyor. Depresyondan ne anladığınıza bağlı tabii.

Seneye 35. ölüm yıldönümü
Viyana’da turist olarak gezdiği Mozart’ın evi misali müzelerin, içlerindeki her tür yeniden üretilmişliğe karşın o şahsa dair fikir ve his verme yeteneğine sahip olduğu kanaatinde. Fakat sorular da mebzul miktarda... Gerekli olan bir Oğuz Atay müzesi mi? Yahut klasik müze tariflerinin ötesinde Oğuz Atay’a mahsus bir alan nasıl yaratılabilir? Hazır hemen iki sokak aşağıda kapılarını ziyaretçilere açmayı bekleyen Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’ varken, şehrin tamamını kapsayan bir yazarlar evi rotası çizilebilir mi? Başka hangi yazarların, şairlerin evleri ayakta? Apartmanın ikinci katı ziyaretçi akışı için çok müsait olmazsa girişteki dükkân kısmı bir kültürel girişim olarak değerlendirilebilir mi? Ya da sadece o daire, belli süreler için kalmak isteyenlere düzenlenebilir mi? “Ben yazar olsam kesin orada bir gece geçirmek isterdim” diyor mesela Sobacı.

Arka arkaya çok fazla soru oldu. ınşaat planlandığı gibi giderse 60’lardan kalma bu apartman ekim ayında restore edilerek cilalanmış hale gelecek. 2012 yılının Atay’ın 35. ölüm yıldönümü olduğu düşünülürse, tüm bu sorulara cevap vermek için vakit var gibi görünüyor. Peki kim verecek bu cevapları? Öncelikle ailesi, kızı... Sonra dostları, sonra da onu yaştan azade ahbabı bilenler, sevenler...
‘Tutunamayanlar’ içinde ‘Ne yapmalı?’ diye bir bölüm vardır. Ben işte kendimi o son kategoriden hissetmekle, karşımda ‘Ne yapmalı?’ diye düşünen birinin meramını aktardım. Gelen fikirler arasındaki trafiği sağlama vazifesi şimdilik bizde olsun.

Neşriyat bilgisi
Oğuz Atay’ın bütün eserlerini ıletişim Yayınları basıyor. ‘Bir Bilim Adamının Romanı’, ‘Eylembilim’, ‘Günlük’, ‘Korkuyu Beklerken’, ‘Oyunlarla Yaşayanlar’, ‘Tehlikeli Oyunlar’ ve ‘Tutunamayanlar’ dışında Atay’a dair derlemeler de mevcut. ‘Oğuz Atay’a Armağan-Türk Edebiyatının ‘Oyun/Bozan’ı’ (Haz. Handan İnci), ‘Oğuz Atay için - Bir Sempozyum’ (Haz. Handan İnci-Elif Türker), ‘Ben Buradayım -Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası’ (Yıldız Ecevit). 1989 basımı ‘Oğuz Atay’ın Dünyası’ (Tatjana Seyppel) sahaflarda bulunabilir. Yanda ortadaki, o dönemki sevgilisi ressam Sevin Seydi’nin yaptığı ilk kapak.

Bu arada Notos dergisinin Haziran-Temmuz sayısında bir Oğuz Atay dosyası mevcut. İlgililere duyurulur.