Gabo'nun hayatını kaybettiğini, gecenin bir yarısı saçma bir programda geçen altyazıdan öğrendim. "Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez hayatını kaybetti" İlk tepkim, koca bir iç sızısıyla "Ahh" demek oldu. Çok üzüldüm. Demek gitti... Evet 87 yaşındaydı, evet uzun zamandır hastaydı ama bir yakınım göçmüşçesine içim acıdı. Kendini dünyanın bu kadar çok ülkesindeki okura sevdirebilmek, ölümüne bu kadar insanın üzülmesi az buz bir şey değil.
Şöyle demiş bir röportajında ölümle ilgili:
"Ben ölümden korkmuyorum, sadece ölüme karşı bir kızgınlık hissediyorum. Ölümle ilgili problem şu: Sonsuza kadar sürüyor."
En sevdiği yazarlardan birinin ölümünü öğrenmek, insanın kitaplara sığındığı dünyasında zannettiğinden de büyük bir gedik açıyormuş meğer. O insanın hayatının sona ermesinin verdiği üzüntüye, "Bundan sonra bir daha yazamayacak" sızısı da ekleniyormuş. İlk okuduğum kitabı hangisiydi unuttum, "Yüzyıllık Yalnızlık" ya da "Aşk ve Öbür Cinler" olabilir. Üstünden 20 sene geçmiş, 14-15 yaşlarımdaydım. Tahta bavuldaki azize kızın öyküsü beni çok etkilemişti. Gazetecilik merakı ve büyükannesinin ciddi bir suratla anlattığı, hayatı boyunca unutmadığı büyülü öyküler beslemiş onu. Hepsini yanında taşımış yıllar boyu.
"Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları birörnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım.
Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.
En isyankar ve sevimsiz zamanlarımda (ki ergenlik hakkaten tuhaf bir dönemmiş) Marquez'in kitaplarıyla huzur bulmuştu ruhum galiba. Sakinleşmişti. Kitaplarına gömülerek şahane yolculuklara çıkılan bir yazarla tanışmıştım. Daha önce okuduklarımdan başka bir dünya vaat ediyordu. Çocukluktaki sıcak yaz günlerinin öğle uykuları gibi kaçılacak şahane, serin bir dünyanın anahtarıydı Gabito'nun kitapları. Birkaç arkadaşımla günlerdir kitaplarından söz ediyoruz, "Yüzyıllık Yalnızlık"ın filminin bizi uğrattığı hayal kırıklığından. Bazı kitapların sinemaya uyarlanmaması, o edebi büyünün bozulmaması gerekiyor galiba.
Gabo'nun "Ağustos'ta Görüşürüz" adlı son bir roman yazdığın söyleniyor, okurlarına son sürprizi bu galiba. Bir veda. Ağustos'ta yayımlanması planlanıyormuş. Güle güle Gabo... Umarım albay deden ve büyükannenle birlikte, o şahane hikayelerinizi anlatmayı güneşli, heyecanlı bir yerlerde, güzel bir sahil kasabasında anlatmaya devam ediyorsunuzdur.
haberi twitter'da öğrendim ve daha önce de hakkında yaşamını yitirdiğine dair dedikodular dolaştığı için önce inanmadım. sonra doğru olacağını düşündüğüm birkaç kaynağa baktım, hepsi doğruluyordu. ama inanması zordu. koskoca marquez'di. ölür müydü? benim için marquez ölümsüzdü. daha doğrusu ölümsüzlüğüne inanmak istediğim insanlardan biriydi. olmuyormuş işte :(
YanıtlaSilAdamcağızı biraz Münir Özkul'a döndürme durumu oldu maaledef. O çakma veda mektubu ne döndü dolandı ortalıkta. Nedense bu ölme-öldürme ağlak hallerinden zevk alan insanlar olduğuna inanmaya başladım, çok acımasızşar. Koskoca Marquez, 100'ü devirir gibi geliyor insana değil mi? Ama o da göçüp gidiyor işte ne yazık ki. Artık ölümsüz...
Sil