İstanbul'un Anadolu yakası sakini olarak, ne zamandır yolumu Beyoğlu tarafına düşürememiştim. Üşengeçlik, tembellik vs dışında tipik İstanbul zorlukları işte. Göbekli halde hıncahınç dolu metrobüse binmeyi gözüm kesmiyordu, arabayla da deli trafik ve bulunamayan boş otopark yüzünden hevesim kaçıyordu.
Hem beton deryasına dönen Taksim değil de, Tünel-Asmalımescit'teydi gideceğim yerler. Çözüm basitmiş: Arabayı Kadıköy'de vapur iskelesinin oradaki büyük otoparka bırak, Karaköy vapuru + tünelle Asmalımescit'e ulaş. Mis! Püfür püfür vapur yolculuğunu özlemişim. Trafik yok, üst üste binmiş insanlar yok. Rüzgar var, martı var, manzara var...
Bu Cuma, Uzun Cuma'ydı Pera Müzesi'nde. Yani hem sergi gece 22'ye kadar açık, hem de ücretsiz. "Duvarların Dili" sergisini görmek istiyordum ne zamandır. İş çıkışı düştük yola. Önce Salt Beyoğlu'ndaki Robinson Crusoe Kitabevi'ne uğradık. Eski gözağrımın yeni yerini görmemiştim. Aklım hep eski dükkandaydı, üzülmüştüm oradan ayrılmak zorunda bırakılmalarına. Salt Beyoğlu'nun 4. katındaki yerleri gayet güzel olmuş; geniş, ferah... Karşılıklı raflardaki kitaplara bakarken, toto totoya geldiğiniz insanlara sürekli "Pardon" demeniz gerekmiyor. Eski yer, güzeldi evet ama acık samimiydi. Burada yeşilliklerle dolu bir balkon-teras benzeri bir yerleri bile var nefes alımlık.
Hamilelikte gözler de bozuluyormuş hafiften, 3 kez bakıp hala göremeyince yerini sorduğum Deliduman için "E önünüzdeki 3. bölümde" deyip sayemde beyle beraber pek eğlendiler, n'apalım bir süre köstebek de olacağız artık. Ama bey dahil hepsinin kahkahalarını duydum yani, kulaklara bir şey olmamış demek ki. RobKart'ın içindeki paralar da bitmemiş, hepsini onunla ödeyip cepten bir şey harcamayınca pek nefis bir alışveriş oldu.
Sergiye gelince... Duvarların Dili, graffiti ve sokak resmi örneklerinden oluşan bir sergi. Duvarlar, metrolar, trenler... Her yerden örnekler var. Memleketimizde ilk defa bu konuda bir sergi açılıyor, bu sergi bittikte sonra üstü boyansa bile eserler duvarın altında kalmaya devam edecek. Eh, bir Banksy yok elbette ama Keith Haring gibi sevdiğimiz adamların işleri mevcut. Haring'in ünlü desenleri, zamanında hip-hop plak kapağında bile yer almış.
Amerika'da 70'lerde başlayan akımın günümüze uzanan örnekleri, sahiplerinin fotoğrafları, benim yabancısı olduğum hip-hop ve kaykaycı alemleri de var. Bir de alttaki gibi bu sergi için yapılmış işler. Fesli, kaytan bıyıklı uzaylı iyiymiş.
Benim ilgimi en çok, C215 mahlaslı Fransız'ın işleri çekti. Duvardaki resimlerini fırçayla değil de, karton kalıpları ince ince kesip dantel işler gibi spreyle boyadığına inanamadım. Deli işi, ciddi emek istiyor.
Kendini anlattığı videoda, aşama aşama nasıl uğraştığı yer alıyor. İzlerken insanın ağzı açık kalıyor. Tek tek kesiyor. Önceleri utanıyor, yaptıklarının fotoğraflarını çekip internete koymakla yetiniyormuş. İnsanlar ilgilendikçe kabuğunu kırmış. Kızının resimlerini dünyanın dört bir yanına (İtalya, İspanya) çizmiş; ağzında emzikle başlamış, kafasında bereyle 10 yaşına kadar gelmiş. Kız büyüdüğünde, kendini bir sürü ülkenin sokaklarındaki duvarlarda görünce mutlu olur herhalde. Ben olurdum yani.
Bunlar da hoşuma giden işlerden bazıları. Duvarı kaplayan endamlı abla, Logan Hicks'e ailt. Serginin daimisi Osman Hamdi'nin yeni gözdesi diyorlar kendisi için. Robinson, Pera rotasından sonra Otto Asmalımescit'e uğrayıp bir şeyler de atıştırdınız mı, tamamdır. Beyoğlu'nun Taksim tarafı elden gitse de Asmalımescit, Galata tarafı hala umut vaat ediyor. Buna sevindim doğrusu, İstiklal'in çorapçı-doncu dolmayan ender yerleri.
Ya İstanbul'a giderken bu sergi aklımdaydı ama orada koşturmaktan unutuvermişim, üstelik perşembe günü günün önemli bir kısmını Tünel, Asmalımescit ve Galata'da geçirdik, dönünce hatırladım ve pek yandım. Neyse onun yerine İstanbul'un mihtelif duvarlarında pek güzel graffitiler gördüm, telafi etmese de mansiyon olur :)
YanıtlaSilEsasen bir gün arayla aynı yerlerde dolaşmışız, neredeyse rastlaşacakmışız :)
Ya ben de senin Kadıköy'e, dibime gelişine pek yandım :) 5 dk olsun görüşebilirmişiz ama giremedim ajandana ablacım, neyse bir dahakine artık. Duvarlarda gördüklerin de hiç fena değil, ben de oralara yolumu düşüreyim bir sonraki Asmalı-Tünel-Galata turumda. Gece dönüşte Galata'dan indik Karaköy'e, cıvıl cıvıldı ortalık.
SilBöyle şahane insanlar var... ne kadar etkileyici.. hayranım böyle yaratıcı yüreklere..uzun zamandır sergi gezmedim ve beyoğluna gitmedim... oralar değişti eminim ben gittiğimden beri.....
YanıtlaSilAdamın videosunu izlemesem, o resimlerin öyle dantel gibi işlenen karton şablonlarla yapıldığını fark etmezdim. "Kızım doğunca var oldum sanki, o beni de doğurdu. Hayatım çok değişti ondan sonra" dedi bir de, pek hoşuma gitti :)
SilBen de ne zamandır gidemiyordum ama inan iyi geldi. Taksim tarafı hakkaten moral bozacak kadar sevimsizleşti, Asmalımescit tarafı, Salt Beyoğlu, Pera Müzesi vs yine biraz nefes aldırıyor. Vapur-tüneli tavsiye ederim, trafiksiz.
Salt Beyoğlu'nun o yeşillikli yerini istersen senin olsun istediğini ek biç diye bana teklif etmişlerdi. İlk duyduğumda sevinçten delirmiştim. Rüyamda göremezdim böyle teklif. Sonra düşününce cazibesini yitirdi. Çünkü ben her dakika başında durabilmek isterim. Evden oraya zor. Ev aşırı uzak olmasa da.
YanıtlaSilSalt Robinson'u gezeyim bir. Güzel bir yere benziyor.
Ya ne güzel teklifmiş küçük Joe, keşke kabul etseydin :) Güzel bir yeşillik alan, enteresan koltuklar filan vardı. Nefes alacak bir yer yapmışlar. Oranın fotoğrafını çekmedim, çünkü çalışanlar oturmuş sohbet ediyorlardı; rahatsız etmek istemedim. Salt Beyoğlu'nu seviyorum, geniş ferah bir yer. Bir arkadaşım orada çalışıyor, çalışma ortamını düşününce imreniyorum kendisine. Etkinlikleri de güzel oluyor, çoğu sergisine gitmeye çalıştım. Robinson da güzel olmuş oraya; yakışmış.
Silİstanbul'u Ankara'yi hep özlüyorum, günden güne de artıyor özlemim. Tabi Ankara daha önemli bir yere sahip ama öğrenciyken de kaçar kaçar İstanbul'a giderdim. Robinson'un eski yerini biliyorum, iyi ki biliyormuşum arkadaşlarım sayesinde gitmiştim pek çok kez. Şimdi bilebildiğim yerler konusunda onlara minnettarım yoksa sadece kadıköydeki midyecileri bilirdim ancak herhalde:) Yeni yerlerini birkaç blog fotosunda da gördüm çok beğendim. Alanı geniş, koltuklar, kafeterya, yeşillik konsepti süper. Kitapçıya gittiğimde oturma alanları olmasını seviyorum. Uzun zaman ara verdiğim için kitapçi gezmelerime gittiğimde çıkmak istemiyorum, e haliyle rafların karşısında dikilince de yoruluyorum. Bu sefer yine İstanbul seyahati yalan olur gibime geliyor ama seneye inşallah dönünce görmek kısmet olur yeni yerlerini. Sergiyi de çok sevdim. Ne deli dehşet işlerle uğraşıyor insanlar bayılıyorum böyle çılgınlarla aynı hayatı paylaştığıma. Böyle insanlar sayesinde güzelleşiyor yaşamak denen şey. Bir müzeye gitmeyi, bir tablonun karşısında dakikalarca fikir yürütmeyi seviyorum. Beni Versailles sarayında görmeliydin, yüzümde hınzır bir gülümsemeyle tabloların çerçevelerini bile sevdim, dokunabildiklerime dokundum gizlice, hani tarihe dokunmak, o ana dönüvermek gibi geldi. Ne mutlu zamanlardı. Türkiye'ye dönüş için en çok hayal ettiğim kısım istediğim zaman bir sergiye, bir kitapçıya, bir müzeye gidebilecek olmak, bir de sonunu düşünmeden sadece yürümek, denize doğru ilerlemek. Aslında şu anda sen benim gözümde cenneti yaşıyorsun biliyor musun:):)
YanıtlaSilKocaman sevgiler...
İstanbul'da yaşamanın güzelliklerini vaktin ve enerjin varsa yaşayabiliyorsun. Ve bu ikisi pek nadir bir araya gelebiliyor :) Trafik, kalabalık... hepsi caydırıcı sebep! Cenneti cehenneme çeviren şeyler. Bu kentin sakinleri olarak, çark içinde dönen fareler gibiyiz aslında. "Nasılsa hep orada, giderim istediğim zaman." deyip zamansızlıktan, koşturmacadan, kalabalıktan yılıp bir türlü gidememe hali... Bu her şehir için böyle sanırım. Gaziantep'e de turist olarak gitsen, yerlisinden çok gezer; onun bilmediği bir sürü yere girer çıkarsın. İstanbul'da misal Yerebatan Sarnıcı, Cankurtaran, Balat... ne zaman gitmiştim buralara en son, unuttum :)
SilSevgiler buradan da...