Benim eve uğrayıp öyle gitmem gerekiyordu, Defne'nin fizyoterapisi filan... Sandım ki bir tek ben evden geleceğim, herkes ofisten topluca çıkar, bir şeyler yiyip içtikten sonra tiyatroya intikal edilir. 10 kişiyiz toplamda.
Defne'yi akşam onunla olamayacağıma zar zor ikna edip metroya bindim. Çıkışta kılpayı kaçırdığım tramvayı, Kadıköy çarşının oraya kadar kovaladım. Sonunda vatman acıdı da açtı kapıyı, tıknefes bindim. Buluşma noktasına bi gittim ki 3 kişiler! Gerisi nerede? Gerisi, berikilere bir şey demeden ofisten tek tek tüymüş. Sonrasında haber de vermemiş. Yahu, 10 kişi yan yana oyun izlemek mi ofis dışında sosyalleşmek? Öncesinde iki laf etmez mi insan? Bunca yıldır gitmememin sebebini bir kez daha idrak ettim. İsabet olmuş. Bu kadar küçük bir güruhta bile gruplaşma, çekişme...
Aksi gibi Shakespeare uyarlaması "Fırtına" oyunu da absürt ve tuhaftı. Tiyatro delisi sayılmam, modern tiyatrodan anladığımı da asla iddia edemem ama, uzunca bir süre oyun izlemem yani. Bana yetti. Gerçekten emek işi ve ortaya çıkan sonuç, göreceli. Uzun uzun tiratlar, kameralı ve patenli periler, ittire kaktıra biten 1. perde ve oyunun sonunda kara donla kalan adamlar... Tek sevdiğim ayrıntı, ekoseli ceket esprisi sayılabilir. İktidar, ihanet, intikam, affetme filan ama, ortaya çıkan sonuç zırvalık.
Eve geldiğimde Hüseyin Avni Danyal'ı, annemin izlediği dizide de görünce asabım bozuldu. Oyunun sonunda o da cübbeyi çıkarıp çamaşırla kalacak diye ciddi ciddi endişelendim. O sahnenin anlamını, günahlardan arınma olarak düşünemedim ben. Ama sanattan anlamamak tam da böyle bir şey olabilir, bilemiyorum.
Ekşisözlük'te oyunla ilgili hislerime tercüman olan yorumlardan şu ikisini şuracığa bırakıvereyim ben... Yılbaşına dair hiçbir heyecan, coşku hissedemiyorum. Yaşlılık böyle bir şey galiba. Bari çocuk sevinsin diye kitaptan ya da fotoğraftan yılbaşı ağacı filan yapayım. Evdeki tek yılbaşı göstergesi, vazodaki kokina ve birkaç yıldır kapıda asılı Noel Baba...