3 Şubat 2017 Cuma

Sarı sıcak yaz, çocukluk #6

Bulutlu ve karanlık bir Cuma günü... Hani güneş açacaktı, hava ısınacaktı? Neyse, hafta sonu geldi diye sevinmemizi de kimse engelleyemez! Hafta sonu planlarım arasında Defnoş'u 'paaka' ya da dün buluşup kudurdukları arkadaşı Zeyno'ya götürmek ve Pazar günkü Kistik Fibrozis Aile Toplantısı'na gitmek var. 

Bu aile toplantılarının ilkine, Defne KF tanısı aldıktan birkaç gün sonra gitmiştik. Şoktaydık ve teşhise inanamıyorduk. "Gidin, kendiniz gibi ailelerin olduğunu bilmek size iyi gelir" demişlerdi. Piknikli bir toplantıydı ve Defne henüz bebekti. Cerrahpaşa'da korkunç bir 3 hafta geçirmiştik. Aynı yatakta kıvrılıp uyuduğumuz, kuzudan günde 7-8 kez kan aldıkları, kafasından bile damar yolu açtıkları, ortalıkta kedilerin gezdiği ve enfeksiyonu olan çocuğun odamıza alınmasından sonra Defne'ye de enfeksiyon bulaştırdığı ve servisi karantinaya aldıkları, yaz sıcağında iyice canımızdan bezdiren 3 korkunç hafta... Hala düşündükçe yüreğim sıkışıyor. Zar-zor 300 gr aldırdığımız çocuk, kilo verip çıkmıştı hastaneden. 

Moral olsun diye gittiğimiz piknikte etrafımızdaki tüm çocukların çok zayıf olduğunu görünce ve konuştuğumuz ilk kişinin de oğlunu 20 küsur yaşında bu hastalıktan kaybettiğini öğrenince neredeyse bütün piknik boyunca ağlamıştım. Ağladığımı gören bir sürü insan çevreme toplanıp teselliye çalışmıştı, içlerinden yaşıtım olan biriyle hala sık sık görüşüyoruz. Caanım İnci. İçime nasıl su serpmişti. O olmasa herhalde koşa koşa kaçardım o gün. Ama ondan sonraki toplantılarda not tuttum, doktorları pür dikkat dinledim ve aklıma gelen her şeyi utanıp çekinmeden sordum. Elimden geldiğince başka ailelerin sorunlarını da çözmeye çalıştım. 

Hepimizi tek dileği, bu hastalığın tedavisinin bir an önce bulunması. O yüzden bu toplantılar önemli. Ay çenem düştü, ama hayatımın gerçeklerinden en önemlisi bu. 

Çelıncda 6. soruya geldim. 

Çocukluğuma dair hatırladığım birçok anı var ama bunların bazılarından emin olamıyorum. Çünkü bana anlatılan bir şey mi, yoksa gerçekten birebir yaşadım mı, karışıyor. Bazılarında "Sen çok küçüktün, hatırlaman mümkün değil" diyorlar. 

Neriman ve Nurettin'le Ferthiye'deki evimizde
Aklıma ilk gelenler; 2 yaşındayken pek sevdiğim kırmızı yün elbisem üstümde, kuzenimle oynadığımız oyunlar, sonra evde koşarken üstüne bastığım civcivi annemin zeytinyağıyla ovalayarak iyileştirmesi, annemin kucağında babamı işe uğurlayışlarım, abimin yaramaz arkadaşları elime büyüteçle güneş ışığı tutunca yandığı halde inadına "Acımadı ki" deyişim (çocukların saçma cesaret gösterileri), öğle uykusundan uyanıp da evde kimse yok diye panikleyip kısık sesimle bahçede annemleri arayışım (o korkuyu çok net hatırlıyorum), sokakta bulduğum her kedi köpeği koltuğumun altına kıstırıp gizlice eve getirişim, ananemlerin 2 katlı, sobalı küçük evinde kendi yaptığım oltayı merdivenden sarkıtıp  fare yakalamaya çıkışım, rahmetli dedemin biz geleceğiz diye tadelle ve Çamlıca gazozuyla doldurduğu dolabı talan edişimiz, tahta kılıçlarla şövalyecilik oynayışımız... hangisi en eskisi hatırlayamıyorum, kronolojik olarak pek oturmuyor kafamda. 

Belki de gerçekte, babamla o fotoğraflara baka baka kurgulamışımdır bunları. Çocuk aklı. Babam çok severdi eski fotoğraflara bakmayı, arada beni de yanına oturtur, artık ezberlediğim hikayelerini bıkıp usanmadan anlatırdı. O günleri özlüyordu. Tıpkı benim şimdi özlediğim gibi... 


Ama galiba bu anıların en eskisi (ya da benim en sevdiğim) Fethiye'deki evimizdeydi. Prefabrik gibi tek katlı ahşap evlerden oluşan, daire şeklinde sıralanmış, yan yana lojman daireleri, evin önü bataklık. Kocaman bir yeşillikle çevrili etrafımız, evlerin bitiminde ise bekçi kulübesi var. O kulübe lojman havası veriyor zaten, yoksa sayfiye yerinden farksız. 

Babamla gündüz evde otururken (hafta sonu filandı demek) çinkoyla kaplı çatıda gök gürültüsü gibi bir ses duyup bahçeye fırlamıştık. Ben taş düştü sanmıştım. Sonra acıklı bi cikirdeme duyunca sese yöneldik. Babam, kocaman avucunda minicik bir kuş yavrusuyla döndü. Kanadı kırıktı, ama uçarken nasıl düştü çatıya, onu hatırlamıyorum. Babam bir yuva yaptı ona. Günlerce misafirimiz oldu. Babam kanadını sardı, bense her gün elimde buğdaylarla iyileşmiş mi diye gidip bakardım. Sonunda kuş iyileşti ve babam da avucunun içinden gökyüzüne saldı onu. Önce bir yalpaladı, sonra hızla yükseldi. Gözden kayboluncaya kadar izlemiş, gitti diye pek üzülmüştüm. Geri döner ya da en azından arada uğrar diye bekledim ama yok, gelmedi. Babamla benim aramdaki güzel anılardan biri olarak kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder