İçim patlayacak gibi günlerdir. Olanlardan, okuduklarımdan,
izlediklerimden yoruldum. Zalimlikten, kinden, nefretten sıtkım
sıyrıldı. Nefes alamıyordum. Bilgi Üniversitesi'nin Celil Oker'le
düzenlediği bir yazı atölyesine başladım cumartesi. Yazmak, iyi gelir
diye düşündüm. Zehrini, acısını alır insanın. Niçin yazıyoruz?
Paylaşmak, yalnızlığımızı unutmak, içimizdekini atmak, hesaplaşmak,
yüzleşmek, rahatlamak, anlatmak ve anlaşılmak, belki de iz bırakmak
için. Ve belki daha birçok şey için...
Berlin'deki kuzenim, annemle babamın 2012 Nisan'ında oraya
gittiklerinde çekilmiş fotoğraflarını yollamıştı Aralık sonunda bir
arkadaşıyla. 3 aydır bir türlü denk getirip alamamıştım DVD'yi
arkadaşından. Biraz da içindekilere bakmaya cesaretim yoktu galiba. İçim elvermedi bir türlü.
Bugün
baktım fotoğraflara ağlaya ağlaya. Sanki gitmemiş babam, buradaymış
gibi geldi yine. Arasam, fotoğrafları gördüğümü söylesem; ne kadar
eğlendiğini anlatacak, bir gün de Berlin'e hep beraber gitmeyi dileyip
öyle kapatacağız sanki telefonu...
Kuzen, yazdığı mektupta fotoğraflara
bakıp videoları izledikçe içinin yandığını yazmış, bir yandan da o
anlarda ne kadar eğlendiklerini hatırlayıp gülümsediğini... Acımı
tazelemek istemediğini eklemiş. Hiç unutulmuyor zaten. Arada hayata
karışıyor, sonra denize atılan şişe gibi yüzeye çıkıyor yeniden... Bugün
hep babamla konuştum içimden. Yemek pişirirken, çamaşır asarken... Onu
yazdım hep. Onu hep güleç hatırlamak istedim, Metin Altıok'un kızına
yazdığı gibi...
Güleç, güzel insanlar; güzel uyuyun oralarda.
ne kadar zor :(
YanıtlaSilÇook :(
Sil