23 Ekim 2010 Cumartesi

Tatiiiil

Bünyedeki sabırsız sıkıntı, tatil öncesi sendromundan kaynaklanıyordu sanırım. Bu mevsimde tatil yapacağım evet, gelmeyin üstüme. Tatilin mevsimi olmaz ve de geç olsun güç olmasın. Ha, sıkıntı demiştik. Evet, iş bu aralar pek sıkıntı verici ve ben delicesine günleri saymaktayım. İstifa edenler de gırla mı, yoksa bana mı öyle geliyor?

Eşşek yüküyle iş var, nefes alamayacak haldeyim, içim darlanıyor, lakin beni (nereye gideceğimizi henüz bilmesek de) tatil umudu ayakta tutuyor esteban. Sürpriz. Yol bizi nereye götürürse hesabı. Kendine çiçek alanlar var misal ofiste, onları takdir ediyorum. Ama bir de ofise naklen yayın yapıp bağıra çağıra yurtdışı tatil planı yapan görgüsüzler, pasaport için tüm gün izin alanlar var ki; kendilerini eşek kovalasın.

Ve evet, tatil zamanı geldi. Hasta la vista baby...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Vapurlu, adalı, kedili haftasonu_1

 
Ehm, prenses miyim neyim...
 
Beni de sev be apla!

Netlik ayarı bozuk velet
Ay evet, kesin prensesim






Çok manalı bakarım icabında
Şş, noluyo orda?

Vapurlu, adalı, kedili haftasonu_2



Bisiklet gölgesi
 

Kedi, köşk, güneş
  

Kim var orda?
 
Külkedisi arabası
Kedilere mama veren teyze, çocuğa poz verdiriyor.
Dedemin köşkü. Şaka len şaka!
Su kenarı kedisi
Erikli değilse hayatta içmem!
Endamım yeter
 
Toplu pazar kahvaltısı





Vapurlu, adalı, kedili haftasonu_3

Isırırım!


Anne gelsin temizlesin
Sarman fotoroman....




Anne etrafı kolaçan etsin
Anne "Var mı yavrularıma yan bakan?" desin.
Kaymaklı sarman
Güreş sonrası
Ve tuş oldu biri

Güneş banyosu
4 ayak güreş
E biraz da dinlenmeli di mi?

15 Ekim 2010 Cuma

TGIF


Cumalar güzeldir, renklidir, hatta renklerden de mordur. Hafta sonu habercisidir. Bu cuma ise... Karanlık olsa da hava, gök delinse de... Gülümseyerek uyanmaktır. Güzel şeyler okumaktır. Su kabını deviren ıslanmış kedüklere "Ulen bu kadar şirin olmasanız hiç çekilmezsiniz valla!" deyip karşılığında şirin bir "Miyyk" duymaktır. Ofisteki geyiktir, istek üzerine kulaklığı çıkarıp ofise müzik yayını yapmaktır.

Kedükleri ve diğer güzel şeyleri düşünüp sırıtmaktır. İyi şeyleri düşünmektir. Üstteki gri örtüyü kaldırıp alttaki morları görmektir. Yan komşunun yaptığı keki afiyetle mideye indirmektir. Bergamutlu çay içmektir. "Oh, tatile az kaldı" diye günleri saymaktır, planların kafada resmi geçit yapmasıdır. Kek ikram edene "Virvirvir" demektir :)




The Cure'dan gelsin bir ara: "Friday i'm in love"

14 Ekim 2010 Perşembe

Ev eğlencesi sticker hadisesi

Bunların hastası oldum!




Sugar on my Tongue

Talking Heads'ten eğlenceli, patlayan şeker tadında bir şarkı... Güne iyi başlamak için enfes. Dinleyene değil, dinletene bak demişler :)




"Oh, oh, oh, oh, she's my neighbour
Fill my cup, i'll bet you baby
She'll fill it up
She'll drop the sugar on my tongue
Will she gimme gimme gimme some

She's gonna put sugar on my tongue
She's gonna gimme gimme gimme some
She'll put it right there on my tongue
Put it right there on my tongue

Sweet sweet, lover lover
Never never never find another
To put sugar on my tongue
Gimme gimme gimme some

Is she gonna put sugar on my tongue?
Is she gonna gimme gimme gimme some?
She'll put it right there on my tongue
Put it right there on my tongue

I've been waiting years and years
Finally i see that you appear
My friends are here, and they ask of me
'Is this the time that we're gonna see
Her put the sugar on my tongue?'

Is she gonna put sugar on my tongue?
Is she gonna put sugar on my tongue?
Is she gonna gimme gimme some?
She'll put it right there on my tongue
Put it right there on my tongue

Sugar on my tongue
Oh, oh, oh..."

Kış hazırlığı

Yağmur bütün gece yağdı, hiç durmadı... Tuhaf rüyalarımın fonunda şakırdadı durdu. Sanırım artık kış geldi. "Nasılsa uyandım ulen!" deyip kedilerin mamasını-suyunu-tuvaletini hazır edip kafası kesik tavuk gibi don paça koşturmak suretiyle servise yetişmeye karar verdim.

Sabah evden çıktığım saatte (06:55) hava kapkaraydı, saate bakmasam 5 olduğuna yemin edebilirdim. Ama bu karamsarlığıa bünyeyi kaptırdım mı? Yooo dostum yoo! Millet salyası akarak uyurken serviste, açtım "Kedi Hikayeleri"ni okudum, mis!

Kış hazırlıkları bünyesinde Nutella kavanozlarını istifleme vaktidir. Tarhanayı, turşuyu, salçayı geçtim; Nutella olmadan geçmez bu kış.

Ve Ufuk Günaydın, varlığından tiksindim. Nokta.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Dinle

Günün sonuna doğru kocaman bir gülümseme...

Mırmırmır

Bak dedim, böyle olmaz dedim. Her gün öfleye pöfleye kendini yataktan sökmeye debelenerek, akabinde “Acaba kafama saksı düşse de mi gitmesem, oooy!” diye düşünerek işe gidilmez… Tamam, sevmiyorsun ama kim seviyor ki işini? Çalışıyor işte herkes bir şekilde. “Bana ne onlardan” dedi, “Ben severek çalışmak , yaptığım işten keyif almak istiyorum” dedi. Hiç söz dinlemiyor, hiiiç. Tadı yok bu ara, anladım.

Yüreği darlanıyor belli. Ruhu aylak ablanın. Çok çalışmaktan da gocunmuyor aslında.  Bilirim, hiç gocunmadı. Yeter ki keyif alsın yaptığı işten. İşin niceliği değil, niteliği sıkıyor canını. İşe yaramaz hissediyor. İşyerindeki ayak oyunları, Dallas haspaları da sıkıyor canını. Aptallığa ve pişkinliğe hele, hiç dayanamıyor.

Kalabalıktan, trafikten, kapalı havadan da dem vuruyor… E kış geldi, hava hep böyle; yorgan altına mı saklanacaksın? Bak yine gözlerini devirdi. Kakao içse daha iyi hissedermiş, öyle dedi. Çikolata stokluyor evde, battaniye altında uyuklarken kemirmek için, biliyorum. Kedi gibi mırmır oldu, deniz minaresi gibi içine kaçtı yine. Neyse, geçer…

12 Ekim 2010 Salı

Teknoloji, selülozu öldürür mü?

Teknoloji gelişmekte; i-pod, i-phone, i-pad, i-book... Bir i-çılgınlıktır gidiyor. Bunlardan sadece i-pod'a sahibim, kendimi çok da Apple delisi hissetmiyorum. Neyse, konumuz bu değil.

Tartışılan bir mevzu var, o da şu ki; internet ya da dijital teknoloji basılı gazeteyi, kitabı, dergiyi öldürür mü? "Belki öldürmez ama süründürür" diyenler de mevcut. Bu, "Sinema tiyatroyu öldürür mü?" geyiğine benziyor. Açıkçası gazetelerin internet versiyonlarını pek sevemedim. Pratik olduğuna şüphe yok; elleri boyamıyor, yer kaplamıyor, vapurda filan yanda oturanın burnuna sokmadan da okunabiliyor; e pek güzel. Ama sürekli bir videoya bakın uyarısı, banner'lar, pop up'lar, yanıp sönen bir şeyler, fotoğrafa tıklayın'lar... Cancanlı, kımıl kımıl. Dikkati sürekli dağıtan bir şeyler...


Tutucu değilim, bak magazine pek sevdiğim bir dergidir misal. Sayfa çevirme efekti bile var. Aynı zamanda altkitap da sevdiğim sitelerdendir. Online yayınevi. İndir kitabı, oku; mis. Ücret ödeme. Üstelik korsan da değil, 10 yıllık bir oluşum. Kuruluş hikayesi burada. Sevdiğim yazarlardan Ayfer Tunç'un işleri ise şurada. Roman, deneme, anlatı, ne ararsanız...

Evet, evde, kanepede, yatakta, vapurda, trende, serviste, otobüste... kitap okumayı; kitabın sayfalarını çevirmeyi, elimde kağıdını hissetmeyi severim. Haftasonları bir sürü gazete alıp içlerinden matruşka misali çıkan ekleri karıştırmayı da. Selülozun kokusu başka.



Bilemiyorum, belki de alışırım bir gün bu elektronik kitaplara, dergilere... Ağaç kesilmeden okunan, ertesi gün çöp olmayan şeylere... Ama ya alışkanlıklar?

İstanbul'da yağmurlu bir salı

Normalde yağmur güzel bir şey olabilir. Böyle sen camın iç tarafındaysan, elinde sıcak bir içecek (misal sıcak çikolata/kakao) varsa, uzaklara dalmışsan, karnın tok sırtın pekse, manzaraya bakarken camdan yarışırcasına kayan damlaları sayıyorsan filan... Ah, pek romantiktir.



Ama eğer İstanbul'daysan bu bir eziyettir yahu! Bildiğin işkencedir! Romantizmden son derece uzaktır! Trafik, çamur, kalabalık... Boncuk gibi dizilmiş arabalarla akmaz o trafik, durur; metrobüse binmeye üşendiğinden atladığın  taksinin taksimetresi yazar yazar yazar, saç tellerin dikilir dikilir dikilir, sinirin hoplar hoplar hoplar... Taksici de gece 12'den beri direksiyon başında olduğunu söyler, temiz yüzlüdür de; ona ayrı üzülürsün. Neredeyse "Abi sen yorgunsun, dur ben geçeyim direksiyona" diyeceksindir. İşe geç kalırsın. Böyledir yağmurlu havada İstanbul özeti vesselam. "Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da" şarkısı kadar da hoş değildir. "Singing in the Rain"? Halt etmiş. Valla.



Evet, yine saçma sapan rüyalar gördüm kabusla karışık, karanlıkta uyandım, akabinde alarmı erteleye erteleye zar-zor kalktım. Kapımın önünde miyivleyen kedilerle salonda yuvarlanmak elektriğimi aldı biraz. Ta ki yola çıkana kadar. Yeniden bitti pilim. Güya en kestirme yoldan geldiğim ofise zar zor ulaştım, tost-çay, masaya çörekleniş... Hadi bakalım!

Ezcümle, sevmiyorum kışı, karanlığı, trafikte çektiğim yağmuru ya da yağmurda çektiğim trafiği... Sallanan salıları hele, hiç! Tak kulaklığı, otur. Oi Va Voi'den gelsin, Yuri...

10 Ekim 2010 Pazar

Obi & Yoda Diary_3 (Kedili battaniyeli haftasonu)

Ayhan Sicimoğlu Paris'te, kedükler kanepede.
Edebiyata düşkün bir kedi, Obi...
İmkan olsa yan flüt bile çalar, o derece...
Enstantane kaç apla?
Ben yazıcam, hayır ben!
Birbirinin sureti veletler
Ne baktın cicim?
Huu komşu!
Gazete mütalası
Tren misali uyku öncesi
Noli orda?!
Güreşçiyiz ezelden