Normalde yağmur güzel bir şey olabilir. Böyle sen camın iç tarafındaysan, elinde sıcak bir içecek (misal sıcak çikolata/kakao) varsa, uzaklara dalmışsan, karnın tok sırtın pekse, manzaraya bakarken camdan yarışırcasına kayan damlaları sayıyorsan filan... Ah, pek romantiktir.
Ama eğer İstanbul'daysan bu bir eziyettir yahu! Bildiğin işkencedir! Romantizmden son derece uzaktır! Trafik, çamur, kalabalık... Boncuk gibi dizilmiş arabalarla akmaz o trafik, durur; metrobüse binmeye üşendiğinden atladığın taksinin taksimetresi yazar yazar yazar, saç tellerin dikilir dikilir dikilir, sinirin hoplar hoplar hoplar... Taksici de gece 12'den beri direksiyon başında olduğunu söyler, temiz yüzlüdür de; ona ayrı üzülürsün. Neredeyse "Abi sen yorgunsun, dur ben geçeyim direksiyona" diyeceksindir. İşe geç kalırsın. Böyledir yağmurlu havada İstanbul özeti vesselam. "Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da" şarkısı kadar da hoş değildir. "Singing in the Rain"? Halt etmiş. Valla.
Evet, yine saçma sapan rüyalar gördüm kabusla karışık, karanlıkta uyandım, akabinde alarmı erteleye erteleye zar-zor kalktım. Kapımın önünde miyivleyen kedilerle salonda yuvarlanmak elektriğimi aldı biraz. Ta ki yola çıkana kadar. Yeniden bitti pilim. Güya en kestirme yoldan geldiğim ofise zar zor ulaştım, tost-çay, masaya çörekleniş... Hadi bakalım!
Ezcümle, sevmiyorum kışı, karanlığı, trafikte çektiğim yağmuru ya da yağmurda çektiğim trafiği... Sallanan salıları hele, hiç! Tak kulaklığı, otur. Oi Va Voi'den gelsin, Yuri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder