İşe deri ceketle gittiğimde, bıkmadan usanmadan "Motorun nerde, ehe" esprisi yapanları Chopper'ım ya da Vespa'm olmadığından, pizzacıdan gaspedeceğim mobiletle ezeyim diyorum. Böyle motorum olsa, tekerini kana bulamaya kıyamazdım helbet.
Bu arada, geçen günkü fırtınada dedemin mezarı çökmüş, neyse adamlar düzeltmiş filan, bakmaya gittik. Bütün sülalem nerdeyse aynı mezarlıkta. Büyük büyük dedelerin isimlerini de torunlara, onların çocuklarına filan verdiklerinden, hayattaki büyük kuzenlerle dayımın adlarını mezartaşlarında görmek tuhaf geldi. Bir günlükken göçmüş bebek mezarı vardı, beşik kadar. Gömülmek ürküttü bir an. Biliyorum, saçma. Diyorum ki, organları aldıktan sonra yakıp çok sevdiğim bir kurabiye ya da çikolata kutusuna koysalar, Büyükada açıklarından denize serpseler? Bkz. "The Big Lebowski".
Sevdiğim bazı filmleri izledikten sonra çekildikleri yerlere gitmek istiyorum delice. Misal "The Fall"dan sonra küçük bir dünya turu, "Braveheart"tan sonra İskoçya, "Shadows in the Sun"dan sonra Toskana, "The Talented Mr. Ripley"den sonra Güney İtalya, "Eight Below"dan sonra Antarktika, "Casino Royale"den sonra Prag ve Venedik, "Good Fellas"tan sonra New York, "The Godfather"dan sonra Sicilya vs vs... Uu, böyle gider bu.
Salon'da neler oluyor? Gidelim görelim... Bu arada bu filmi sinemada izleyesim var. Robert Downey Jr'ı zati severim ezelden, Zach Galifianakis ise "Hangover"dan adamım.
Kahve içsem? Üşendim. Eh.