2 Kasım 2010 Salı

Cunda la vista

Kedilerle deliler, Cunda'nın velileri... Taş evlerle bezeli, her evi ayrı ayrı görülesi, Değirmen'den görülen manzarasına iç geçirilesi, ağaçlarından yılbaşı süsleri gibi mandalina ve zeytin sarkan bir güzel memleket... (Mandalina toplayanı çifteyle de kovalamıyorlar üstelik, en azından beni kovalamadılar.)

Zeytinyağı nefis, kedileri enfes, adaları şahane. Eğer meze şarttur diyorsanız beğendili ahtapottan, favadan, börülceden, otlardan zengin bir sofra kurdurun kendinize. (Ama pazarlık yapmayı unutmadan) Yemek ağır mı geldi, Taş Kahve'ye uzanıp tavla atarken bir köpüklü kahve söyleyin.

Kedileri besleyin, balık tutmaya çalışanlarına gülün, onları dövenleri ıslak odunla kovalayın. Çöp karıştırmaktan kapkara olmuş burunlarıyla, ürkek gözleriyle bakacaklar size. Yılmışlar insanoğlundan, temkinli ve güvensiz çoğu. Ne verirseniz; kalamar, süt, zeytinyağlı çubuk... Hepsini yutacaklar minnetle. Sonra da yanınızdaki sandalyeye ya da kucağınıza kıvrılacaklar şiş göbekleriyle.

Alibey diye gazlanmaya çalışılsa da, her zaman Cunda olan, bu adla sevilen (yarım)ada; yazın da lokması, sakızlı dondurması, kabakçiçeği dolması ve papalinasıyla karşılayacak sizi. Açın kollarınızı.

Biz açtık, ziyadesiyle dinledik kafayı, resetledik bünyeyi. Gittik, gördük, sevdik. 

Giden, gün içinde yolunu Ayvalık'a düşürsün, günlerden perşembe ise otlarla dolu pazarını gezsin, Şeytan Sofrası'na tırmansın, sabrı varsa Deliler Yarımadası'na uğrasın. Mehmet Usta'nın yerinde nefis iskorpit çorbasını, zeytinyağıyla pişmiş tencere yemeklerini tatsın. Ordan da Güler Tatlıcısı'na uğrayıp irmik tatlısının tadına baksın. 

Oy, Fatih Türkmenoğlu tadındaki bu yazı da burada bitsin. Hadi bakim. Fotoğraflar az sonra.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder