Şöyle bir durup günlerdir olanları düşününce, insanın içini bir karanlık kaplıyor. Protesto eden, yumurta atan öğrencilerin karşılaştığı aşırı şiddet, polisin orantısız şiddeti iyice palazlandırması, hamile olduğunu söylediği halde polis tekmesinden kurtulamayıp doğmamış bebeğini kaybeden o kız...
Ne düşünüyordu acaba o polis hınçla tekmeyi savururken kızın karnına doğru? "Bir taşla iki kuş" mu? "Yılanın başını şimdiden ezmeli" mi? Nasıl bir hiddet duymuş olabilir silahsız, üstelik de bebek bekleyen birine bunca şiddet uygularken? Şimdi o polis cezasız mı kalacak doğmamış bir canlıyı öldürdüğü halde? Ama iş başka taraflara çekiştirildi yine. "O yaşta kız neden hamile?" "Hamileyse gösteride işi ne?" İyi de bundan size ne? Bu, karşılaştığı şiddeti haklı mı çıkarıyor, hafifletiyor mu?
Yumurta atmak savunulmamalı, aptalca evet; ama ya şiddet? O yüceltilmeli mi? Hoşgörülmeli mi peki? Ya da gençler sesini nasıl duyurmalı? Dinleniyorlar mı? Sözlerine kıymet veriliyor mu? Eğer dinleniyorlarsa neden seslerini yükseltme ihtiyacı duyuyorlar? Gençlik isyandır. Kimsenin güdümünde olmak zorunda da değildir. Ne iktidarın, ne muhalefetin... Bu hala bilinmiyorsa, sesini yükselten bu şekilde sindirilmeye çalışılıyorsa; bu zihniyet hepsinden fena.
Avrupa'da öğrenciler birçok gösteride yumurta atıp hatta daha da sert protestolar yapıp ceza almazken, "Demokratik haklarını kullandılar" diye karşılanırken; bunca hoşgörüsüzlük ve "Ama onlar da kaşınmış", "Ne işin vardı gösteride?" tarzı sığ yorumlar kafaları bulandırıp bir şeyleri farklı yöne çekmeye çalışıyor. Solcu geçinen bağnazlar da bir bir ortaya çıkıyor aslında. Sapla saman yine itinayla birbirine karıştırılmaya çalışılıyor. Manisa'daki çocukların nasıl ziyan olduklarını düşünüyor insan sonra. İşkence gören, hayalleri, umutları ellerinden hoyratça çekip alınan o çocuklar... Büyümeye korktular. Kimi yurtdışına kaçtı, kimi yıllarca psikolojik tedavi gördü... Hayatları tuzla buz oldu.
Özgür Mumcu ve Yıldırım Türker yazmış, okumak lazım.
Madem ülkeni seviyorsun...
Yumurta!
Tüm bunlar yetmezmiş gibi peşinden Vedat Milor'un programına RTÜK'ten ceza gelmesi, neymiş şarap reklamı yapılıyormuş. Üzüm yemek varken... Di mi ya? Üzüm çeşitlerinden bahsetmek bile kafi. Sirke? Peki o serbest mi? Nerede yaşıyoruz biz? Ya da nerede yaşatılmaya çalışıyoruz?
Onun ardından ruhsatlı silah taşıma yaşının 18'e indirilmeye çalışılması. Peşpeşe gelen bir delilik bombardımanı sanki, insanın inanası gelmiyor gördüklerine/okuduklarına. "Ben nerede yaşıyorum?" diye düşünüyor kara kara.
İnsanlar düğünlerde, maçlarda havaya açılan rastgele ateşten vurulup ölmüyor mu? Bir sürü insan böyle pisi pisine ölmedi mi? Trafikte millet cinnet getirip "Vay nasıl beni geçersin?" diye birbirine silah sıkmıyor mu? Umut Vakfı neden kuruldu? Ama doğru, biz "Silahın sesini seviyorum, beni rahatlatıyor." diyen bir emniyet müdürü gördük bu ülkede. Kendisi sonra vali oldu. Ki ondan önce de şahane beyanatları olmuştu, hatırlarsınız...
Silah taşımayı zorlaştırmak varken bu ne şimdi? Beş silah ruhsatı alınabilecek, isteyen ikisini de üstünde taşıyabilecek. Vay be, kovboy misali çift tabanca gezilebilecek yani! Biri boşalırsa, öbürü kullanılır; biri tutukluk yaparsa öbürü çalışır!
Yumurta kırılıyor, sirke pis kokuyor... Evet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder