30 Kasım 2011 Çarşamba

Dedemin İnsanları

Bazen çok sıkılır da, kendisi için bir şey yapmak ister ya insan... İstediği an yapmalı onu, ertelememeli. Bu illa dünya seyahati gibi herkesin hayali olan ama pek azının yapabildiği, ütopik bir şey olmak zorunda da değil. Basit bir şey de olabilir. Bugün öyle bir şey yaptık biz de. (Aman öyle ulvi bir şey değil ama çok iyi geldi ikimize de, mühim olan bu.) Sinemaya gittik yahu!

Çarşamba günlerini sevmeme rağmen inanılmaz sıkıcı bir gündü bugün ofiste. İçim sıkıldı, başım ağrıdı, hiç iş yapmak istemedim, vs vs... Kocama dedim ki, hadi bu akşam sinemaya gidelim. "Dedemin İnsanları"na. Şimdi rahatlıkla diyebilirim ki, bugün yaptığımız en iyi şeydi. İyi ki üşenmedik, iyi ki "Boşver yeaa, DVD'de izleriz" demedik. 

Çok güzel bir filmdi. Çok ama çok beğendim. Çağan Irmak'ı delice sevenler, bir de popüler bulup yeterince "sanatsal" olmadığını düşünerek "Amaan" diye dudak bükenler olduğunu biliyorum. İkisinden de değilim. Gişe filmi mi, sanat filmi mi kaygısından uzak bir kere. Hikaye anlatıyor. Hem de güzel anlatıyor. Sıkmadan... Basitleşmeden... Bu film için rahatlıkla diyebilirim ki "Adam yapmış yahu!" Yapmış yani. Nefis bir film çekmeyi başarmış. Konusuyla, oyunculuğuyla, mekanlarıyla, hikayesini anlatışıyla şahane bir film çekmiş. Yani yapan yapıyor. Evet, her Türk filmi güzel değil ama hepsi de izlemeden, işkembeden bok atılacak kadar kötü de değil. 

Bu, güzel bir filmdi. Hem de çok güzel. İlk yarısında epeyce gülüp ikinci yarısında ağlamaktan helak olduğum... Başarısı, ağlatıp güldürmesinde de saklı değil. Hikayesini çok güzel anlatmasında, her şeyiyle hissettirmesinde. Oyuncuların muhteşem oynamasında. Çetin Tekindor ne karizma bir oyuncudur! Herkes çok iyiydi. Özellikle çocuk oyuncu Durukan Çelikkaya, Yiğit Özşener, Gökçe Bahadır, Hümeyra... Hepsi.

O nasıl efsane bir dededir: Esprili, merhametli, adil, sözünü esirgemez, cesur ve onurlu... anlat anlat bitmez.

Sandzak'a gidince bile duygulanan ben, filmde hep rahmetli dedemi düşündüm. O zamanki Yugoslavya'da, doğduğu yeri merak ederdim hep. Sonra Boşnak Salih lakaplı büyük dede, anneannemin babası geldi aklıma. Onlar da benzer zorluklar yaşadı, böyle hasretlikler çekti mi diye düşündüm. Daha da ağladım. Mübadele bize anlatıldığından farklıymış. Öyle hop sen oraya, o buraya değilmiş. Güldüm de. Ama argo kısmına değil, bazılarının hakkaten ne tatlı üç şekerli olmasına :)


Filmin sonundaki o siyah beyaz, eski ve gerçek fotoğraflara bile tek tek baktım, gözümü ayırmadım perdeden. Millet çıktı gitti, ben kıpırdamadım bile yerimden. Işıklar yandı, gözyaşlarımı görecek kimse kalmamıştı neyse ki.  Amaan...  Perdedekileri görünce, aile albümlerinde gördüğüm benzer fotoğraflar geldi aklıma. Ah rahmetli dedecim... O'nu ne kadar özledim. O'nun da böyle merhametli, iyi ve beyefendi bir insan, adam gibi adam olduğunu hatırladım. Herkesin sevdiği, saydığı biri olduğunu... Yokluğu içimi sızlattı bir kez daha. Hiç kem söz işitmedim ağzından. Annemler de işitmemiş. Bir fiske bile yememişler ondan. 

Sırf filmdeki dedenin giydiği jilet gibi takımlar için bile izlenir bu film. Bence. Kostümler de başarılıydı. Müzikler de. Girit. Bosna. Bekleyin beni geliyorum. İlla bir gün... Keşke o günleri daha çok anlattırsaydım dedeme. Ne bilirdim bu ka çabuk gideceğini... 

Bence orijinal DVD'sini beklemeden sinemada izleyin  bu filmi. Sonra DVD'sini de alırsınız. Sevdiklerinize de izlemelerini söyleyin. Pişman olmayacaksınız. Ben olmadım. Film arasında annemlere "İzleyin gari" diye mesaj attım, "Bugün gidivedik gari" diye cevap geldi :) Çıkışta beyin canı sigara (bıraktı), benimkisi ise Uzo çekti!


Cat vs.

Kediyle birlikte yaşamak böyle bir şey. Ama olsun,  çok seviyorum onları.

Kasım şaşkını

Kasım'ın son günü, karışık hisler içerisindeyim. Ve evet, nasıl ifade etsem bilemedim.Bahar yaklaşıyor diye şuursuzca sevinmek için erken sanırım.


Durup öylece bakayım en iyisi ben. Bugün içimden iş yapmak hiç gelmedi mesela. Durdum.


Bazı hayvanlar gerçekten fotojenik. Of neyse, yeni bir toplantı çıkmadan gideyim ben.

Yöresel lezzet patlamaları

Karadeniz mutfağını sever misiniz? Biz ailecek severiz. Balkan mutfağı da favorilerimiz arasındadır. Eh, herkesin kökeni haliyle damak zevkine de yansıyor bir şekilde. 



Balkan mutfağı için mekanımız Sandzak (denize nazır Boşnak böreği & mantısı keyfi), Karadeniz mutfağı içinse adresimiz Nostoni idi. Caddebostan'daki Nostoni kapanınca, önce bi hüzünlendiydik beyle. Ancak yerine daha güzelini bulmamız uzun sürmedi. 

Karadeniz yemekleri için yeni adresimiz Nalia. Sakız gibi bembeyaz bir köşkte, şık masalarda; pek hoş yemek takımları ile servis sunuyorlar. Beğendim. Servis elemanları da pek nazik. Nostoni'deki yerel dekor burada yok, ki sakıncası da yok. Önemli olan menü. Ki o da gayet lezizdi. Fiyatlar da iştah kaçırmayacak boyutta.

Yemekler geldi, ben bayılacağım sandım bir ara. Favorilerim; karalahana çorbası, mısır ekmeği, hamsili pilav ve Laz böreği. Araya sıkıştırdığım hamsi tava fazla geldi misal. Hakkımı pilavdan yana kullanacağım bir dahaki sefere. Burayı bulmasaydık, annelerden tüyo alıp evde kendimiz girişecektik yöresel mutfak olayına. Füzyon filan bir yere kadar...

Uyanmak ya da uyanmamak... İşte bütün mesele bu

Sabahları uyanınca, Vega misali "Bu sabahların bir anlamı olmalı" demek istiyor insan. Yani işe gitmek dışında. Açtın gözlerini, uyandın. Eee sonra? Yüzünü yıka, duş al, giyin çık.  

Mesela dün sabahtan beri aklımda kocamı, sevdiğim ama daha önce onunla gitmediğimiz bir lokantaya götürmek gibi planlar var. Bakalım... 

Uyanmak ve anlamı demişken, misal okyanus kenarında (normal deniz de olabilir)  bir evde  yaşasaydım, sabahları kumsalda koşarak uyanmak hiç fena olmazdı hani.



Bu sabahın uyanma şarkısı The Black Keys'den gelsin. I'm not the one.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Kamp ateşi başında

Fleet Floxes'ın bu şarkısı, klibi yüzünden sanki kamptaymışız da ateş başında anlatılan öyküleri dinliyormuşuz gibi bir his uyandırdı bende. Şamanlar, hayvanlar... Belgesel tadında bir animasyon. Klipten ziyade kısa film. Sean Pecknold yönetmiş.



The Shrine / An Argument from Sean Pecknold on Vimeo.

Bi energy drink?

Hafta içi günde 3-4 kez olanları yetmezmiş gibi gece yarısına sarkan toplantılar, master üzerine ahkam kesen direktörler, "Çocuk da yaparım kariyer de" kasıntısıyla kendi pr'ını pompalayanlar, sidik yarışı gibi cv yarıştırmalar, akabinde bu yoğunluktan sonra koştura koştura eve gelip ağırladığımız misafirler, son darbe olarak cumartesi  tam gün süren toplantı ve sunumlar derken; bu hafta resmen üstümden kamyon geçti... Beynimde ölen hücrelerin sayısı milyara ulaştı.

İş yüzünden yorgunum. Çokça da bıkkın. Milletin kendini yeni direktöre göstermek için  girdiği komik yarışlar, pek zavallıca. Dışarıdan dehşetle izliyorum bu tür çırpınmaları. Bu aralar işte durgun, evde neşeli olmamın bir sebebi olmalı. Sebep basit aslında: Sevmiyorum!

Beynimin suyu çekilmiş sanki, böyle bir hal var bugün ofisteki çoğu kimsede. Gözler kaymış, kafa yorgun, beyin pelte.

Beyin demişken, şu bereler pek başarılı geldi. Alana Noritake tasarlamış. Arada giysem, ofis ortamında iyi hissettirir belki. Huni yerine bu, daha estetik! İçerideki pelte ama bakın bu pespembe!


27 Kasım 2011 Pazar

Lütfen yıkamayınız

Scott Wade, arabaların kirlenmiş camlarına "Beni yıka" yazmak dışında farklı şeyler yapmış. Kirli araba sanatının ayrıntıları için tıklamak lazım. İşi epeyce ticarete dökmüş gibi gerçi kendisi... Ama işler hoş.

Giyen yerlerim ağrıdı

Şöyle bir kıyafetim olsa nerede giyerdim diye düşündüm, çok da düşünmedim ama. 

Ee, şurada gördüm kendisini. Olur da beyle İngiltere Kraliçesi'ni ziyarete gidersek, böyle bir şey koyayım bavula. Ehm...


Alttaki gerçekten fena, ananemin yatak örtüsüne benziyor.

Back to the future

Fotoğrafçı Irina Werning "Back to the Future" projesinde, seçtiği kişilerin çocukluk pozlarının aynısını çekmiş yıllar sonra. Aynı mekan, aynı kıyafet, aynı açı ve aynı mimiklerle. 

Görünce, ben hangi çocukluk fotoğrafımdaki pozun verirdim diye düşündüm, sanırım civcivli olan... 

Bu arada, flu fotoğrafın yenisinin de flu olarak çekilmesi ayrıntısını takdir ettim. Tıklamak lazım.

Rainbow gathering

Kanadalı fotoğrafçı Benoit Paille, aşk ve barış düşüncesiyle bir araya gelmiş komünleri fotoğraflayarak "People of Rainbow Gathering" projesini oluşturmuş. 

Popüler kültüre alternatif bir hayat süren bu insanlar, hippilerle birlikte '60'larla '70'lerde kaldı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz... Fotoğraflar İspanya, Kanada ve Meksika'da çekilmiş.

Benoit Paille flickr'da, buraya da  tıklamak lazım.




Matheus Lopes

Matheus Lopes'in işlerini görmek için tıklamalı: Web sitesi, flickr.

Gavin Worth


Gavin Worth'ün işlerini görmek için tıklamak lazım. Yukarıdaki tel heykellerini gerçekten beğendim.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Somebody that I used to know

İsme takılmayıp müziğe ve klibe odaklanıldığında, eğlenceli. Kim mi? Gotye.

Gotye, Belçika asıllı bir Avustralyalı olan Wally de Backer'ın müzik projesi. 21 mayıs 1980 doğumlu Backer'in yetenekleri arasında yok yok; piyanist, perküsyon üstadı, besteci, şarkıcı, prodüktör. Kendisiyle ilgili daha ayrıntılı bigi için tıklamak lazım.  

Bugün dinleyeceğimiz eseri, 2011 tarihli son albümü Making Mirrors'tan "Somebody that I used to know". Kimbra eşlik etmiş.  

22 Kasım 2011 Salı

Kaç kere?


NBK - Kaç Kere from punktstudio on Vimeo.

Eğer istersen...

Top... top... toplantı

Of... Yeni biri mi geldi üst düzey, hop, başlasın toplantılar, istensin raporlar; gelsin sunumlar, gitsin onaylar... Adam, kendini mi yoksa günümüzü mü bize gösteriyor belli değil. Raporu, toplantı tutanağını okumaktan çok, canımıza okuma kastı var gibi geldi bana.

İyi güzel de, günde 3-4 vakit toplantı yapınca, bazı toplantıların gece 11'lere kadar uzadığı dedikodusu (ki gerçek) şehir efsaneleri gibi ortalıkta dolaşınca, ne zaman iş yapılacak? Bir anlasam... 

Toplantı odasına kamp kurmaktan masamda oturamıyorum. 2 vakit daha ekleyin de tam olsun şu şenlikler. Her dakika toplantı, sürekli değişen bir şeyler, kımıl kımıl bir haller, sürekli, vır vır konuşma hali... Ayh!

Diyoruz diyoruz da, dinleyen mi var? Şşş, kime diyorum?

21 Kasım 2011 Pazartesi

Parenthood

Nedense içinde beyzbol olan filmleri severim, ama beyzbolla uzaktan yakından alakam yok. Bu tür filmlerin oyuncuları yakışıklı, ondan ilgimi çekiyor herhalde. Universal Channel'da "Parenthood" diye bir dizi var, NBC menşeili. Beğeniyorum kendisini.  Pek sevdiğim "Six Feet Under"dan Peter Krause oynuyor.

Aile dizisi. Bir büyükanne büyükbaba, onların çocukları ve torunları, ilişkileri... Ama eğlenceli. Kardeşlerden birinde anne-baba, kızlarını sevgilisini facebook'ta ilan edip kendilerine söylememekle, adam karısını kendine orgazma taklidi yapmakla, yine aynı adam kendi babasını ot içmekle, kardeşlerden bir diğeri olan kadın kocasını kızlarının yuvadaki arkadaşının annesiyle kırıştırmakla filan suçluyor. (Otu adamın uslu kızı içiyormuş, herif de kızının yuvadaki arkadaşının annesiyle kırıştırıyormuş ayrı)



Bu dizide de, çalışan babaların oğullarının beyzbol maçını kaçırması korkunç bir hata mesela. Galiba bu, bir Amerikan filmi/dizisi klişesi. Düşünüyorum da, ortaokul-lise hayatım boyunca babam bir kez bile basketbol maçlarımı izlemeye gelmedi. Birine geldi, onda da karşı takım gelmedi; oynamadan hükmen galip sayıldık filan. Bu, ruhumda travma filan da yaratmadı. Yoksa... Yoksa yarattı da farkında mı değilim? 

Ama gavurlarda bu mevzu mühim, maaile; büyükanne, büyükbaba filan da geliyor misal torunun beyzbol maçına. Bir neşe, bir eğlence. Baba, oğlunun maçlarını kaçırmazsa iyi baba oluyor, söz verip de gelemezse kötü. Gerçi bunlar kocaman evlerinin kocaman bahçelerinde, mangal parti de yapıyor maaile. Cık, bu olmadı.

Kedi korkusu

Cumartesi gününü temizlik, ortalık toplama ve Ikea turuyla geçirdik. Sonunda istediğimiz gibi bir yemek masası bulduk, akabinde aldık; pek mes'udum.  Değişik ve güzel yeni şeyler gelmiş. Bey, adamların getirdiği yemek masasıyla 6 sandalyesini dün akşam monte etti bile. Ikea evimizin her şeyi, canım benim.

Onun dışında pazar çaya misafirlerimiz vardı, oğlanlar koklayıp oynayacakları yeni insanlar geldi diye pek sevindi. Arkadaşların kızı başta oğlanların kulağının, kuyruğunun ucunu ellemeye korkarken, günün sonunda kara azmanları kucağına almaktan ve tüylerinin ne kadar da yumuşak olduğundan bahsediyordu. Isındılar birbirlerine. İstediği zaman gelip sevebileceğini söyledim, babasına kedi alalım diye sarmaktan vazgeçti.  

"Eve kediden korkan biri gelirse n'olacak yahu, aman sevmeyen kim var etrafımızda?" derken, hafta içi bize yemeğe gelecek bir arkadaşım "Onları odaya kapatmazsan eve giremem" dedi. Hadi bakalım! Oğlanları bir odaya tıkamam, ama bizim olduğumuz odanın (salonun) kapısını kapatabilirim. O ka. Bizimkiler o kadar sakin, bir o kadar sırnaşık ki; kendilerini zorla sevdirdiklerinden, kedi fobisi olanları tedavi edeceklerine inancım tam.

17 Kasım 2011 Perşembe

Balanescu Quartet


500. yazı, müziğin olsun... Birkaç gündür işe gidip gelirken, akabinde ofiste de klasik müzik dinliyorum. Psikolojik anlamda ciddi ciddi rahatlattığını fark ettim. Çok faydasını gördüm doktor bey.

Ne bileyim, minübüs şoförlerinden büyükbaş olanları, yollardaki bilimum öküzler, metrobüsteki danalar filan gözüme pembe tütü giymiş minik ve de sevimli sığırcıklar gibi görünüyor; ofisteki saçma durumlar ve kişilerin zırvalamaları ise flu bir bulutun arkasında ağır çekimde gerçekleşiyor sanki. Pudra gibi uçuşuyor her şey. Nefis. Gıcık bir üst düzey mensubu akıllara ziyan bir şey mi istiyor; tek kulaklıkla suratına baktığımda manzara unicorn, iki kulaklığı taktığımda ise bildiğin melaike. Auvv...

Mozart, Bach, Beethoven, Vivaldi vb. dışında beyin tavsiyesiyle dinlediğim Balanescu Quartet'ten de ziyadesiyle memnun kaldım. Kraftwerk cover'ları da başarılı. Kendileriyle ilgili ayrıntılı bilgi için. 



Bu soğuk, yağmurlu, sevimsiz günlerde içinizde minik kelebekler uçuşturuyor, sinir stres bırakmıyorlar bünyede. 


14 Kasım 2011 Pazartesi

Eski disketleri atmayın

Nick Gentry'e verin, şahane işlere dönüştürsün... Daha fazlasını görmek için.

Evde denemeyin

Aksi halde anneniz, ev arkadaşınız, sevgiliniz, eşiniz kızabilir.

Asarım ki ben bunları

Harçlıklarımdan biriktireyim de, şunlardan alayım. Buyrun. Gerçi bunlardan biri hediye olarak gelmişti Fermina Daza'aanımdan, en kısa zamanda evde münasip bir yer bulup asacağım. Birçok sanatçının işinin yer aldığı sitede 2137 sayfa vardı ve takdir edersiniz ki hepsine bakmam mümkün değildi. Yani.