Böyle bir yerde olmak güzel olmaz mıydı? Sakin bir tatil hayali kurmak için hoş bir yere benziyor. Belçika'ymış. Bruges. Öyle dedi Fascinating Places...
31 Ocak 2013 Perşembe
Siyah beyaz
27 yaşındaki Britanyalı Kelvin Okafor yapıyormuş bu resimleri. İnanamadım. Fotoğraf gibiler. Eserleri Londra Bilim Müzesi'nde sergileniyormuş ama hayali bir gün kendi galerisini açmakmış. Her bir portre için 100 saat harcıyormuş. Fotoğrafları üç hafta inceledikten sonra, çizmeye gözlerden başlıyormuş. Pek başarılı buldum Okafor'u.
Kaynak Radikal
Kaynak Radikal
Mavi
Şu şapşalları gördüm, sırıttım sabah sabah. Bazen gülümsemek için sebep
bulmakta zorlanıyor insan. Neyse ki, bu aralar pek sıkıntı yok o konuda.
Buraya koymak istediğim fotoğraflar var, posta kutumda bulduğumda beni
gülümseten şeyler... Ama teknolojiyle aram pek iyi değil, telefonum
akıllı sayılmaz; fotoğraf makinesinin son konserde pili bitmiş vs vs.
Bir ara zaman ayıracağım ama. Özellikle teşekkür etmem gereken biri var,
aklımda.
Ve bir de tatile ihtiyacım var. Şöyle biraz uzaklaşmak... iyi olurdu. Bu hafta sonu kısacık bir tatil yapacağız mesela. Bir nefes alımlık. Bu görseli de tatil isteğim için konduruvereyim. "Kışın tatil mi olur?" diyen müdireme de sevgilerimi yollayayım... Canım benim.
30 Ocak 2013 Çarşamba
Beklemek iyidir
Böyle bekliyorum. Sakin ama biraz bıkkın. Diğerleri de bekliyor. Ama bir fırtına kopsun da, mevzu çıksın diye daha çok. Pirinç tarlalarına bakan şu köpek gibi sakin olmak iyidir oysa. Çevreyi umursamadan. Huzurlu sükunet...
29 Ocak 2013 Salı
Daughter
Londralı indie folk grubu Daughter’la Radyo Eksen sayesinde tanıştım. Elena Tonra, Igor Haefeli ve Remi Aguilella’dan oluşan üçlü, ilk iki EP'lerini kendi imkanlarıyla yayınlamış.
2011′de çıkardıkları "The Wild Youth" adlı 3. EP'den çıkan "Youth", Youtube'ta 7 milyon tık alınca da 4AD ile kontrat yapma şansları olmuş. Bu yıl ilk albümleri "If You Leave" çıkıyormuş. Bu ilk albümlerinde "Youth" ve ilk single'ları "Smother" da olacakmış. Smother altta, buyrun dinleyin.
Kalp kırıklıklarıyla dolu müziklerini, Elena'nın sakin vokalini sevdim. Tımbır tımbır, güzel. Ofisteki tüm keşmekeşe kulakları tıkayıp Daughter dinlemek insana iyi geliyormuş. Camdan süzüldüm, yağmur altında ağaçların arasında dolaşıyorum. Oh la la...
Türkiye'ye de geleceklermiş galiba, pek sevindim. Kendime onlarla doğumgünü hediyesi vermeyi düşünüyorum.
Bu da Facebook sayfaları.
Türkiye'ye de geleceklermiş galiba, pek sevindim. Kendime onlarla doğumgünü hediyesi vermeyi düşünüyorum.
Bu da Facebook sayfaları.
Veda
Jodie Foster'ın Altın Küre ödül törenindeki konuşmasını çok beğendim. "Eşcinselliğini itiraf etti" kısmı beni çok da ilgilendirmedi açıkçası. Çok net, dürüst ve onurlu bir duruş sergiledi. 50 yaşında hala şahane görünen bir oyuncunun 47 senedir sinemada var olmasını ve mahremiyeti önemsemesini önemsedim. Hala izlemeyen varsa, konuşmanın tümüne buradan ulaşılabilir. Dinleyen herkesin gözlerini ışıldatan bir konuşmaydı. Bence Jodie Foster da ışıklı bir oyuncu.
"... Ama anlaşılan artık her ünlü kişinin özel hayatının ayrıntılarını basın toplantısı yapıp, parfüm çıkarıp, prime time'da reality programı yaparak aktarması gerekiyormuş. Şaşıracaksınız ama ben honey boo boo çocuğu değilim. Hayır üzgünüm. Ben öyle biri değilim. Hiç olmadım, olmayacağım da. Siz de bebekliğinizden beri halkın gözü önünde olsaydınız, her şeye rağmen gerçek, dürüst ve normal bir hayat için mücadele etmek zorunda kalsaydınız, belki siz de mahremiyeti her şeyin üzerinde tutardınız. Mahremiyet."
"... Ama anlaşılan artık her ünlü kişinin özel hayatının ayrıntılarını basın toplantısı yapıp, parfüm çıkarıp, prime time'da reality programı yaparak aktarması gerekiyormuş. Şaşıracaksınız ama ben honey boo boo çocuğu değilim. Hayır üzgünüm. Ben öyle biri değilim. Hiç olmadım, olmayacağım da. Siz de bebekliğinizden beri halkın gözü önünde olsaydınız, her şeye rağmen gerçek, dürüst ve normal bir hayat için mücadele etmek zorunda kalsaydınız, belki siz de mahremiyeti her şeyin üzerinde tutardınız. Mahremiyet."
Ve annesi için söyledikleri onun gibi benim de gözlerimi doldurdu. Onu ne kadar çok sevdiği belliydi.
"... Hayatımı en derinden etkileyen kişiye geliyorum: Muhteşem annem Evelyn. Anne, hala o mavi gözlerin ardındasın biliyorum. Bu gece
anlayamayacağın çok şey olacak, ama zaten anlaman gereken bir tek önemli
şey var: Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum. Ve bunu üç kez
söylersem büyülü bir şekilde ruhuna nüfuz eder, içini iyi
bir hayat yaşadığın bilgisinin sevinciyle doldurur. Muhteşemsin anne! Gitmeye hazır olduğunda lütfen bunu da yanında götür."
Kendini estetik ameliyatlarla bambaşka plastik biri yapıp ölene kadar sahnede kalmak istememesini, ünlü olma hastalığına kendini teslim etmemesini saygıyla karşıladım. Güzel bir vedaydı...
"Bir daha asla bu sahneye çıkmayacağım. Hatta hiçbir sahneye
çıkmayacağım. Değişimi sevmek lazım. Öyküler anlatmaya devam edeceğim. Kendim duygulanarak insanları duygulandıracağım; dünyanın en iyi işi bu. Ama sesim artık başka yerlerde çıkacak. Belki bu kadar ışıltı
olmayacak, belki 3000 salonda birden gösterime girmeyecek, belki de o
kadar sessiz ve hassas olacak ki, sadece köpekler duyacak. Ama bu
işareti ben çakmış olacağım. Jodie Foster buradaydı."
Köpekli hayat
İnsanların eskiden köpeklerine ne kadar önem verdiklerini görmek için ilginç, hoş bir arşiv. Çok beğendim fotoğrafları.
Kaynak ve devamı için Vintage Everyday
13 Ocak 2013 Pazar
Bitli pazar
Cumartesi günü ziyaretine gittik yine. Çiçek verme, çay içip kek yeme ve sohbet. Aksatmadığı çay saatlerinde hiçbir şeyi yoksa krik krağı vardır. Keyfi yerindeyse eski günlerden söz eder; vapurlardaki şık hanımlardan, eski zamanların o zarif insanlarından, İstanbul diye bahsettikleri Beyoğlu'ndan... Merak ederim o zamanları.
Pazar günü bir arkadaşımıza kahvaltıya davetliydik. Ondan önce Feriköy'deki bitpazarına uğradık. Organik pazarla aynı yerde. Epeyce büyük bir yerdi, arkadaşa yetişeceğimizden hepsini gezemedim ama gördüğüm birçok şeyi sevdim. Ivır zıvırlar da vardı elbette. Hoşuma giden birkaç gümüş takı aldım, tezgahların başından ayrılmam zor oldu.
Bazıları eski, kullanılmış eşyaları sevmese de benim hoşuma gider. Benden önce kimler dokundu, kimlerin o eşyayla nasıl anıları oldu, onu kullanmayı sevdi mi, özenle sakladı mı, sonra ailenin başına kötü şeyler mi geldi de bu eşyalar tezgahlara düştü... merak ederim. Envai çeşit şey vardı. Likör kadehleri, eski fotoğraflar, gramofonlar, zarif broşlar... Güzeldi.
12 Ocak 2013 Cumartesi
Kar
Galata Kulesi'ndeki martı için bile kar şaşkınlığı çabuk bitti.
Kaynak: facebook.com/istanbul.34.istanbull |
11 Ocak 2013 Cuma
Kedili işler
Marek Brzozowsk'nin işlerini Pek Güzel Şeyler'de görmüştüm, pek beğendim.
Kedilileri aşağıda görebilirsiniz, devamı ise burada. İyi hafta sonları...
Kedilileri aşağıda görebilirsiniz, devamı ise burada. İyi hafta sonları...
9 Ocak 2013 Çarşamba
Bibury
Cotswolds, İngiltere'deki bu şahane evlere Bibury Kulübeleri deniyormuş. Pek güzeller. Cameron Diaz'la Kate Winslet'ın filmindeki gibi bavulları alıp gitsek bir süreliğine? Çıtır çıtır soba ya da şömine yanıyordur içeride. Kuzineli mutfak da sıcak çikolata ya da sahlep kokuyordur.
Belki fırında da çikolatalı kek ya da tarçınlı kurabiye vardır, hı? Bir yere kıvrılmış kedi(ler) de vardır kesin. Penceredeki güzel çiçeklerden içeride de olmalı. Belki sebze yetiştirilen küçük arka bahçede de. Tavan arasında rahat bir sallanan koltuk, şirin bir de kitaplık vardır illa. Hele kapının önüne de en alttaki gibi bir kardan kedi yaptım mı... Oyh!
Belki fırında da çikolatalı kek ya da tarçınlı kurabiye vardır, hı? Bir yere kıvrılmış kedi(ler) de vardır kesin. Penceredeki güzel çiçeklerden içeride de olmalı. Belki sebze yetiştirilen küçük arka bahçede de. Tavan arasında rahat bir sallanan koltuk, şirin bir de kitaplık vardır illa. Hele kapının önüne de en alttaki gibi bir kardan kedi yaptım mı... Oyh!
Kaynak: Fascinating Places
|
7 Ocak 2013 Pazartesi
6 Ocak 2013 Pazar
Hobbit'li Amanvermez Avni'li haftasonu
Pazar rehavetinin çöktüğü saatler yaklaştı. Bugün evden tek çıkışım, organik pazar içindi. Hava durumu eksilerde, kar geliyormuş. Eh... Dün, Taksim-Beyoğlu-Galata hattında geçti. Kallavi Sokak, neredeyse Fıccın Sokağı'na dönmüş (5 tane filan Fıccın var) ama burayı pek sevdiğimizden, durumdan memnunuz. Biri doluysa öbürüne gidiyoruz.
Yemekten sonra Pera Müzesi'ne uğradık, sergilerden görmediğimiz ilginç bir şey yoktu; hediyelik eşya bölümünden iki tane Osman Hamdi kartpostalı aldım sadece. Beyoğlu'ndaki Robinson Crusoe Kitabevi'ni hep çok sevmişimdir, yine uğradım ve koltuğumun altında; yıllardır aldığım Metis ajandasının 2013'ü, Ursula K. Le Guin'in "Aya Tırmanmak ve Diğer Öyküler" kitabıyla çıktım.
Metis ajandasının bu yılki konusu yemek içmek, kapağında da "Ayvayı Yedik" yazıyor. Bu ajandayı seviyorum. Yazmak dışında, okumak ve ilginç şeyler öğrenmek için kullanılması hoşuma gidiyor. Mesela 25 Şubat'ta "Acıyı Bal Eyleme Günü" yazılı. 18 Mart'ta da kocakarı soğukları başlıyormuş. Gargantua'dan pancara, organik tarımdan sefertası hareketine; yemekle ilgili bir sürü şey var içinde.
Le Guin'in kitabının arka kapağında ise şöyle demişler: "Bu kitaptaki 18 öyküde Le Guin, okuru tekinsiz evlere, tekinsiz konulara, zihnin gerisinde fark edilmeyi bekleyen duygulara, hayata tutunmak için verilen ince mücadeleye, bakış açısını azıcık değiştirdiğiniz anda değişiveren gerçeklere yolculuğa çağırıyor." Hm, bunu sevdim. Ön kapaktaki kedili evi de sevmiştim zaten.
Kapının orda dikkatimi çeken kitabı da diğerlerine ekledim: İlk yerli polisiye Amanvermez Avni'nin birinci cildi. Kanat Atkaya'dan müjdeyi almıştık ama karşımda görünce şaşırdım. İkinci cildi için bir süre daha bekleyeceğiz galiba, olsun basıldı ya.
Ebüssüreyya Sami'nin 1913-14 yıllarında yazdığı bu seriyi yazar bir arkadaşımız arıyordu, bizim bey de fotokopisini çektirip vermişti. Sinem de 2. cildini ararmış meğer, bir kopyasını da ona götürmüştüm. Kitap sahaflarda bile bulunmuyordu ne zamandır. Şimdi ise ilk cildi elimde. Osmanlı'nın Sherlock Holmes'ünü okumak için sabırsızlanıyorum. Arka kapakta kendisinden kısaca şöyle bahsedilmiş:
"Osmanlı hafiyesi Amanvermez Avni, yardıcısı Arif ile birlikte Beyoğlu'nda Kazancı Yokuşu'nda yaşamaktadır. Sık sık kıyafet değiştirmekte, evindeki laboratuvarında yaptığı araştırmalarla en karmaşık olayları aydınlatmaktadır. Kendi sardığı kalın sigaralara ve sütlü kahveye düşkün olan Amanvermez, Fransızca, Rumca ve Ermenice konuşmaktadır."
Akşam da arkadaşlarla sinemada "Hobbit Beklenmedik Yolculuk"u izledik. Ben sevdim, ziyadesiyle memnun ayrıldım sinemadan. Renkli ve de heyecanlı olmuş gerçekten, Shire'ı uzaktan görmek bile insanı mutlu ediyor. Evet, "Yüzüklerin Efendisi" kadar heyecanlı değil "Hobbit" maceraları ama, film güzeldi. Döndüre döndüre müziklerini dinliyoruz şimdi de.
3D şart değil ama gerçeklik katmış, film normel de izlenir; her türlüsü makbul. (Yani Avatar'daki gibi etkileyici gelmedi bana burada 3D, kağıt gözlüklere göre afiliydi ama bu gözlük hakkaten) Goblin'lerin çirkinliği, Radagast'ın tavşanlarıyla kirpilerinin şirinliği... İncecik kitaptan üçleme çıkaran Peter Jackson, acayip bir insansın vesselam.
Yemekten sonra Pera Müzesi'ne uğradık, sergilerden görmediğimiz ilginç bir şey yoktu; hediyelik eşya bölümünden iki tane Osman Hamdi kartpostalı aldım sadece. Beyoğlu'ndaki Robinson Crusoe Kitabevi'ni hep çok sevmişimdir, yine uğradım ve koltuğumun altında; yıllardır aldığım Metis ajandasının 2013'ü, Ursula K. Le Guin'in "Aya Tırmanmak ve Diğer Öyküler" kitabıyla çıktım.
Metis ajandasının bu yılki konusu yemek içmek, kapağında da "Ayvayı Yedik" yazıyor. Bu ajandayı seviyorum. Yazmak dışında, okumak ve ilginç şeyler öğrenmek için kullanılması hoşuma gidiyor. Mesela 25 Şubat'ta "Acıyı Bal Eyleme Günü" yazılı. 18 Mart'ta da kocakarı soğukları başlıyormuş. Gargantua'dan pancara, organik tarımdan sefertası hareketine; yemekle ilgili bir sürü şey var içinde.
Le Guin'in kitabının arka kapağında ise şöyle demişler: "Bu kitaptaki 18 öyküde Le Guin, okuru tekinsiz evlere, tekinsiz konulara, zihnin gerisinde fark edilmeyi bekleyen duygulara, hayata tutunmak için verilen ince mücadeleye, bakış açısını azıcık değiştirdiğiniz anda değişiveren gerçeklere yolculuğa çağırıyor." Hm, bunu sevdim. Ön kapaktaki kedili evi de sevmiştim zaten.
Kapının orda dikkatimi çeken kitabı da diğerlerine ekledim: İlk yerli polisiye Amanvermez Avni'nin birinci cildi. Kanat Atkaya'dan müjdeyi almıştık ama karşımda görünce şaşırdım. İkinci cildi için bir süre daha bekleyeceğiz galiba, olsun basıldı ya.
Ebüssüreyya Sami'nin 1913-14 yıllarında yazdığı bu seriyi yazar bir arkadaşımız arıyordu, bizim bey de fotokopisini çektirip vermişti. Sinem de 2. cildini ararmış meğer, bir kopyasını da ona götürmüştüm. Kitap sahaflarda bile bulunmuyordu ne zamandır. Şimdi ise ilk cildi elimde. Osmanlı'nın Sherlock Holmes'ünü okumak için sabırsızlanıyorum. Arka kapakta kendisinden kısaca şöyle bahsedilmiş:
"Osmanlı hafiyesi Amanvermez Avni, yardıcısı Arif ile birlikte Beyoğlu'nda Kazancı Yokuşu'nda yaşamaktadır. Sık sık kıyafet değiştirmekte, evindeki laboratuvarında yaptığı araştırmalarla en karmaşık olayları aydınlatmaktadır. Kendi sardığı kalın sigaralara ve sütlü kahveye düşkün olan Amanvermez, Fransızca, Rumca ve Ermenice konuşmaktadır."
Akşam da arkadaşlarla sinemada "Hobbit Beklenmedik Yolculuk"u izledik. Ben sevdim, ziyadesiyle memnun ayrıldım sinemadan. Renkli ve de heyecanlı olmuş gerçekten, Shire'ı uzaktan görmek bile insanı mutlu ediyor. Evet, "Yüzüklerin Efendisi" kadar heyecanlı değil "Hobbit" maceraları ama, film güzeldi. Döndüre döndüre müziklerini dinliyoruz şimdi de.
3D şart değil ama gerçeklik katmış, film normel de izlenir; her türlüsü makbul. (Yani Avatar'daki gibi etkileyici gelmedi bana burada 3D, kağıt gözlüklere göre afiliydi ama bu gözlük hakkaten) Goblin'lerin çirkinliği, Radagast'ın tavşanlarıyla kirpilerinin şirinliği... İncecik kitaptan üçleme çıkaran Peter Jackson, acayip bir insansın vesselam.
4 Ocak 2013 Cuma
1 milyar kadın dans etse?
Ezilen, dayak yiyen, işkence gören, tecavüze uğrayan, taciz edilen, öldürülen... kısaca insanlık dışı muameleye maruz kalan kadınlar artık ayaklanıyor. Hem de dansla! Dünyanın birçok ülkesinden, sayısı 1 milyarı bulması beklenen kadın; 14 Şubat 2013'te uluslararası bir kampanya olan "One Billion Rising" ile bir araya gelecek ve dans ederek, kendilerine yapılan bu
işkencelere dur diyebilmek, seslerini duyurabilmek için ayaklanacaklar!
Kampanyayı yürüten www.onebillionrising.org'un sloganı şöyle:
"Dünyada her üç kadından biri, hayatında bir kere şiddet görüyor ya da tecavüze uğruyor."
"Bir milyar kadının haklarının ihlal edilmesi gaddarlıktır."
"Bir milyar kadının dans etmesi devrimdir."
Sitede “Ayağa kalkıyorum çünkü” başlığı altında, insanların neden ayaklandıklarını anlatan yazılara ve videolara ulaşıyorsunuz. Sizin için ayrılan kısımda paylaşımda bulunabiliyorsunuz.
Şimdiden bıyık altından gülenleri, ciddiye almayıp "Amaan nolacak bunların dansından!" diye küçümseyenleri görebiliyorum. Ama dilerim "1 Billion Rising" (1 Milyar Ayaklanma) kampanyasına destek çığ gibi büyür ve dans ederek de ayaklanılabildiğini gösterir kadınlar. 14 Şubat'ta kampanyaya ben de destek vereceğim, o gün yaklaştıkça tekrar hatırlatmak için bir şeyler yazarım elimden geldiğince.
"Ayağa kalkıyorum çünkü, gerçek erkekler tecavüz etmez"
Bizim ülkemizde kadınların nasıl doğuracağına, kaç çocuk yapacağına, kadınlık organlarını nasıl adlandıracaklarına koca koca, bıyıklı adamlar karar verir. Ama kadını öldüren kocaya, sevgiliye pek bir şey yapılmaz. Kadınlar sokak ortasında dövülür, kimsenin gıkı çıkmaz. Kuzenleri tecavüz eder, amcaları namusu kirlendi diye öldürür, töreyle temizlenir namus. Berdel diye adetler vardır, 3 sığıra 2 keçiye çocuğu ya da dedesi yaşında erkeklerle evlendirilir kadınlar. Kadın-kız ayrımı beyaz-siyah kadar keskindir, kızlık zarı yüzünden nice canlara kıyılır. Ama olsun ana-bacı dendi mi, akan sular durur. En ağır küfürlerde kadınlık organı başroldedir ebelerle beraber. O zaman kimsenin yüzü kızarmaz.
Tepki göstermek için bir yerlerden başlamak, üstelik de bunu tüm dünyada yaygınlaştırmak önemli bir şey. Erkek çocuk doğurmadı, yemeğe tuz koymadı ya da sadece bir erkekle el ele görüldü diye dayak yiyip öldürülen; işyerinde, yolda, sokakta taciz edilen; güvenli sandığı evinde babası ya da akrabası yüzünden enseste maruz kalan, mal gibi alınıp satılan, tecavüze uğrayan kadınların sesini duyuracak her şey küçücük de olsa bir adım... Bıyık buran, beynini bacak arasına sıkıştırmış bazı adamların davranışlarına dur demek için bir umut... Böyle şeyleri gazetelerde görünce sayfayı çeviren, televizyonda görünce kanal değiştiren, bunları kanıksayan hemcinslerine bir tokat olur belki de kampanya.
Destek veren Jane Fonda şunları söylemiş:
“Ayağa kalkıyorum çünkü; annem 8 yaşındayken cinsel şiddete maruz kaldı ve bu hayatı boyunca ona zarar verdi. Hayatı boyunca tam olarak sevemedi ve suçlu hissetmesine engel olamadı.. ve 42 yaşında intihar etti... Ayağa kalkıyorum çünkü; çoğunluğu cinsel şiddete maruz kalmış genç kızlarla çalışıyorum. Ayağa kalkıyorum çünkü; bunu durdurmak zorundayız. Kadına karşı şiddet bittiği zaman dünyadaki her şey değişecek.”
Kampanyanın tanıtımı için hazırlanan kısa film aşağıda:
Bu da kampanyanın şarkısı, Break the Chain (Zincirini Kır):
"Kollarımı gökyüzüne kaldırıyorum
Dizlerimin üzerinde dua ediyorum
Artık korkmuyorum
O kapıdan yürüyerek geçeceğim
Yürü, dans et, ayağa kalk
Hepimizin yaşadığı bir dünya görebiliyorum
Güvenli ve tüm baskılardan özgür
Daha fazla tecavüz, ensest ve taciz yok
Kadınlar, sahip olunan bir şey (mülk) değildir
Bana asla sahip olmadın, beni tanımıyorsun bile, ben görünmez değilim.
Ben basitçe, harikayım.
Kalbimi ilk defa ayaklanıyor hissediyorum. Canlı, harika hissediyorum.
Dans ediyorum çünkü seviyorum.
Dans ediyorum çünkü hayal kuruyorum.
Dans ediyorum çünkü yeterince şey yaşadım
Çığlıkları durdurmak için dans et
Kuralları yıkmak için dans et
Acıyı durdurmak için dans et
Bunu altüst etmek için dans et
Artık zinciri kırmanın zamanı
Zinciri kır
Dans et, ayağa kalk
Bu çılgınlığın ortasında ayağa kalkacağız
Daha iyi bir dünya var, biliyorum.
Kardeşlerini al ve uzat elini her kadın ve genç kıza
Bu benim bedenim, benim bedenim kutsaldır
Daha fazla bahane yok, daha fazla taciz yok
Bizler anneyiz, bizler öğretmenleriz
Bizler güzel yaratıklarız
Kardeşim, bana yardım etmeyecek misin?"
İlgili haber için buraya da tıklayabilirsiniz. Bu, hayatınızda ettiğiniz en anlamlı dans olabilir.
Kampanyayı yürüten www.onebillionrising.org'un sloganı şöyle:
"Dünyada her üç kadından biri, hayatında bir kere şiddet görüyor ya da tecavüze uğruyor."
"Bir milyar kadının haklarının ihlal edilmesi gaddarlıktır."
"Bir milyar kadının dans etmesi devrimdir."
Sitede “Ayağa kalkıyorum çünkü” başlığı altında, insanların neden ayaklandıklarını anlatan yazılara ve videolara ulaşıyorsunuz. Sizin için ayrılan kısımda paylaşımda bulunabiliyorsunuz.
Şimdiden bıyık altından gülenleri, ciddiye almayıp "Amaan nolacak bunların dansından!" diye küçümseyenleri görebiliyorum. Ama dilerim "1 Billion Rising" (1 Milyar Ayaklanma) kampanyasına destek çığ gibi büyür ve dans ederek de ayaklanılabildiğini gösterir kadınlar. 14 Şubat'ta kampanyaya ben de destek vereceğim, o gün yaklaştıkça tekrar hatırlatmak için bir şeyler yazarım elimden geldiğince.
"Ayağa kalkıyorum çünkü, gerçek erkekler tecavüz etmez"
Bizim ülkemizde kadınların nasıl doğuracağına, kaç çocuk yapacağına, kadınlık organlarını nasıl adlandıracaklarına koca koca, bıyıklı adamlar karar verir. Ama kadını öldüren kocaya, sevgiliye pek bir şey yapılmaz. Kadınlar sokak ortasında dövülür, kimsenin gıkı çıkmaz. Kuzenleri tecavüz eder, amcaları namusu kirlendi diye öldürür, töreyle temizlenir namus. Berdel diye adetler vardır, 3 sığıra 2 keçiye çocuğu ya da dedesi yaşında erkeklerle evlendirilir kadınlar. Kadın-kız ayrımı beyaz-siyah kadar keskindir, kızlık zarı yüzünden nice canlara kıyılır. Ama olsun ana-bacı dendi mi, akan sular durur. En ağır küfürlerde kadınlık organı başroldedir ebelerle beraber. O zaman kimsenin yüzü kızarmaz.
Tepki göstermek için bir yerlerden başlamak, üstelik de bunu tüm dünyada yaygınlaştırmak önemli bir şey. Erkek çocuk doğurmadı, yemeğe tuz koymadı ya da sadece bir erkekle el ele görüldü diye dayak yiyip öldürülen; işyerinde, yolda, sokakta taciz edilen; güvenli sandığı evinde babası ya da akrabası yüzünden enseste maruz kalan, mal gibi alınıp satılan, tecavüze uğrayan kadınların sesini duyuracak her şey küçücük de olsa bir adım... Bıyık buran, beynini bacak arasına sıkıştırmış bazı adamların davranışlarına dur demek için bir umut... Böyle şeyleri gazetelerde görünce sayfayı çeviren, televizyonda görünce kanal değiştiren, bunları kanıksayan hemcinslerine bir tokat olur belki de kampanya.
Destek veren Jane Fonda şunları söylemiş:
“Ayağa kalkıyorum çünkü; annem 8 yaşındayken cinsel şiddete maruz kaldı ve bu hayatı boyunca ona zarar verdi. Hayatı boyunca tam olarak sevemedi ve suçlu hissetmesine engel olamadı.. ve 42 yaşında intihar etti... Ayağa kalkıyorum çünkü; çoğunluğu cinsel şiddete maruz kalmış genç kızlarla çalışıyorum. Ayağa kalkıyorum çünkü; bunu durdurmak zorundayız. Kadına karşı şiddet bittiği zaman dünyadaki her şey değişecek.”
Kampanyanın tanıtımı için hazırlanan kısa film aşağıda:
Bu da kampanyanın şarkısı, Break the Chain (Zincirini Kır):
"Kollarımı gökyüzüne kaldırıyorum
Dizlerimin üzerinde dua ediyorum
Artık korkmuyorum
O kapıdan yürüyerek geçeceğim
Yürü, dans et, ayağa kalk
Hepimizin yaşadığı bir dünya görebiliyorum
Güvenli ve tüm baskılardan özgür
Daha fazla tecavüz, ensest ve taciz yok
Kadınlar, sahip olunan bir şey (mülk) değildir
Bana asla sahip olmadın, beni tanımıyorsun bile, ben görünmez değilim.
Ben basitçe, harikayım.
Kalbimi ilk defa ayaklanıyor hissediyorum. Canlı, harika hissediyorum.
Dans ediyorum çünkü seviyorum.
Dans ediyorum çünkü hayal kuruyorum.
Dans ediyorum çünkü yeterince şey yaşadım
Çığlıkları durdurmak için dans et
Kuralları yıkmak için dans et
Acıyı durdurmak için dans et
Bunu altüst etmek için dans et
Artık zinciri kırmanın zamanı
Zinciri kır
Dans et, ayağa kalk
Bu çılgınlığın ortasında ayağa kalkacağız
Daha iyi bir dünya var, biliyorum.
Kardeşlerini al ve uzat elini her kadın ve genç kıza
Bu benim bedenim, benim bedenim kutsaldır
Daha fazla bahane yok, daha fazla taciz yok
Bizler anneyiz, bizler öğretmenleriz
Bizler güzel yaratıklarız
Kardeşim, bana yardım etmeyecek misin?"
İlgili haber için buraya da tıklayabilirsiniz. Bu, hayatınızda ettiğiniz en anlamlı dans olabilir.
3 Ocak 2013 Perşembe
2013 başlasın!
İzmir'e kaçış, yılın ilk ve son günü dahil 4 günlük kaçamak sona erdi. Şimdi ise İstanbul ve ofis... Güzeldi. Bu kadarcık zamana Saçaklı Hanım'la ikinci görüşmeyi, Almanya'da yaşayan arkadaşımla buluşmayı, arkadaşlarla balkon sefası yapmayı, annemin nefis yemeklerini, Bostanlı'da bol bol aldığım deniz havasını sığdırabildim.
Yeni yıldan beklentiler saymakla bitmez elbette, herkeste farklı bir umut. Ben en çok, sağlık diliyorum sevdiklerim için. Mutluluk ve huzurla, dostlarla daha sık görüşebilmeyi de ekliyorum peşinden. Daha çok kitap okuyabildiğim, daha çok seyahat edebildiğim bir yıl olur umarım. Yoda'nın geçirdiği kazadan sonra kuzucuklarıma da sağlık diliyorum. Kedi gırıltılı bir yıl olsun!
Yeni yıldan beklentiler saymakla bitmez elbette, herkeste farklı bir umut. Ben en çok, sağlık diliyorum sevdiklerim için. Mutluluk ve huzurla, dostlarla daha sık görüşebilmeyi de ekliyorum peşinden. Daha çok kitap okuyabildiğim, daha çok seyahat edebildiğim bir yıl olur umarım. Yoda'nın geçirdiği kazadan sonra kuzucuklarıma da sağlık diliyorum. Kedi gırıltılı bir yıl olsun!
Denizinde pelikan gezen, havanın Aralık sonunda bile 21 derece olduğu, ağaçların ise yılbaşı
süsü yerine mandalinayla kaplandığı İzmir; seviyorum seni! Eh, büyük ikramiye çıkmasa da, 30 TL de fena değil. Herkesin beklentilerinin gerçekleştiği bir yıl olsun!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)