18 Ocak 2014 Cumartesi

Cumartesi güneşi, Peace Love & Misunderstanding

Sabahın 8'inde nedensiz bir enerjiyle uyandım. Evi toparladım, temizledim; kedilerle oynadım filan. Kahvaltıya vakit bulamadan çıkıp ofise geldim. Bu hafta, Cts nöbeti bendeydi. Halıları yıkamışlar, tadilat var, ortalık darmaduman; neyse ki fazla uzun kalacak değilim. Müzik dinleyerekten birkaç işimi halledip çıkacağım. Kimse yokken ofiste çalışmak hoşuma gitti aslında. Sakin... Ama hava da burada harcanamayacak kadar güzel, güneşli. Hem hafta sonu da haftada bir kere geliyor. Çıkışta arkadaşım E ile buluşacağım. Yoda-Obi onu pek özlemiş.

Kitap okumaya çalışıyorum bir yandan, arkadaşımın hediyesi Zadie Smith'in "İnci Gibi Dişler"i biraz sürünüyor elimde. Pek vakit bulamadığımdan. Biraz da tasvirler pek uzun olduğundan. Hatta "Olmayan Kelimeler" ajandasında şöyle bir tanıma rastladım, hah dedim, isabet!


"Histerik gerçekçilik: Aşırı uzatılmış, gürültülü; hummalı bir eylemlilik, tuhaf karakterler ve ana hikayeden uzun uzun sapmalarla dolu edebiyat türü. İlk kez James Wood, Kasım 2000'de Zadie Smith'in 'İnci Gibi Dişler'i için Prospect'teki yazısında kullanmış."

Robinson'dan paketim pazartesi gelirse, arada Melisa'nın kitabına da başlayabilirim gibime geliyor. Daha sırada Ayfer Hanım'ın son romanıyla, ne zamandır elimde dolanan Alice Munro var. Bir kitap açgözlülüğü var bu ara sanki bünyede, evde de biriktiler. Neyse, sıra gelir elbet.

İhsan Oktay Anar'ın da yeni kitabı "Galiz Kahraman" da çıkmış; en sevdiğim yazarlardan. Ve en gizemlilerinden :) Salinger gibi huysuzluk boyutunda olmasa da mütevazı kişiliğini ve gizemini seviyorum, "Puslu Kıtalar Atlası"nı ilk okuduğumda feleğim şaşmıştı benim. Hediye gelen "Yedinci Gün" de evde sırada.


Ofiste bir şeylerle uğraşırken, geçen akşam izlediğim film geldi aklıma. Açtım, müziklerini dinliyorum internetten. Salonda kartpostal yazarken bir yandan da televizyondaydı gözüm. Hippi kılığında bir Jane Fonda görür gibi oldum. Bir de şahane gülümseyişiyle Jeffrey Dean Morgan belirince ekranda, film daha çok ilgimi çekti ne yalan söyleyeyim :) Orta yaşlarına yaklaşmış avukat bir kadın, boşanma arifesinde iki çocuğuyla hippi annesini Woodstock'taki çiftliğinde ziyarete gidiyor.

Aslında annesiyle tuhaf bir ilişkileri var; çünkü daha çok kadın anneymiş de annesi de onun ergen kızı gibi. Ot satmaktan hapse giren anne, onu çıkaran avukat kızı... Araları haliyle limoni, kadın birçok şey (sorumsuzluğu, ilgisizliği, saçma sapan davranışları vs) için annesini suçluyor. Anne ise artık onu cezalandırmaktan vazgeçmesini (20 sene görüşmemişler) ve biraz rahat olmasını istiyor filan...

Torunlar bu durumdan pek şikayetçi gibi görünmüyor tabii. Biri film çekme derdinde ergen bir oğlan zaten. Eh, eğlenceli, kafa bir anane! Ben o yaşta kafamda o kadar saç olmasını isterdim mesela. Bir de o kadar neşeli olabilmek hiç fena olmazdı hani. Her şeyi açık açık konuşabildikleri, onlara "Ne, daha kız arkadaşın yok mu? Nerede yaşıyorsun sen?" filan diyor. Bizde abiler amcalar filan, daha utandırıcı bir şekilde soruyorlar bu soruyu oğlan çocuklarına...

Adı Peace, Love & Misunderstanding'miş. Böyle arıza, enteresan şahsiyetlerden oluşan aileli  filmleri seviyorum. "Little Miss Sunshine"daki aile gibi. Benim ananem gayet tonton, normal bir anane mesela. Sürekli "Ay çok hastayım, bugün bi fenalığım var" diyen ve nefis sütlaç yapan ananelerden.

Film eğlenceli, güzel vakit geçirtiyor. Güzel manzaralar, şirin evler, Woodstock filan var. Müzikleri de hiç fena değil. Merak ederseniz, bu da tanıtım şeysi:



2 yorum:

  1. İhsan oktay anarın kitaplarının hepsi birbirinden güzel ..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle, kitaplarıyla bambaşka dünyalar ve kapılar açıyor. Puslu Kıtalar Atlası'nı nefessiz okumuş, önüme çıkan herkese okuması için ciddi ısrar etmiştim.

      Sil