Cannes'da gurur, Köln'de utanç... Nuri Bilge Ceylan, "Kış Uykusu" filmiyle Cannes Film Festivali'nde büyük ödül olan Altın Palmiye'yi kazandı. 32 yıl aradan ve Yılmaz Güney'in "Yol"undan sonra yine bir Türk yönetmenin ellerindeydi ödül. Ceylan, "Yalnız ve güzel ülkeme"den sonra yine zarif ve duyarlı bir gönderme yaparak "Ödülümü son bir yılda Türkiye'de hayatını kaybeden gençlere ve Soma'da hayatını kaybeden madencilere adıyorum." dedi. Tüm TV kanallarımız, bu önemli başarının yaşandığı töreni 'canlı' vermek yerine nefret söylemiyle dolu bir siyasi şovu vermeyi tercih etti, neyse ki internet var. Videoyu eklemek istedim ama kimse Türkçe altyazı eklemeye gerek duymamış galiba, hepimiz Fransızca biliyoruz zaar...
Böyle şeyler de oluyor diye umutlanırken biz, bişbikinin Köln'de karşılaştığı halk protestoları, cevval konuşması kadar yer bulmadı basınımızda elbette. Alman basınındaki gazete patronlarına "Yav Hans, bu ne rezalet! Hassas dönemden geçerken bu tür yazılar olacak iş mi? Gereğini yapıver, hadi bakim!" denemediğinden olsa gerek, tepkiler büyüktü. "Hoş gelmediniz, burada istenmiyorsunuz!" diyorlardı. Gerçi burada da, neyse... Eurovision 2014 birincisi Conchita Wurst da kendisini protesto edenler arasındaydı.
Ki Wurst, eleştirdiği benzer zihniyet tarafından Balkanlar'daki sel felaketinin sorumlusu olmakla suçlanıyordu bir yandan. Bazı din adamları "Bu, Tanrı'nın bir uyarısı" diyorlardı. "Onun yüzünden oldu" Buna benzer bir abuk laf da 1999 depremi sırasında, "Gölcük'te içki içiliyor, fuhuş yapılıyordu; Allah cezalandırdı" şeklindeydi. Dünya acayip bir yer oldu hakkaten... Bu sakat zihniyet ürkütücü.
Artık "Bugün kime ne oldu, kim kimvurduya gitti, kim yok yere canından oldu, kim herkesin önünde aşağılandı?" diye uyanmak istemiyoruz güne. Nefret saçan kışkırtıcı konuşmalardan yorulduk. İnsan canının bu kadar kıymetsiz addedilmesinden, birçok suçun cezasız kalmasından, üstüne de mezhep çatışmasının körüklenmesinden yıldık. Tehlike büyüyor ve insanların duyduğu dehşet de öyle. Soma, peşinden Okmeydanı'nda olanlar... Az biraz izan, vicdan.
Öldürenin bırakın suçlanmayı sırtının sıvazlanmasından, öleninse öldüğüyle kalıp bir de üstüne azar yemesinden bıktık, umut etmek istiyoruz. Vicdan yoksunu kirli siyasetinizi, ayrımcı tavrınızı alıp gidin lütfen. Gölgeniz yordu. Işık lazım.
Ben ananemden Rumlarla, Ermenilerle, Musevilerle nasıl kardeş gibi yaşadıklarını; kandillerle paskalyalarda karşılıklı helva-çörek ikramlarını, güzel komşulukları dinleyip o günlerde yaşamayı dilerken, bu devirde tepeden gelen kibirle Alevi-Sünni çatışmasının acımasızca, tuhaf hesaplarla körüklenmesini anlayamıyorum.
1999 Depremini memleketim olan Gölcük'e 10 dk uzaklıktaki Karamürsel'de yaşadım. Bahsettiğin bu sakat zihniyete deprem sabahı daha gün yeni ağırıp, felaketin boyutlarını yavaş yavaş görmeye başladığımız anda şahit oldum. Karamürsel'i bilen bilir muazzam güzel bir sahil şeridi ve sıra sıra çay bahçeleri vardır. İşte bu bahçelerden biri olan Gençlik Çay Bahçesinde o zamanlar yeni moda olan ve İstanbul'dan uzakta yaşan biz gençler için pek bi kıymetli olan müzik kutusu vardı. Bu müzik kutusunun da hatırına ilçenin tüm gençleri özellikle de nispeten "Aydın" diyebileceğimiz bir kesim buraya takılır, sabahlara kadar müzikte sohbette kesilmezdi. Karamürsel'in mutaassıp olan %90 lık kesimi buna Pek bi sinir olur sürekli kapatılması için belediyeye şikayet ederdi. İşte deprem sabahı sahildeki hastaneye gittiğimizde sadece o çay bahçesinin içinde oturmakta olan birçok gencide yanına alıp denize sürüklenmesine sözüm ona akça pakça sakallı bir amcanın " burda beynamazlar sabaha kadar yiyişiyorlardı bak gördünüzmü bu yüzden takdiri ilahi sadece bu çay bahçesini denize vurdu" şeklindeki yorumu bizlere deprem anındaki şokun mislini yaşatmıştır. Evet umut etmek istiyoruz istiyoruz da bırak umudu isteğimiz bile günbegün azalıyor..
YanıtlaSilBiz okulun fotoğraf kulübündeki arkadaşlarla gitmiştik, orada şahit olduğum şeyleri yıllarca unutamadım. Orada çektiğim fotoğraflara bir daha hiç bakamadım. Giysi kuyrukları, yemek kuyrukları, elinde fotoğraf yakınlarını soranlar, o mezarlar... o insanların çaresizliği korkunçtu.
SilÇay bahçesinden bile rahatsız olmak, çok fena. Yazık, zavallılık. Ne kadar vicdansızlar yahu! E hani nerde hoşgörü, yaratılanı Yaradan'dan ötürü hoş görmek?? Değirmendere miydi, lunaparktaki Ballerina da denizin ortasındaydı; o da eteğini açtığından zaar, tanrının gazabına uğramış!