17 Ağustos 2011 Çarşamba

Hep o tarih

O gün yine geldi… Üstünden 12 yıl geçmiş. Her seferinde şaşırıyorum. Telaşımdan eskisi gibi günler öncesinden fark etmeyeceğimi düşünüp takvime bakmasam da, televizyondaki görüntülere yakalandım. NTV, Çınarcık’ın deniz dibinden görüntülerini yayınladı dün akşam. Kumandayı bulup kanalı değiştirene kadar gördüm göreceğimi.
 
Düşündüm yine… Acının taze olduğu zamanı. Öleceğimi sanmıştım. Aklımı yitirmekten korkmuştum. Evet, 21 yaşımın ortasında taş gibi duran acının, zamanla etkisini yitirdiğini fark ettim bugün. 12 yıldan sonra hafiflediğini, cız ettiren bir sızıya dönüştüğünü… Yılları saydım hep, 4-5-7-10 derken… sonrasını bıraktım. Hiç bitmeyecekmiş gibiydi çünkü. Evet, ben birini kaybettim ama giden, binlercesi… Binlerce hayat, binlerce kahkaha, binlerce gelecek sona erdi. Gitti. Binlerce ışık söndü. Sonrasında ne değişti? Bence hayat adına hiçbir şey. Giden gitti, kalanlar kolu kanadı kırık kaldı ama devam etmeye çalışıyor. Hep yazarak hafifletmeye çalıştım o acıyı. Kimi zaman Küçük Prens bile bazı satırlarıyla içimi ezdi… Dedim ki, yazarsam bu zehir akar gider. Dedim ki büyümek böyle bir şeymiş.                     Bunları yazmışım bir köşeye bir tarihte:     "21 yaşımın ortasında taş gibi duran kocaman acı, 10 yaşına bastı... Ben büyüdüm, o da büyüdü. Bazı yerlerden geçemedim, o da geçmeden gizlendiği köşede bekledi. Vazgeçmedi. Tökezledim. Durdu. İzledi. Güçten düştüm, 'Dayanamam, bırak beni' dedim, yılmadı. Bıkmadı, usanmadı. Biraz küçüldü sanki. Ya da bana öyle geldi.  Alıştım mı? Belki de. O da bana alıştı. Biliyor ne zaman usulça içeri süzüleceğini. Artık benim parçam oldu. Bugün çıktı yine köşesinden. Doğruldu yavaş yavaş. Gözümün kenarında duruyor aşağı yuvarlanmajk için, içimin bir köşesinde dikiliyor her seferinde kabarmak için..."       
Sonra şöyle demişim:             
"Bazen diyorum ki, 'Neden içimde bir sıkıntı var durduk yere?' Sonra bakıyorum takvime... Diyorum, 'Demek 1 yıl daha geçmiş...' Olur da şuursuzca gülümsüyorsam, bir anda donuveriyor suratımda. Ömürler geçiyor. Ve bu tarih, taş gibi duruyor hayatın ortasında bir yerde, tüm ağırlığıyla... Kelimeler, isimler, anılar, kokular, yüzler, şarkılar ortalıkta uçuşuyor. İzmit, Değirmendere, tahta heykeller, dev bir muma benzeyen Tüpraş, sahil; sonra kırılmış bir gitar, yan çadırdaki bebek çığlığı, denizdeki ağaçlar, dönmedolap, parçalanmış bir fotoğraf, bir avizenin parçası ve smile... Biliyorum, ordasınız."
 
Bugün artık hissediyorum, sanırım o taşı kaldırdım hayatımın ortasından. Ya da alıştım, kabullendim. Yükü indirdim sırtımdan yere. Büyüdüm, olgunlaştım belki. Bilmiyorum. Ama eskisi kadar acıtmıyor. Hayatımı paylaşmaya karar verdiğim kişi sayesinde onardım belki de kırık dökük yerleri…  Gidenlere huzur, kalanlara sabır dileyebiliyorum sadece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder