Sonunda bu akşam gidiyoruz İzmir'e. Ay, ergenler gibi heyecanladım. Aile saadeti, memleket hasreti; hepsi bir arada...
Arkadaşları görmek, iki muhabbetin belini kırmak da mühim elbet. Ofisten 4 gün uzaklaşmak hele, aşkların en güzeli yarebbim! Oksijen molası olacak yorgun bünyeye.
Oyh, hafifmuzik.org'ta görünce "Pulp da geliyormuş İstanbul'a!" diye sevindim. Fermina Daza yazmış ama ben de sevincimi gizleyemeyeceğim için yazacağım.
RHCP, Morrissey... Hangi birine yetişelim! Konser parasına mı çalışalım? Geçen gün Mehmet Tez yazmıştı, bu yazki konserler/festivaller kaça patlar diye... Faidelenmek lazım. Kaça çıkarız hakkaten bu yaz, ona göre kedili kumbaranın içini boşaltacağım.
Geçen seneki Efes One Love pek lezizdi, bu senekine de gitmeli; çimlere serilmeli... Kombine 84 TL imiş.
Hafta sonu bitti. Bitiverdi. Dün de ucundan çalışmama rağmen, bugün pazartesi gibi geldi bir an. Neler oldu... Fermina Daza ile kocası geldi, kedi sevdiler, yemek-şarap-kahve tükettik, sonra Ali Usta dondurması... Yeniköy-Bostancı-Moda üçgeninde geçiverdi 3 gün. Güzeldi.
Ucundan çalışmanın karşılığı olarak haftaya 4 gün İzmir'de olacağız. Karma ucundan da olsa, olmalı yani şu hayatta di mi? Zira bu havalarda pek güzel olur İzmir, ama anne dizinin dibi hepsinden güzel. Arkadaşlar program alternatiflerini yollamış bile, ne kaldı şurada cumaya, ha gayret :)
Bence kışlıkları kaldırmanın vaktidir; Yaşar Usta incirli, armutlu, tahinli dondurmasını yaptıysa bahar gelmiş demektir.
Deniz kıyısı bir yerlere gidip şu velet fil gibi oynamak istiyorum!
Bazen böyle çok uzaklara gitmek istediğinde insan, oradaymış gibi hisseder hani kendini... Deniz kıyısı ise hayalindeki, dalgaların sesini duyar gözlerini kapatınca; sonra havadaki iyot kokusu gelir burnuna... Hah, işte o haldeyim, denizim geldi haanım!
Her sene 23 Nisan'ı Toskana'da kutlarız, bu sene bir aksiliktir oldu işte... Çocuklar, bayramınız kutlu olsun! Beni dinleyin, hiç büyümeyin. İş-miş, itiş kakış iş hayatı; pek sevimsiz bir şey bazen büyümek.
O ka mesudum ki cuma diye, o kadar olur... Sineğin biri kulağımın dibinde "Pazartesi (23 Nisan) birisi nöbetçi kalsın ofiste" dedi ama hiç umursamadım, vız vız, voz voz...
Al bir eğlenceli grup daha. Tiplerin (neredeyse) hepsinin gözlüklü olduğunu görünce, hah dedim; kesin fen lisesinden arkadaş bunlar. Drunken Barn Dance, deneysel- folk-indie takılıyor. Michigan menşeili bir grup. Albümlerini daha çok dijital yayınlamayı tercih ediyorlar. İki albümleri var: Grey Buried ve Drunken Barn Dance. Web siteleri Myspace Blogları
Cotton Jones, Michael Nau ve Whitney Mcgraw'dan oluşan bir Indie-Rock grubu. Memleketleri Maryland. Müzikleri bana biraz nostaljik geldi, ama hoşuma da gitti. Böyle paso eğleniyorlarmış, kafa insanlarmış diye düşündüm. Aşağıdaki geyikli fotoğraf da hislerime tercüman olur sanırım.
The Cotton Jones Basket Ride EP (2007)
The Archery EP (2008)
The River Strumming (2008) Rio Ranger EP (2009)
Paranoid Cocoon (2009) Laminar Excursion Monthly #13 (2010) Tall Hours in the Glowstream (2010) Sit Beside Your Vegetables (2011)
Bugün, bu işyerindeki 2. yılım. Arkadaş "E bi pasta alırsın artık bize" dedi. "Valla bu ka sabrettiğim için siz bana kesin pasta" dedim kendisine.
Ofis ortamları pek hoşlanılacak ortamlar olmaz genellikle. Hele kadınlar çoğunluktaysa... Feministler bozulmasın ama hemen gruplaşmalar, "Çay içelim" diye kenarda köşede toplaşıp fısıldaşmalar... Olan bu maalesef. Ben zaten çay da sevmem pek.
Ama en güzeli, umursamadan kulakta müzik takılmak; akşamları da eve, beye ve kedilere gitmenin hafifliğiyle ortamdan uzamaktır. Alttaki de Einstein'in ofisiymiş. Yıl 1955.
En son ne zaman kütüphaneye gittim diye düşündüm şu alttaki resmi görünce... Sanırım üniversite tezim içindi. Oysa eskiden pek severdim kütüphaneleri, sadece artık gitmiyorum; yoksa hala seviyorum.
Bir ara, ben ilkokuldayken otobüs kütüphaneler gezerdi İzmir mahallelerinde. Yazın o sıcak, tozlu günlerinde eğlenceli tek şey onların gelişiydi. Üye kartı verirlerdi, haftaya yine geldiklerinde okuduğun kitabı verip yenisini alırdın. (Hatta o zaman Migros'un da böyle bir otobüs marketi vardı. Böyle anlatınca kendimi haminne gibi hissettim ama valla vardı yani...)
Sabah puslu, sinsi; öğlen anormal sıcak olan hava normal değilmiş.
Lodos yüzünden fırtına çıkmış İstanbul'da, Boğaz Köprüsü sallanıyor diye trafiğe kapanmış, tırlar devrilmiş, Nişantaşı'nda camlar inmiş, çatılar ve ağaçlar uçmuş... Gökyüzü toz bulutuyla kaplanmış. (-mış diyorum, ofisten muhabirlik bu kadar oluyor, kafamı dışarı bile çıkaramadım)
Neler oluyor yahu, ne biçim hava bu böyle!
Gideyim de evceğizime sağ salim, oy oy... Beye balkondaki ıvır-zıvırı içeri almasını ve camları açık bırakmamasını söyleyebildim. Akşama gideceğimiz yeri de iptal ettik, yarın öğlene kadar fırtına devam edecekmiş...
Konu İstanbul olunca, lodos fırtınası görüntüleri bile Holywood filmlerini andırıyor.
Gelişmeler Cnntürk'te.Bakınız. Ofistten bildirebildiğim kadarıyla durum nahoş stop. Allah muhafaza stop.