Dün akşam bir film izledik televizyonda, bazı sahnelelerde resmen sinirim bozuldu; hayatım kaydı. Filmin adı The Lovely Bones. Alice Sebold'un best seller romanından 2009'da uyarlanmış. En sonda ismini görünce şaşırdım, yönetmeni Peter Jackson. Yapımcı olarak Steven Spilberg de vardı sanırım. Susan Sarandon, Mark Wahlberg, Rachel Weisz oynuyor. Başroldeki şeker kız ise Saoirse Ronan.
Film, içimi kıydı. Bazı yerlerde "Kaç kaç, çabuuk!" diye yerimde zıpladım. Ne zamandır bir filmde bu kadar gerilmemiştim. Konusu özetle şöyle, 14 yaşında bir kız (Susie Salmon); sapık bir seri katil tarafından öldürülüyor ve biz ölümünden sonra olanları kızın gözünden izliyoruz. Ailesini, katilini... hepsini. Kız, ailesini ve onların yaşadıklarını öteki dünyadan görüyor. Ama elinden hiçbir şey gelmiyor, hiçbir şey yapamıyor. Çaresiz. Cennete de gidemiyor, arafta kalakalıyor. Öldüğünü fark etmesi bile zaman alıyor.
"My name was Salmon, like the fish; first name, Susie. I was fourteen when i was murdered on December 6, 1973.""
Onu öldüren sapık, ailesinin dibinde çünkü komşuları. "Yaptıkları yanına kalacak mı bu hayvanın?" diye insanın içi içini yiyor...Ve o kızın öldüğünü anlamama, arafta kalma hali çok fenaydı. Ailesinin çaresizliği, dağılmış hali...
Daha çok, sapık seri katil herifler tarafından dünyanın dört bir tarafında öldürülen küçücük kızları görmek ve onların sadece filmlerde olmadığını bilmek fenaydı. Gencecik yaşta koparıp alıyorlar onları hayattan. Bu kızların çoğunun cesedi bulunamıyor bile. Ruhları o yüzden huzur bulamıyor belki de. Of... Çok korkunç. Film, bana "The Fountain"i hatırlattı, belki başrolde yine Rachel Weisz var diye.
Ölümden sonra hayat meselesi, sevdiğim birini gencecik yaşta kaybedince aklıma düşmüştü. Hakkında kitaplar okuduğum ve bir ara kafayı yediğimi düşündürten bir mevzuydu. "Gerçekten bizi görüyorlar mı, biz onları hissedebilir miyiz?" vs vs... İnsan o gidiş, yok oluş ya da boyut değiştirme hali, adı her neyse; bunu kabullenemiyor. Bir iletişim kurma yolu bulmak ya da onun başka bir yerde, başka bir şekilde var olduğu düşüncesiyle avunmak istiyor.
Yani akşam akşam, mahvettin beni be Peter Jackson...
Bu şarkıyı da pek severim, film soundtrack'inde yoktu sanırım; ama uyarlamışlar.
yaaa! naaptın amaaa! "güzel bir görsel şölen de var sanırım onun hatrına izlerim" diye düşünürkeeeen koşturmaca başladı... merak ettim bi kere... izlicem, gerilcem def gibi olcam :))
YanıtlaSilböyle filmler beni hem sinirlendiriyor hem de üzüntüden ağlatıyor...
YanıtlaSil