12 Ocak 2014 Pazar

Tuhaf kelimeler sözlüğü ve Dünya Ağrısı

Sanatblog, severek takip ettiğim bloglardan biri. Çok ilginç şeyler öğreniyor, keşfediyorum  sayesinde. Beğeniyorum evet. En ilginç bulduğum yazılardan birisi de buydu.

The Project Twins, İngilizcenin pek de kullanılmayan, bir köşede unutulmuş kelimelerini çizimlerle karşılayan görsel bir sözlük oluşturmuş. Bir illüstrasyon alfabesi. Bu durumları karşılayan tek bir kelime olması bile yeterince acayip. Düşündüm de, bizde böyle kelimeler ne olurdu acaba?

Benzer bir postu sonra şurada da gördüm, hoşuma gitti. Jayus (Endonezce?)=Fıkra komik olduğu için değil de, hiç mi hiç komik olmadığı ve çok kötü anlatıldığı için gülme durumu.
Waldeinsamkeit (Almanca)=Ormanda tek başına, doğaya yakın ve yalnız olma hissi.

Bir ara, Penguen'in mi Leman'ın mı unuttum, Ayrıntılar diye bir köşesi vardı. Hayatın içinden insanı sinir eden, zorlayan minicik ayrıntıları yazardı. Okurlar da kendi gözlemledikleri ayrıntıları gönderirdi. Başta boş gibi gelse de, herkesin başına gelen ama kimsenin üstünde 30 saniyeden fazla durmadığı saçma şeylerden oluşan koca bir liste olurdu. Aklıma o geldi nedense.
 
Acersecomic
Saçını hiç kestirmemiş kişi.

'Orta parmağın uç noktası'nı ya da 'saçını hiç kestirmemiş kişi'yi karşılayan kelimeler varmış İngilizcede. Çok acayip. Bu kelimelerin varlığı yetmezmiş gibi, birisi de üşenmemiş bunları görselleştirmiş. 

Buna ancak gözlerimi kırpıştırarak, sıkıcı ofis ortamında mümkün olabildiğince büyük bir heyecanla el çırpıyorum içimden. Bunu da karşılayan bir kelime olsaydı misal? Ya da sevdiğin biri hayatını kaybettiğinde, onun yaptığı en ufak mimiğin bile gözünün önünden gitmemesini, gülümsemenin gözyaşına karışmasını karşılayan bir sözcük var mı? Mesela onun sevdiği aslanlı şempanzeli belgeselleri izlerken hüngür hüngür ağlamayı anlatan bir sözcük?

Nazar etmenin karşılığı Jettatura. Trash metal grup ismi gibi.

Jettatura
Nazar etme.
Şu kelime ilgimi çekti. Infandous. "Üzerinde konuşulması mümkün olmayan veya söylenmesi iğrenç olan şey." demekmiş. Böyle hasıraltı edilen, herkesin bildiği ama kimsenin dillendirmeye cesaret edemediği iğrenç/korkunç şeyler... Bizde buna karşılık gelebilecek kocaman ve yürek paralayıcı bir sürü şey var; çocuk gelin (ki pedofili daha doğru), töre/namus cinayeti, ensest gibi... Görsel, çok basit ve sade bir şekilde anlatmış.

Infandous
Üzerinde konuşulması mümkün olmayan veya söylenmesi iğrenç olan şey
 Mesela bu aralar tam da alttaki gibi hissediyorum:

Yonderly
Zihnen veya duygusal olarak uzakta olan; dalgın.
Bazen de böyle hissettiğim, kalemimin/klavyemin kustuğu anlar oluyor:

Scripturient
Şiddetli bir yazma arzusuna sahip olmak.
Ama uzun bir süredir amaçsızca gezmek istediğimden, şu iki görseli de hayli yakın buldum kendime:

Montivagant
Dağ tepe dolaşmak.
Xenzation
Bir yabancı olarak gezme eylemi.
Via

Ayfer Tunç'un yeni romanı "Dünya Ağrısı" 14 Ocak'ta çıkıyormuş, sevindim bu habere. Ayfer Hanım'ı da, yazdıklarını da severim. Yapı Kredi Kültür Sanat'ta çalışırken, toplantılarda yakından gözlemleme şansı bulduğum güzelim dolma kalemleri, defterleri, inci gibi yazısı pek hoşuma giderdi. Sohbeti keyifli, Ahmet Hamdi Tanpınar hayranı, sıcak sesli bir kadındır. Bir de annemin adaşıdır. Hayli zaman oldu görüşmeyeli, uzun sarı saçlarını kısacık kestirmiş; çok farklı olmuş.

"Taş-Kağıt-Makas"ını sevmiştim. "Memleket Hikayeleri", "Ömür Diyorlar Buna", "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek" kitaplarını da. altkitap'tan da takip ediyordum yazdıklarını.

Yazarlıkta 25. yılıymış bu yıl, ben anadolu lisesine başlarken o ilk kitabı "Saklı"yı yayımlamış. Yazmak içinse  şöyle demiş sitesinde, sevdim tanımlamasını:

"Yazar, her an girecek bir beden arayan huzursuz ruhtur, tıpkı Baudelaire’in söylediği gibi, gönlünce kendisi veya başkaları olabilen kişidir. Yazıyorum, çünkü bana bahşedilen tek bir hayatla yetinemiyorum, aynı anda ben ve başkaları olmak için yazıyorum. 
 
Hayat iki büyük yalnızlık olan doğum ve ölüm arasındaki kısa maceradan ibarettir, insanın hikayesi ise varlığımızı oluşturan bütünden kopmanın hikayesidir. Bir bedenden doğarak en büyük bütünden koparız, macera başlar. Ölümün bizi beklediği yerde macera tamamlanmıştır.”

"Dünya Ağrısı"ndan bir kuple:

Böyle bir şehirde sır saklamanın imkânsız olduğunun farkında değil. Öğrenecek elbet, bir gün şehir dediği şeyin birbirini gözleyen sayısız gözden ibaret olduğunu o da anlayacak. Ama buna çoktan alışmış olacak ya da daha fenası başkalarını gözleyen sayısız gözden biri haline gelecek. Babamın oğlu o olmalıydı diye düşünüyor, ben, oğlum gibi bir oğul olsaydım babam mutlu ölürdü; oğlum babamın istediği gibi bir oğul olduğu için ben mutsuz öleceğim.

16 yorum:

  1. O bahsettiğin kelimenin adı "keder" işte, başka ne olacak...
    Ayfer Tunç'a gelince, deli gibi seviniyorum yeni kitabına. Şubat ayı Bibliyomanyaklar kitabımız olacak.
    Ben onu yıllar önce şimdi artık olmayan Simavi Yayınlarında basılmış "Kapak Kızı" ile tanımıştım. Adının çağrıştırdığı anlamın dışında çok güzel bir kitaptı, sonra Ömür Diyorlar Buna ve Bir Maniniz Yoksa'yı okumuştum. Bir Maniniz'den sonra mail atmış, kutlamış ve kitapta gözüme batan 1-2 yanlışı düzeltmiştim. Ben olumsuz tepki beklerken çok güzel bir yanıt vermiş, ilk kez tüm kitaplarını okuyan bir okura rastladığını söylemiş (o zamanlar çok yeniydi) ve hataları 2. baskıda düzelteceğini söylemişti. Bir süre mailleşmiştik, sonra da bir imza gününde uzun bir sohbetimizi olmuştu. Burnu Kaf dağında yazarların arasından samimiyetiyle sıyrılıyordu. Sonra da tüm kitaplarını su içer gibi okudum, herkes Yeşil Peri Gecesi'ne bayılır ama ben Bir Deliler Evi'ni unutamam. O yüzden Dünya Ağrısı'nı dört gözle bekliyorum. Hatta Bibliyo'da 400. takipçimize bunu armağan etmek gibi bir planımız bile var, bakalım gerçekleştirebilirsek.
    Sana güzel bir Pazar diliyorum canım ve sevgilerimi yolluyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Keder" değil mi, sanki taş gibi ağırlığı olan; daha başka bir kelime varmış gibi geliyor insana derinlerde; ama yok herhalde. Kelimelerin de yetişemediği anlar oluyor. Bu, onlardan biri.

      Bir hikaye hatırlıyorum, o mu anlatmıştı; bir yerde mi okumuştum unuttum... Gençken bir tren yolculuğu sırasında, karşısında oturan kadının elindeki kitabı çok merak etmesi, kadının ısrarla göstermezken onun da kapağı görmek için deli gibi uğraşmasıyla ilgiliydi sanırım.

      Eleştiriye tahammüllü, saygılı; keyifle sohbet edilebilecek bir kadındır. Evet, doğru kelime samimi. Onunla sohbet etmeyi özlediğim geldi kalıma. En son Kurtuluş civarında bir yerde yolda karşılaşmıştık. YKY'den ayrıldıktan sonra kitaplarına daha çok vakit ayırabildi, çok da şahane oldu bence. Bir Deliler Evi'ni okumadım galiba ben, okuyayım ilk fırsatta.

      Teşekkürler ablacığım, bugün okuyabildim anca. Ben de iyi haftalar diliyor ve sevgilerimi gönderiyorum.

      Sil
  2. çok ama çok ilginçmiş! bloga yeni bir post olarak mı atsam bunları acaba.

    dünya ağrısı'nı ben de heyecanla bekliyorum. yeşil peri gecesi kadar etkileyici olacak mı? birkaç güne çıkıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. benim de çok hoşuma gitti, aklımdaydı yazmak. üstüne de senin "kediler ve kitaplar"daki post'un gelince artık tamamdır dedim. araştırıp daha ilginç örnekler de çıkarırsın sen bence :)

      yarın çıkmış olacak evet, heyecanla bekliyorum. onun kadar etkileyici olur bence. sen taş-kağıt-makas'ı okumuş muydun, o da güzeldir.

      Sil
    2. yok; ben kapak kızı, yeşil peri, suzan defter, bir deliler evi, bunları biliyorum roman olarak. taş kağıt makas öykülerinden biri mi acaba?

      Sil
    3. "taş-kağıt-makas", ayfer tunç'un öykü kitaplarından birinin adı. can'dan da, yky'den de yayımlanmıştı. "suzan defter" ise bu kitabın içindeki öykülerden biri. "bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi" de roman kitabının adı. onu ben de okumadım, okuyacağım bir ara.

      Sil
    4. suzan defter ayrı bir kitap olarak yayınlandı iki sene önce, aynı isimle. benim taş-kağıt-makas'ı bilmeyip onu bilmemin nedeni bu. o kadar uzun bir öykü (novella?) ki ince de olsa bir roman olur, yeniymiş gibi baştan satar diye düşünmüş yayınevi belki de, bilemiyorum.

      Sil
    5. hm, o vakit ben onu kaçırmışım. yine can basmış. demek ki o öykü, toplama kitabın önüne geçmiş. yayınevinin pazarlama stratejileri değişebiliyor ya da yazarın tercihidir. ama her türlü okurum ben, dehşetli öyküler vardı o kitapta. tekinsiz, heyecanlı filan...
      ve evet, novella doğru kelime.

      Sil
  3. hangi yıldı hatırlamıyorum ama bir de metis'in bir ajandası vardı bu şekilde. pek eğlenceliydi okuması :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Metis'in ajandalarını uzun süredir alıyorum, bunu ya atlamışım ya unutmuşum. Bakayım evde. Onlar yazmalıktan çok, okumalık ajandalar zaten :) İlk iş gününde bol şans diliyorum sana bu arada :P

      Sil
    2. 2012 yılında çıkan ajandasıymış, "olmayan kelimeler" başlıklı. mesela ilk açışta gözüme yunanca bir sözcük ilişti, "ninesinin büyütüp, şımarttığı çocuk" anlamına geliyormuş :)

      Sil
    3. aa, var bende o. şuursuzluk işte, unutmuşum :) kedofili varmış misal içinde, "kedisever" manasında. sevdim bunu :))

      kapanış cümlesini de sevdim: "doğduktan sonra bebeğin attığı ilk çığlığın bir adı olmalı

      Sil
  4. ne güzel şeyler paylaşmışsın ne kadar lezzetli bir yazı okudum anlatamam. Benim de kelimelerle garip bir bağım var. Yetmediklerini hissederim hep hangi dilde bilmiyorum rüzgardan ters dönen şemsiyenin de bir ismi olduğunu duymuş ve hem bizde niye yok diye üzülmüş hem varlığına sevinmiştim Biz diline küskün bir milletiz tarihimizle ciddi sorunlarımız var çünkü diye düşünüyorum. Arap kökenli olduğumdan mı neden bilmiyorum arapçayı farsçayı daha bi benimserim hep. Bir yazımda da bahsetmiştim blogda. Onur Ünlü sormuş demiş ki 'keder ne güzel bir kelime değil mi?'

    Bence efkâr kederi döver sonra dağılan yakasını paçasını toplar üstünü başını düzeltir gider hicrânın önünde ceketini ilikler! Hicran en beteri! .... demiştim, böyle yazmıştım blogda. Yaşadığımız coğrafya bile etkiliyor dilin derinliğini, Her kelimenin hele ki duyguysa başka dilde karşılığı olması zor, özellikle farsça ve yahut arapçaysa... Acıyı haddinden fazla barındıran bir coğrafya olunca doğu ve ortadoğu lisanlarında bu duygunun tonunda milyon tane kelime bulursunuz. Acı her zaman aynı duyguları içermez. Kahır, elem, matem, gam, dert, efkar, keder, hicran, yas, gaile ve garaib sadece şimdi aklıma gelen bir kaçı ve hepsi aslında farklı türde acıları ifade eder. Biraz barışsak köklerimizle keşke. dil zenginleştikçe duygular da parlamaya başlıyor duygulandıkça da daha bi insan oluyoruz sanki...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kalp kalbe mi karşıymış ne, tam senin nefis 30 yaş taşlaması mektubunu okuyup ona bir şeyler yazmıştım ki bunu gördüm :) Teşekkür ederim. Kelimeler birçok duyguyu/derdi somutlaştırıp avcumuzun içine bırakıyor bazen. Tam da kafandan geçirdiğini dilinin ucuna getiriveriyor. Hah diyorsun, seni arıyordum ben de meramımı anlatmak için. Ama bazen de yetmiyorlar; için acırken, elinden ağlamaktan başka bir şey gelmezken de böyle yardımına yetişmiyorlar işte.

      Şaşırıyorum böyle tuhaf kelimeleri görünce, seviniyorum. "Kimse de bunu anlatmak için uğraşmaz herhalde" dediğin incecik, duvar çatlağından çıkan durumları anlatan bir sözcük uydurmuş bazı insanlar/diller. Haklısın, dilimize küskünüz; zenginliğinin de farkında değiliz. Baba tarafından Suriye kökenli akrabalarım var benim de, biri 80 küsurluk Nebahat Hala. Hayatımda bu kadar şiirli, leziz bir dille konuşan bir insan duymadım. Hem kelimelerini severim, hem onları kullanışına; iyi dileklerini sıralarken insanın içinde çiçekler açtıran bir kadın.

      Bir zamanlar da bir yazı okumuştum, dilimizdeki bu kelimelerinde başka dilde karşılığı yok diye. Keder, hicran… Bunları da yabancı sözlüklerde bulamayız herhalde. Daha vardır bir sürü. “Bence efkâr kederi döver sonra dağılan yakasını paçasını toplar üstünü başını düzeltir gider hicrânın önünde ceketini ilikler! Hicran en beteri!” işte buna bayıldım.

      Babamı düşünürken içime dolan hangisi bilemedim; belki hepsi. Geçen akşam belgesel izlerken ağlamaya başladım sessiz sessiz, endişelenip "N'oldu?" diyen eşime cevap bile veremedim. Öyle sessiz sedasız aktı yaşlar, ama ben anlatamadım. O da sormadı sonrasında zaten, anladı. Bazen sarılmak yetiyor, sormaktansa. Anlatamıyorsun çünkü. Kelimeler yardımına koşmuyor.

      Bazı duyguları, anları anlatamadığın gibi başka bir dile de çeviremezsin. Ki bizim dilimiz de zengin, birçok coğrafyadan önüne kattığını almış içine. Dediğin gibi ne çok kelime var bak; elem, keder, gam, hicran, acı, kahır… Köklerimizle barışsak, daha da zenginleşecek dil; daha çok duygunun karşılığı olacak. Hepi topu 100 kelimeyle derdini anlatmaya çalışan, ona da dili dönmeyen; kısır laflar eveleyip geveleyen insanlar olmaktansa; azıcık okusak/konuşsak sırtımızı dönmeden. Derdimizi anlatmak için elimizde bunlar var, kırılıp dökülen kelimeler… Onların da hakkını vermeli.

      Sil
  5. ben de yorumumu gönderdikten sonra seninkileri gördüm, kalp kalbe karşı inanıyorum buna :) kelimelere itimadımızı yitirmeyelim kendimizden de ümidi kesmeyelim hala hisseden kalbimiz yazan ellerimiz varken hakkını verelim belki anlatamasak da okuduğumuz bir yazıda bir şiirde bizi hiç tanımayan birinden kendimizi okur gibi olunca anlaşıldığımızı hisseder o kimsesizlik hissinden biraz olsun uzaklaşırız :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. karşılıklı kalpler, ne güzel :) hem bizden, hem kelimelerden de kesmeyelim hakkaten umudumuzu. zaten heves kırıcı bir sürü şey oluyor ortalıkta, yılıyor insan; sıtkı sıyrılıyor. (var mı almancada ingilizcede, sıtkı sıyrılmak?) hissettiklerini anlatabilmek, yazabilmek kıymetli bir şey. anlaşılmak, aynı telden konuşabilmek de öyle. okuduğun bir şeyi "tam da bunu anlatmak istiyordum, yemin ederim benim aklıma gelmişti" diye okumanın keyfi neyde var? kelimeler yaklaştıracak bizi, çıkaracak düzlüğe; inanıyorum buna :)

      Sil