5 Ocak 2011 Çarşamba

Sevmek ya da sevmemek. Neyi?

İşini sevmek ya da sevmemek... İşte bütün mesele bu. mu? Kafamda evirip çevirdiğim, içinden çıkamayınca da taca çıkardığım bir mevzu. İşinde mutlu olan, hobisini iş olarak yapıp üstüne de para alan insanlara gıpta ettim hep. Ben de onlardan biri oldum bazen. 

Peki ne katmalı işimiz bize? Mutlu etmeli mi? Bazıları gibi robota bağlayıp akşam 6 olunca şalteri kapatıp gitmek mümkün mü? Sonuçta günümüzün büyük kısmı burada geçiyor, enerjimizin çoğunu işyeri emiyor. Buradaki insanlarla muhatap oluyoruz sevsek de sevmesek de.

Annelerse genelde "Aman işin var çocuum, şükret, bu zamanda iş bulmak çok zor, bak bilmemkimin oğlu kaç aydır boşta bekliyor" diye yaklaşıyor mevzuya. Haklılar kendilerince. Eski zamanlardaki memuriyetlere sevinilmesi gibi. "Sigortan var, maaşın düzenli yatıyor, servisin var; daha ne?" Ne hakkaten? Kariyer dediğimiz nane tam olarak neye tekabül ediyor hayatta? Çocukla aynı anda yapılınca kıymetli olan bir şey mi? Etiket mi? "Al, ben de para kazanıyorum!" mu?


Ben her zaman keyif almak istiyorum işimden, bir işe yaradığımı hissetmek istiyorum o işte. Mutlu olmak istiyorum. Çünkü yaratıcılıkla ilgili bir iş yapıyorum. Ve elbette işe yarıyorum, üretiyorum, yaptığım işlerde başarılı da oluyorum. Ama bu bile kişiyi tatmin etmiyor bazen. Yoksa fabrikada civata somunu sıkıştırırken de işe yarıyorsun, bir dergi için delicesine çalışırken de... Muhabirken de, editörken de, reklam yazarıyken de, aynı anda 3 dergiyi çıkarırken de, yazı işleri müdürüyken de, bir sürü ünlüyle röportaj yaparken de mutluydum. Mutlu oldum yaptığım işlerden. Çünkü yazmayı seviyorum. Hep sevdim.

Önemli olan, o işe senin kattığın şey kadar, o işin sana ne kattığı. Bana ne katıyor o dergi, o röportaj? Mutlu ediyor mu? Bir şey öğretiyor mu? Saatlerimi verirken, sinirlerimi harap ederken, beyin hücrelerimi öldürürken, sonunda elimde kalan şeyden mutlu muyum?


Herkes yazıyor, okuyor, ilkokulda elması kızaran herkes editör olsun o zaman... Metin yazarı olsun? Alengirli bir şey değil kimilerine göre ne de olsa. Sözcükleri diz tespih gibi peşpeşe, cümle olsun; azıcık  daha kas, öykü; akabinde roman olsun. Bu mu? Neticede o kadar kolay buna müdahale etmek. Ben niye bu mesleği seçtim? Yazmayı seviyorum. Böyle ifade edebiliyorum bir şeyleri.

Neticede, bazen ay başında bankamatikten avcuna dökülen kağıtlar için fazla bir bedel gibi geliyor bu deli tempo. Günlerin nasıl geçtiğini anlamıyorsun, eve gittiğinde zaten enerjin kalmıyor, hafta için sana ait değil sanki, aynaya her baktığında biraz daha çökmüş, yorgun görüyorsun kendini; hep böyle mi olacağını merak ediyorsun, çaktırmadan, kendine bile itiraf etmekten korktuğun bir mucize bekleyerek...

Sevdiğin şeylere vakit ayıramıyorsun. Sevgilin, arkadaşların, ailen, kitaplar, filmler, sergiler... her şey olabilir bu.  Bir süre sonra eksiklikleri can sıkıcı oluyor. Yerine bir şey koyamıyorsun. Yorgunsun. Ama bazen de mutlusun. Ve bingo! Emekli olunca kol saatin hazır! Takma dişlerinin yanına koyabilirsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder