Otobiyografi okumayı çok severim. Başkalarının kendi hayatlarını bu derece dürüst, yalın, samimi, kendine torpil geçip eğip bükmeden, kendine dışarıdan bir yabancı gibi bakarak anlatabilmesine hep hayret ettim. En son Patti Smith'in kitabını okumuş ve bu günlere gelişi, rock camiasına girişi, Andy Warhol'lu, Chelsea Otel'li New York günleri, şiire tutkunluğu ve Robert ile yaşadıklarını abartmadan, olduğu gibi kaleme almasına hayran kalmıştım.
Sıradaki kitap, dostumun tavsiyesine bakarsam Marlon Brando'nun otobiyografisi olacak. Zira kendisi cool kelimesinin sözlükteki karşılığı. Kitabın ismi bile nefis: "Annemin Öğrettiği Şarkılar". Aşağıdaki bayıldığım fotoğrafı, bu romanı yazarken mi çekilmiştir acaba?
Veranda da durduk yere, çok sevdiğim tavan aralarını anımsattı. Tavan aralarına düşkünlüğümün kaynağı hakkında hiçbir fikrim yok. Düşününce tozlu, pis, karanlık bile gelebilir bazılarına. Ama benim merakımı gıdıklıyor işte. Hatta şöyle yazmışım bir yerlere tavan arası hakkında:
"Yıllar sonra, çok ileride, (olursa) torunlarımın bir gün merakla çıkıp kutularla dolu tozlu ve karmaşık (aslında kendince düzenli) bu yerde; bir sürü defter, ajanda, hikaye, yazı, kitap, fotoğraf; yaşanmışlık ve hayal edilmişlik arasında büyükannelerini keşfetmesini istediğim oda çeşidi.
Evet, tozlu ve karışık olur bu odalar, havasız ama gizemlidirler. Neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Tonton ve huysuz olarak bildiğiniz büyükanne/büyükbabanızın aslında sandığınızdan ne kadar başka biri olduğunu anlatan ipuçlarıyla doludurlar. Sizi çağırırlar hep. Onun da çocuk olduğunu kenarı köşesi kırılmış, rengi solmuş eski-püskü oyuncaklardan; aşık ol(un)duğunu ona gelen soluk mürekkepli sararmış kağıtlı mektuplardan; yazmayı sevdiğini doldurduğu kutular dolusu defterden; okumayı sevdiğini, kitaplarla birçok şeyi keşfettiğini özenle sakladığı sandıklar dolusu kitaptan öğrenmek az keşif olmasa gerek...
Ya o eski fotoğraflar; kiminde mutlulukla poz vermiş, deniz kıyısında bir eğlencede... Kiminde adada bir yerdeki mükellef içki sofrasında. Peki ya bu? Bu resimdekilerin hiçbirini tanımıyorsun, belki ailesi... Bir yakınlık hissediyor, ama bir türlü çıkaramıyorsun. Kim bilir ne zaman çekilmiş, büyükannen/büyükbaban biraz hüzünle bakmış sanki objektife, dalgın... Hele bir de o sandıklardan bir günlük çıkarsa, gerçek bir hazine... Okumaya doyulmaz.
Kim bilir, bu devirde esamisi bile okunmayan bir teknolojiye ait birkaç CD'den o zamanlar ne tür müzik dinlendiğini öğrenebilir bu meraklı torunlar. Şanslarına DVD kalmışsa, izlenen filmleri de... İşte bunlarla, çoktan toprak olmuş bile olsa, o kişiyle aranızdaki kan bağını anlar, onu daha yakından tanıdığınızı, aranızda kaybolan zamanın ve çağların bir anda birbirine yakınlaştığını hissedersiniz. Kendi görüntüsünün, kanlı canlı halinin olduğu birkaç video kaset, CD çıkarsa hele, karşınızda sanırsınız onu, yıllar yıllar önceki taze, kendini hiç yaşlanmayacak sanan haliyle...
Söylenmemiş ne çok söz vardır, anlatılmamış ne çok anı vardır. Ama biraz olsun söz ettiyse de 'Keşke o tatlı tatlı anlatırken biraz olsun dinleyip aklımda tutsaydım dediklerini' dersiniz, bilemezdiniz ki gideceğini... Artık tavan aralarına kalmıştır merakınızın kırıntıları... Tabii böyle bir odası olan ev varsa, kalmışsa..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder