28 Eylül 2011 Çarşamba

Ikea ve hayatın gerçekleri

İşe başlamış olmak, “Sen tatilden geldin, dinlenmişsindir!” nidalarıyla emilmek istenen enerjini korumaya çalışmak pek eğlenceli olmadı. Kaş’a ışınlanmak istiyorum yer yer. Gözlerimi kapatıyorum, hop, Limanağzı’nın ılık sularında kulaç atıyorum. Güneş gözüme giriyor, suda sırtüstü yatınca denizin sesinden başka bir şey duyulmuyor… (Seneye rotayı Meis’e doğru genişletmeli.) Sonra gözümü açıyorum, hop, ofisteyim :(

Ehm, neyse, geldik işte tükkana. Çalışıyoruz. Hayat böyle bir şey. Çalışmak gerekiyor filan. Güz aktivitelerinden Lamb konseri bizim beye bayık ve elektronik geldiğinden, arkadaşlarımızın ön grup olacağı Dredg konserinde karar kıldık. Maslak Venue’ye ne zamandır gitmemiştim. Eğlenceli Manu Chao'yu izlemiştim bir zamanlar orada. Hey gidi.



Halimiz olursa Tasarım Haftası’na da bir bakasımız var. Lakin hafta sonu İstanbul'da şiddetli yağış bekleniyormuş, evde DVD izlemek de hoş olabilir. Yeni evlilerin en çok gezdiği yerin Ikea ve Bauhaus olduğunu arkadaşlarımızdan müşahede etmiştik gerçi. Kendimiz de onayladık.

Seviyorum ben ama Ikea'yı dolanmayı. Oradaki gibi durmasa da evde, sorun değil. İnsana kendini iyi hissettiriyor. Dolanmak, hayal kurmak, sırıtmak... Pazar günleri çok kalabalık ve itiş kakış olduğundan, tercih sebebi değil. Yurdum insanı İsveç köftesi yemese, bilmemne şurubu içmese ölecekmiş meğer. 500 Days of Summer'daki Ikea sahnesiyle bitireyim bari yazıyı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder