9 Aralık 2013 Pazartesi

İzmir havası

Hafta sonu annemi ziyaret etmek için İzmir'e gittim. Kaç kaftadır gidemiyordum, özlemiştim de. Şimdiye kadar İzmir'e gitmek bana hep iyi geldi. Ama annemi ve evimi görmek ne kadar mutlu ediyorsa, babamın yokluğu da her İzmir ziyaretinde suratıma çarpıyor artık. Sanki balkonda çalışırken ya da bana meyve soyarken görecekmişim onu gibi. Acayip bir şey, anlatması zor. Onu anarken kah ağladık, kah güldük evde. Nur içinde yatsın. Ben "rahmetli" diyemiyorum hala... Hep sohbetlerimizde. Annem biraz daha iyiydi, kendini meşgul edecek bir şeyler bulmasına sevindim. Yoga, pilates, dikiş, kitap... Becerikli kadındır zaten, güçlüdür de. Kendini kapıp koyvermez. Koyverse de canı sağolsun, biz yanındayız.

Evde de, dışarıda da vakit geçirdik birlikte. Zaten su gibi geçiverdi 2 gün. Ailem, evim ve havası dışında İzmir'in sevdiğim diğer şeylerinden ikisi de aşağıda. Kedi ve lokma. Karşıyaka'da kedilere bu kadar ilgi gösterilmesi yüzünden, her seferinde hepsine sarılmak istiyorum. Annem "Ohoo, hepsine bakarsan akşama kadar kıpırdayamayız" dese de, durup bakıyorum illa. Gülüyorum her seferinde. 

Alttaki hanfendi, Girne Bulvarı'ndaki bir parfümerinin köşesindeydi. Ona küçük bir çocuk kanepesi koymuşlar, maması, suyu yanıbaşında; keyfi yerindeydi. İlk bakışta koltuk mu küçük, kedi mi büyük pek belli olmuyor :) (Bu arada sokak kedileri için barınak yapma yöntemi, görüntülü olarak tam da şurada)


İzmir'de sevdiğim ikinci şey de, lokma. Evet, hayrına lokma dağıtırlar İzmir sokaklarında. Birisi vefat ettiyse yakınları döktürür. Ya da ne bileyim, bir dilekleri yerine gelmişse... İzmir'e ilk taşındığımızda Karşıyaka'da sokakta lokma kuyruğunu görünce bi duraklamıştım. Sıram geldiğinde lokma döken amcaya para vermek için debelenirken, o da ısrarla "Evladım alamam para, yok, hayrına; ye ye, afiyet olsun!" deyip durmuştu. Çok şaşırdığımı ve sevindiğimi hatırlıyorum. Bedava tatlı, hem de nefis lokma! İstanbul'da hiç böyle şeyler olmuyor. O yüzden İzmir'de sokakta lokma döken birilerini görürseniz, gönül rahatlığıyla sıraya girip yiyiniz. (Gerçi leğen kadar kapla sıraya giren de var, abartmamak lazım. Ayıp.)

Annemle sokakta rastlayınca girdik kuyruğa, beklerken lokma kazanının yanındaki çocukla lafladık biraz. Hastaları varmış, iyileşip eve çıkmış. Onun için döktürmüşler. Geçmiş olsun deyip, ellerinize sağlık'ı da yapıştırdıktan sonra sokağın köşesinde boşaltıverdik kapları. Bizi gören sıraya girdi. Anneannemin kulakları çınlasın, içimize iyi geldi :)


Yolculuk rahattı, dönüş uçağında Levent Kırca vardı. Çok babacan ve güler yüzlüydü. Epeyce bir insanla muhabbet etti filan. Ben ünlü insan görünce, eğer röportaj yapmak için yanında değilsem "Aay, şimdi bakıp da rahatsız etmeyeyim" diyenlerden olduğumdan bırakın sohbet etmeyi, adamın o tarafa bakamadım bile. Ama o uçaktan inerken önünden geçtiğimde "Güle güle" dedi, utana sıkıla "İyi akşamlar" dedim. Halbuki  Fatih Altaylı'ya dedikleri için bile tebrik edebilirdim kendisini. Ne diyecektim adama?  Utandım işte, höf.

6 yorum:

  1. Çok özledim ben de İzmir'i. İstanbul'a geldiğimde lokmaya para vermek nasıl zoruma gitmişti anlatamam.
    İzmir'e her gittiğimde annem elinde gazete her kuyruğa girer ve ölümüne lokma yerdi. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben sık sık gitmeye çalışıyorum, elimden geldiğince. Her seferinde de "İyi ki geldim" diyorum. İstanbul'da lokmaya para vermek, duta para vermek kadar saçma bence :) Anneannem, dutu manavdan/pazardan almamıza hala şaşırır.

      Sil
  2. Annenizi ziyaret etmeniz ne güzel. babanızın yokluğu herhalde
    hiç birzaman alışılmaz. Büyüklerimizle her zaman beraber olabilsek ama ben
    aynı mahallede olmama rağmen bazen uzun süre göremiyorum. Şu hayat telaşesi yok mu :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elimden geldiğince gidiyorum, o da geliyor. Birbirimizin yanında olmak terapi gibi. Evet... O ne yazık ki alışılacak bir şey değil, sadece zamanla kabullenmeyi öğreneceğiz sanırım. Hayat telaşesi hiç bitmiyor, ama o telaşe içinde bir gün bir bakıyorsunuz; insanlar göçüp gitmiş. E dün burdaydı? Ama bugün yok. O yüzden vakit yaratıp gitmeye çalışın mutlaka, sonraki o pişmanlık çok fena. Ona da, size de çok iyi gelecektir emin olun.

      Sil
    2. hayatın telaşesi bittiğinde muhtemelen ölmüş oluyorsun. o da başka bir geç kalmışlık. o yüzden de ne kadar sahip olduğunu bilmediğimiz zamanımızı sevdiklerimizden esirgemeyelim. bir de insan hep sevdiklerini kaybedinceyi daha sık düşünür değil mi?
      http://muhabbetindibindeyim.blogspot.com/2013/11/zaman-doldu.html

      Sil
    3. Telaşe bitmiyor ama arada bi durmak lazım. Sonrasında "keşke" demek daha kötü. Ne yazık ki babamı kaybettiğimde daha çok anladım bunu. Geç oldu. Ama şimdi elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ne kadar becerebiliyorsam artık...

      Sil