Aslı Erdoğan, sevdiğim bir yazar. Benim için tanıdık biri ya da yakınımmış gibi. Onu ilk nasıl okumaya karar verdim, nasıl keşfettim istiridye içindeki bu inciyi, hatırlamıyorum. Okuduğum ilk kitabı "Kabuk Adam"dı sanırım. Çarpılmıştım. Sonra "Mucizevi Mandarin" ve "Kırmızı Pelerinli Kent" geldi. Ve yutarcasına, soluk almadan diğer kitaplarını da okudum. Radikal'deki yazılarını da takip ederdim. Sonra onun yazılarını kesmeye, kırpmaya başladılar. O da ayrıldı. Ya da gazete yönetimi ayrılmaya zorladı. Ayrıksı bir kalem olarak kaldı hep. Yabani olarak adlandırılsa da cesur ve duyarlı... Narin ve hüzünlü... İçten ama kapalı kutu, efsunlu. Nedense bazıları sadece kadınlığı, mavi gözleri ve güzelliğiyle ilgilense de, onlardan çok ama çok fazlası...
Onunla birkaç kez röportaj yapmıştım, sonrasında bu buluşmalarımız söyleşiden sohbete dönmeye başladı. Ses kayıt cihazı kapansa da konuşmaya devam ediyorduk, konu konuyu açıyordu. Evinde fotoğraf çekimi yapmıştık, Brezilya'dan aldığı bir kolyeyi hediye etmişti bana. Yerli işi. Hâlâ saklarım. Karışık ama hoş bir evi vardı. Her tarafta kitaplar, kağıtlar, ağzına kadar dolu küllükler...
Sonra birlikte olma gafletinde bulunduğu bir adam, ki yazar geçinenlerden, onunla ilişkisini afişe eden, mahremiyetine saygısız açıklamalar yaptı. Bir de bunları roman diye yazdı. Tam bir iğrençlik örneği. "Adına roman yazılan kadın" yaftasıyla mahremiyeti zedelendi, özel yaşamı ortalığa saçıldı. Kızdı, kırıldı. İnsanlar kitap yazmayı, satsın diye rezilliklere imza atmayı bu kadar kolay sanıyorlar, bu kadar ucuzlar işte. Bunu da edebiyat sanıyorlar işin kötüsü. Kitapları satsın diye yaygara yapan, billboard'lara çıkmaya meraklı biri olmadı hiçbir zaman. Best seller zırvasına kaptırmadı kendini. Sessiz ve derinden ilerledi, ağır ağır... Derdi hep edebiyat oldu. Fiziği ve baleyi uğruna bıraktığı edebiyatı da hakkıyla yaptı, yapıyor. Sadık ama onun popüler olmasını istemeyen, sessizce büyüyen bir kitle takip etti onu gittiği her yerde. Ben de onlardan biriyim.
Bana Tezer Özlü ve Nilgün Marmara'yı anımsattı. Peşpeşe çıktıkça kitapları, dikkat çekmeye başladı. Fransa'daki Actes Sud Yayınevi kitaplarını bastı. Ki Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi yazarlar dışında kitaplarını bastıkları tek yazardı Aslı. Sonra Norveç'teki Gyldendal Yayınevi bastı kitaplarını, hem de Marg serisinde. Soft Skull Yayınevi'nin Türkiye'den yayımladığı ilk isim oldu. Bir sürü ödül aldı yurtdışında. Le Monde ondan övgüyle bahsetti. Life dergisi "Geleceğin 50 yazarı" arasında gösterdi. Bunlar pek bilinmiyor. Neden? Arkasında bir torpil güruhu, menejer ve basın-yayın-imaj danışma grubu yok da ondan.
Kadın yazar ayrımını sevmese de o da buna maruz kaldı işte. Bence Elif Şafak ile alakası yok, onun gibi popülerleşme, her şeyi kitaba çevirme derdi de yok. Daha ince bir imbikten süzüyor yazdıklarını, kalemi farklı.
Radikal'de tekrar yazmaya başlamasına ve 56. Sait Faik Hikaye Armağını'nı almasına çok sevindim. Kıymeti bilinmiyor. Ama bilinirse de, onu çalıp kirletirler diye korkuyorum. Sadece turistlerin bildiği bakir bir koyun yabanilerce istila edilip mahvedilmesinden korktuğum gibi hem de. Kimse bilmesin... ama değeri de bilinsin. Nasıl olacaksa?
"Yazmak bir yolculuktu benim için, hedefsiz bir yolculuk. Yollar, sokaklar, duraklar ve insanlar. Hepsi birer anahtardı, ama hangi kapıya uyduklarını bilmiyordum. Dünya çağırmıyordu beni, onun için öğrendim onu çağırmayı. Renkleri ve gölgeleriyle... Ben de içindeyim, diyebilmek için, hepsini ışığa dönüştürebilmek için."
*
"Hayat bir insandan yüzünü çalabilir, bedenini, ruhunu hatta trajedisini... Ama acısıyla yalnızlığını çalamaz. Benim buna karşılık tek yapabileceğim, hayatın seslerine ve sessizliğine olanca geçirgenliğimle açılmak."
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder