İşte buraya gitmek istiyorum esteban. Aç tavuk kendini tahıl ambarında görürmüş ya, ben de burada olduğumu düşledim, belki olur. Provence'ta kalıbı dinlendirmek istiyorum, haldır haldır gezmek değil... Böyle oturayım pötükareli masa örtülerinin serili olduğu kır kahvesindeki masalardan birine, alayım elime gazetemi, bakayım ne etkinlikler var kasabada akşama. Sonra oturayım lavanta tarlasının ortasındaki ağacın altına, kitabımı okuyup kırmızı şarabımı yudumladıktan sonra şekerleme yapayım... Hayal mi diyorsun? Olsun, hayali bile güzel.
Evet, gece yine bölük pörçük uyudum ve rüyamı gün içine sakladım, ne var yani? Bunları sütlaca dönmeden yapamaz mıyım, hı? Hatta Provence yetmez, ordan Marsilya'ya geçeyim, sonra Portofino, Lecce, Brugge, Kopenhag, Floransa, Ohrid, Toskana, Mallorca... Artık uyanana kadar ne kadar yer sığarsa düşüme... Geçenlerde Happyland diye bir şarkıya denk geldim, öyle bir yer var mıdır acep? Peter Pan'in Wonderland'i gibi güzel geliyor kulağa... Ne, üstüm açık mı kalmış? Ayıp bu senin yaptığın esteban!
İşyerine servisle giden insanlara bakardım eskiden; suratlar asık, gözler uykulu, başlar yana kaymış ya da cama yapışmış... Nasıl hayatları olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. "Ben de onlardan biri mi oldum?" diye düşünüyorum servise binecek kadar erken kalkabildiğim ve işten servisle dönecek kadar erken çıktığım zamanlarda. İnsanın hayal ettiğiyle yaptığı iş ne kadar örtüşüyor ki? Bunu düşünmek can sıkıyor/acıtıyor bazen. Çoğu insan "Aman iş olsun da, bak millet işsiz" diye diye neler yapmak zorunda kaldı acaba, hangi hayalini katlayıp arka cebine koydu? Birçok düş görünmez bir cama çarpıp dağılıyor sanki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder