Çocukken yaramazdım. Kafam yarılır, dizlerim patlardı erkek çocuklarla oynamaktan, kavga edip ağaçlara tırmanmaktan. Evde de bir çamaşır sepetim vardı, elime geçen kendimce önemli şeyleri oraya tıkardım. Bir sürü ıvır zıvır... Bir gün annemle babam Devekuşu Kabere'nin oyununa gideceklerdi. Hatırlıyorum, Yalova'ya tatile gittiğimizde öğle uykusuna yatmak yerine karşı odada kalan ablaya gider, koca kasetçalarından Yasaklar, Deliler kasetlerini dinlerdim. Ne tuhaf, sesi bile yetermiş o zamanlar gülmemize. Ne güzel günlermiş..
Neyse, oyun saati geldi, biletler yok ortada. Annemle babam hazırlandılar, çıkacaklar ama birbirlerine sorup duruyorlar: "Biletler nerde, sende mi?" "Yoo, sende değil mi?" " E ben çanağın içine koymuştum" Yok, yok, yok. Sonra gözler bana çevrildi, deli çıkını çamaşır sepetim alt üst edildi, yok, ordan da çıkmadı. "Kızım sen mi aldın? Nereye koydun?" Ses yok. Ben papara yerim diye kendimi banyoya kilitledim. Ve aylar sonra biletleri alıp sakladığım, annemin yemek defterinin arasına koyduğumu da unuttuğum anlaşıldı. Bir daha gidemediler o oyuna, olmadı. Sonra da Devekuşu Kabare filan kalmadı zaten. Düşündükçe hâlâ üzülürüm. Benim yüzümden Zeki Alasya ile Metin Akpınar'lı Devekuşu Kabare'yi canlı izleyemedi insancıklar. 25 yıl sonra o oyunların DVD'sini alıp gönderdim. Ama canlısı gibi olur mu, olmaz. Özür dilerim anne, baba. Çocukluk işte!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder