Hayat, pazar günleri daha sevimsiz ya da yavaş geçiyor sanki. Sevgilimle, dostumla ve annemle konuştum, televizyonda İspanya'yı anlatan bir program var -Aş Kendini-(Hmm, Yahya Kemal'in Madrid büyükelçiliği yaptığını bilmiyordum), kedilerim mutlu mesut kucağımda uyuyor ama yine de kendimi buruk hissediyorum. Sufle'yi okusam iyi gelir mi? Dün akşam başladım. Gerçi şu an gerçeğinden olsaydı şöyle sıcak sıcak, ne güzel olurdu...
Gün reglatör ile başlar, üstüne bir de teknolojik lanet eklenirse olacağı bu.
Bir yandan da düşünüyorum, hayat büyüdükçe boktanlaşan bir şey mi diye. Herkesin başına tuhaf, kötü (ya da aslında olağan) şeyler geliyor. Üzülüyoruz. Alışıyoruz da ister istemez. Aslında hepimizin başına gelebilecek ama gelmeyeceğini sandığımız şeyler bunlar. Kabullenmesi zor sadece. Hastalıklar, sevdiklerimizi kaybetme fikri, sürekli dibe ittirdiğimiz bir korku.
Büyüdükçe dertler büyüyüp değişiyor gibi. Çocukken daha kolaydı sanki her şey, gençken biraz daha hafif. Umursamazlığın hafifliği... Artan sorumluluk, ilerleyen yaş ve daralan zaman, ceplere birer çakıltaşı daha ekliyor sanki.
Oysa bazen sadece anneme, sevgilime, dostuma, kedilerime sarılmak bile iyi hissettirip tüm tatsızlıkları unutturuyor. Susayım en iyisi burada. Dostuma mektup yazmaya devam edeyim...
Bunu dinleyesim geldi bir de şu an.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder