14 Ekim 2011 Cuma

Delir, yağmur, öyle

Dün öğlene kadar delirmiş gibiydi ofis. Ortalık arı kovanı gibi, herkes birilerine bağırıp duruyor, bazıları kafası kesik tavuk gibi panik halde ortalıkta dolaşıyor. New York borsasındayız sanki. Bense etrafımdaki her şey hareket halindeymiş de, bir tek ben duruyormuş gibiydim. Filmlerde olur ya hani. Tuhaf bir sakinlikte. Umursamaz. 

Öğleden sonra da bir prodüksiyon için Bağdat Caddesi’ne gitmem istenmişti. Başta istemedim ama, durum aslında canıma minnet. Çıktım gittim Bağdat Caddesi’ne. Erken de gitmişim. Gergedan Kitabevi’ne uğradım, kocama ve abime birer kitap aldım. Oturduğum yerde, kocama aldığım Brautigan kitabını okudum. Sonra çekime başladık. Saat 5’te işim bitti, boş boş dolandım caddede.

Güneş açtı, hava cillop oldu. Baktım, kafeler, lokantalar insan dolu. Ortalık cıvıl cıvıl. Dışarıda başka bir hayat var ulan! Kimse deli gibi koşturmuyordu, her şey ağır çekimde akıyordu sanki. Rehavetle. Böyle herkes gezmeye, coşmaya, eğlenmeye programlı gibi. Sahile çıktım, gökyüzü gri, pembe, mor olmuş. Bir yandan da güneş ışığı vuruyor suya. Balık tutanlar, yürüyüş yapanlar, paten kayanlar, bisiklete binenler… Oh be! Güzeldi.

Azıcık yürüdüm, sonra eve gidip makarna yaptım. Gerçi kutuda TR yazı bulamadım, tamamen İtalyanca hazırlamışlar nedense. Ama bildiğim yöntemden yürüdüm, fesleğen ve sarımsak ekleyip üstüne peynir rendeledim. Sonuç? Mamma mia :)


Bugünse yine deli yağmur, yine iğrenç trafik. Minibüs + metrobüsü çekecek halim yoktu, sabah taksiye bindim. Arka camlar siyah filan, kıllandım ama bindim. İstanbul’da yağmurda taksi bulmak, 4 yapraklı yoncayı bulmaktan zor. Şoför, genç bir çocuktu, bi baktım Levent Kırca’nın bir filmini izliyor. “Son İstasyon”muş adı.

Yol o kadar uzun sürdü ki, açlıktan bayılmamak için çantamdaki bademlerle kuru üzümleri yedim arkada kıt kıt. Film sardı sonra. Komik sanıyordum ama değilmiş, acıklıymış hatta. Oğlan da dedi "Hanfendi, dram bu" dedi, hmm... Sonra, filmin özetini geçti filan, adam akderine lanet ederken yol bitti. İnerken “Siz öğretmen misiniz?” dedi oğlan. Gözlük taktıydım, lens batar gibi olunca. Gözlük-elbise, direkt öğretmen algısı. Hmm… Neyse. Tam da yanımdaki para kadar yazdı taksimetre. Evla. Akabinde yine bir curcunayla başladı gün, kapıdan girer girmez…

Ofiste, camın dışında bir anne kedi, bir de Matruşka misali 3-4 boy küçüğü olan yavrusu var. Borunun üstünde öylece duruyorlar. Anne kendi kendini temizlerken yavru dikkatle izledi onu. Şimdi de anne yavruyu temizliyor, yavru da hem boruya hem anneye yapışmış, süt emiyor. Oyh, güzel şeyler de oluyor bazen şu ofiste. Camının dışında da olsa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder