11 Haziran 2012 Pazartesi

Düğün dernek, kaç kaç

Hafta sonumuz düğünlerle geçti. Cuma akşamı beyin bir arkadaşının oğullarının sünnet düğününe icabet etmemiz gerekti. Cağnım müdürüm sayesinde (neyse ki tatile çıktı, oh) ofisten 8'e doğru çıkabildim. Çok yorgun ve bezgindim. Ofise gittiğim kıyafetlerle katılmaktan başka çare kalmadı haliyle. Beyle kankası da kot-tişört geldi. Düğün mekanına gitmemizle birlikte, cümleten günümüzü görmemiz bir oldu.

Şöyle diyeyim, çocukların babası papyon takmıştı, annesi ise Oscar törenine gidip kırmızı halıda salınsa "Uuuuv" dedirtecek, çok şık, beyaz bir tuvalet giymişti. Kuğu gibiydi kadın bildiğin. Masanın tül örtüsünün altına saklanmak istedim bir an, sonra saldım çayıra... Herkes acayip şık, Boğaz manzarası nefis; yemekler, ortam klas... Çocukları eğlendirmek için animatörler, ufaklıklara dondurma, patlamış mısır ikramları... Masalara dağıtılmış minik, renkli cam kumruları pek beğendim. İki tanesi salonumuzu süslüyor şu an.

"Çocukların sünneti böyleyse, düğünü nasıl olur la?" diye merak ettik bir ara. Ama beyin saçlarını kısacık kestirmesi, eski arkadaşları için gecenin en büyük haberine dönüştü. Smokin giyse bu kadar şaşırırlardı herhalde. Neyse ki reklamcı tayfası da rahat giyinip gelmiş, içime su serpildi.  Akabinde yemek, beyin eski iş arkadaşlarıyla muhabbet, şarap, kakara kikiri derken; "Unchained Melody"den başlayan hoş müziğin, her düğünün vazgeçilmezi Fatih Ürek'in "Haydi Lililili" adlı eserine yol almasıyla "Eh artık gitme vaktidir." deyip kaçtık.

Cumartesi ise düğün sırası bizim taraftaydı. Annemin kuzeninin kızı evleniyordu. Kendisini çocukluğundan beri 1-2 kez görmüşümdür herhalde. O da yine düğün dernektedir muhtemelen. Yapmacık haller, kokoş tavırlar, gösteriş merakı... Pek hoşlanmadığım şeyler.

Neyse, hatır için gittik mecburen. Ben davetiyeden başımıza gelecekleri anlamıştım. Kartondan (hatta kontrplak), 30 cm'lik cetvel uzunluğunda, adam dövmelik bir davetiye geldi. Ne çantaya ne posta kutusuna sığar. "Ne ka büyük, o ka havalı" diye düşünmüşler herhalde. Kokteyl ve yemek olduğu belirtilmiş, LCV istenmiş. Mekana gitmemiz 1 saat 15 dakika sürdü zaten korkunç trafikte, sıkıntıdan uzun elbiseyi filan fırlatmak istedim üstümden, saçımı başımı dağıtasım geldi. 

Gittik, kokteyl filan yok. Yalan. Yani bir (rakamla 1) masada cips ve yeşil zeytin vardı. Nikah şekerleri pahalı yabancı bir marka ama, sadece tek bir çikolata var içinde; etraftaki çocuklar da talan etti o karton kutudaki çikolataları.

Evet, Boğaz manzarası güzeldi. O kadar. Ama tuvalet ve yemekler berbattı. Ki en önemli iki unsur. Mekanda jimmy jib (tepeden çekim yapan hareketli kamera), barkovizyon vs gibi gereksiz detaylar... Avatar'ların oturabileceği uzunlukta sandalyeleri olan nikah masası...  Her şey çok zorlama ve abartılıydı. Yapmacık, prova edildiği belli. Danslar, yakılıp duran meşaleler, damadın ısrarı üzerine patlatılması istenen şampanyalar...

Karton olduğu çok belli beyaz bir kuleyi kesiyor gibi yaptılar, ardından böğürtlen reçelli boktan çikolatalı pasta geldi. Sarhoş bir amca da sirtaki yapmaya kalkıp ağzındaki rakı kadehiyle, kıçına kor kaçmış gibi zıplayıp milletin üstüne kaykılınca, bizim kadar sıkılan anneyle beraber kaçtık ortamdan... Hatır-matır da bir yere kadar.

Geçen hafta da bir nikah için şehir dışındaydık, e yeter da! Göbek atmaktan hoşlanan bir bünye de değilim. Sanırım düğünleri pek sevmediğime de artık emin oldum. Sadece kendiminkini ve bir-iki yakın arkadaşımınkinde eğlenmiş bile olabilirim.

Neyse ki bu kadar iğrenç bir düğüne gitmem gerekmedi henüz. Gerizekalılar sizi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder