19 Ocak 2012 Perşembe

Sessizliğin sesi

Bugün ayın 19'u olduğunu, 19 Ocak'ı yaşadığımızı, daha demin bugünün iş notlarını yazarken fark ettim. Utandım, sonra üzüldüm, içim sızladı. Şaşırdım, "Koskoca 5 yıl olmuş demek" dedim kendi kendime. O kadar olmuş işte. İçeride yüceltilen o katil ve büyüyen cesaretinin kahramanlaştırılmaya çalışılmasının üstünden de 5 yıl geçmiş. 

Daha neleri böyle kanıksamamız beklenecek acaba, diye düşündüm. Tam da dün akşam "Sessizliğin Sesi: Türkiye Ermenileri Konuşuyor" kitabını okurken aklımdan geçmişti Hrant Dink. Haberlerde görmüştüm katiliyle azmettiricilerini. Şişli'de çalıştığım ajanstan yürüme mesafesindeydi öldürüldüğü yer. Duymuş bile olabilirdim silah seslerini. O gün, anneannemin de dediği gibi "Yazık ayakkabıcığı da delikmiş" diye düşünmüştüm ilk duyduğumda, "Ama neden?" diye sorduktan hemen sonra.

Kitapta da yazıldığı gibi, ne diyordu Hrant Dink?

"Gelin önce birbirimizi anlayalım...

Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim...
Gelin önce birbirimizi yaşatalım..."

Anlayamadık. Yaşatamadık da.

Anlamak için önce dinlemek lazımdı değil mi? Dinlemediler. Susturdular. Birazcık olsun anlayabilmek, bilebilmek için çaba göstermek lazım. Ece Temelkuran'ın "Ağrı'nın Derinliği" kitabını okumak lazım, bu kitabı da (Sessizliğin Sesi) okumak lazım. Anlamak için, önce bilmek lazım. 

Şimdi ise, 5 yıldır her 19 Ocak'ta Agos'a yürüyen, bu cinayetin çözülmesini isteyen insanların "Hepimiz Ermeni'yiz, hepimiz Hrant'ız" demesine sinirlenenler, bunu aşağılama kabul edenler var. Ya da Ermeni olmadığını anlatmak için çırpınan, dahası böyle olmakla "suçlanan" insanlar var. Onun öldürülmesine tepki gösterenleri küçümseyip susturmaya çalışanlar var. "Buna üzülüyorsunuz, şehit askerlere üzülmüyorsunuz ama" diyebilenler var. Sadece bir şeye, bir "tarafa" üzülmek gerektiğinden o kadar eminler ki. Ona üzülüyorsan, buna üzülemezsin, hakkın yok buna! Ürkütücü. Cinayet, belli bir taraf için olunca meşru onlara göre.

Bu olanın cinayet olmadığını, "milliyetçi duygularla yapıldığını" savunanlar da oldu. Fotoğraf çektirdiler, kahraman ilan ettiler katili. Öfke, kin ve şiddet köpürtüldükçe köpürtüldü, saflar ayrıştırıldı, sınırlar keskinleştirildi. Kan bürüdü bazıların gözünü, saldırganlaştılar. Sadece insan olduğunu, sevdiklerinden yok yere koparıldığını görmedi kimsenin gözü. Bazıları için "Ermeni"ydi, "Çok konuşuyordu", "Cezası verildi". Vay be, 5 yılda bir arpa boyu yol alamamışız. Geriye doğru kaymış elllerimiz. Karanlık bir çukurda olup da çıkamamak gibi.

Böyle korkunç şeyler olduğunda önce "Ah yine rezil olduk dünyaya" diye düşünenler de var. Bu cinayeti işleyen ve onaylayanlarla aynı havayı solumaktan endişelenmiyorlar da, dışarıya karşı dökülen cilalarımızı, açılan yerlerimizi düşünüyorlar.

Bir zamanlar yazdıklarıma bakıyorum, benzer şeyleri düşünüyorum bugün yine. Sadece biraz daha karamsarım sanki. Vicdan, merhamet, sağduyu... Bunları unuttuk mu diye, endişeliyim.



"hrant dink... alnına sürüldüğünü söylediği ve 'bu lekeyle yaşayamam burda' demesine sebep olan lekeden (türk düşmanlığı), kasıtlı suçlamalardan, bilinçli linç girişimlerinden sonra kanı da sokağa dökülmüş, hayattan koparılmış aydın ve gazeteci...

öldürülmesinden sonra 'kim ne der?'den önce bir aydının, bu ülkenin sağduyulu bir ferdinin, ısrarla farklılaştırılmaya/ötekileştirilmeye çalışılan bizden bir sesin susturulmasına, bir rengin soldurulmasına, yaşama hakkının elinden alınmasına üzülmeli; 'nereye gidiyor ya da götürülmek isteniyor bu ülke?' diye düşünmeli... evet, bir renk daha yok edildi. gitti. geride kalanları utanç ve dehşet içinde bırakarak... burada, gittikçe tekinsizleşen bu ülkede yaşama isteği konusunda tereddütlere, gelecek konusunda endişelere sürükleyerek... agos'taki  son yazısında o kadar çok söylemiş ki. anlayana..."

***

"bugün yine delal'in yazısını okudum:

'hadi birlikte ittirelim o kapıyı. hadi be, gelin birlikte kaldıralım şu adamı o kaldırımdan, sonsuza kadar. nasıl birazcık kalkıp geldiyse hrazdan stadı’na göbek atmaya, coşmaya, gelin, öyle bir şeyler yapalım ki, hiç yatmamak üzere kalksın o kaldırımdan. bırakmayalım orada kanamaya devam etsin. o orada yattıkça ve kanadıkça acıyor, acıtıyor... gelin, bırakalım, geçsin sınır kapısından, bir o yana bir bu yana. kedi-köpek koştursun sınırda, hayalindeki gibi. hadi be, ermeni’siyle, türk’üyle... hadi, tutun babamın bi ucundan. uzatın elinizi. merak etmeyin, zaten o nazlanmaz, hele sizi hiç kırmaz, bir dediğinizi iki etmez, hemen kalkar, sizinle birlikte sınır kapısında gidip göbek atmaya. yeter ki bir el verin.' diyen delal...

sonra rakel'in mektubunu:

'sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından, torunlarından ayrıldın, burada seni uğurlayanlardan ayrıldın. kucağımdan ayrıldın. ülkenden ayrılmadın' diyen rakel...

sonra yine düşündüm, acaba bir gün bir şeyler değişecek mi diye... insanların, "farklı" bir ses diye öldürülmeyeceği, yaşama hakkının elinden alınmayacağı, alınanların da katillerinin bulunacağı günler gelecek mi diye... evet, umut var geride kalanlar için; ama bir de o umudu ayaklarının altında hoyratça çiğneyenler... bunun da 'hak'ları olduğunu düşünenler... var. ne yazık ki."


Karin Karakaşlı'nın bugün Agos gazetesinin balkonunda yaptığı konuşmanın tam metni için.

2 yorum:

  1. Eline sağlık. Yanlışlık sadece yargıda değil, en büyük yanlışlık düşünce tarzımızda. O değişmedikçe hiçbiri değişmeyecek. Daha çok yazmalıyız, daha çok okumalıyız, daha çok dinlemeliyiz. Bize hazırlanıp verileni kabul etmeden önce, biraz da düşünmeliyiz..

    YanıtlaSil
  2. O kısmı ayrı bir hayal kırıklığı. "Aa, atlamışız. Tüh, gözden kaçmış". Düşünce tarzı ise kolay değişecek gibi görünmüyor. Hala kör ve tahammülsüz, hala vicdansız birçok kişi. Okumalı, yazmalı, dinlemeli; evet. Ama at gözlüklerini çıkarmalı önce. Bazıları ağzından köpükler saçarak nefret kusmadan önce, elini biraz vicdanına koymalı...

    YanıtlaSil